Patronsuz Medya

Gregor Samsa, Veronica Voss ve diğerleri

Meltem Tolunay - 26 Kasım 2004  


"Bir buzdağı kara parçası olmaya çalışan sudur, bir dağ, özellikle de Himalaya ve Everest ise kara parçasının gökyüzüne dönüşme çabasıdır." #

(Salman Rüşdü, Şeytan Ayetleri, s:303)

Hiç hayatınızda olmanızın mümkün olamayacağı bir şeye dönüşmek için çabaladınız mı?

Bu ne menem güçlü bir istektir ki insan olamayacağını bile bile bir ömrü bu yolda harcamaktan çekinmez.

Bu, düşmanın, aynı zamanda kişinin kendisi olduğu bir savaştır. "Varolan ben", "olmak istediğim ben" e karşı! Bu savaşta her zafer aslında bir yenilgi, her yenilgi de bir zaferdir. Sevinç ve hüzün aynı anda yaşanır, gülmek ağlamayı, ağlamak ise gülmeyi takip eder. Ama değişmeyen tek gerçek, bir kez yola çıkıldı mı asla ne olmak istenen ne de başlangıçta olunan şey olunamayacağıdır artık.

Aslında suyken, dağ olmaya öykünürsünüz. Olursunuz da bir müddet, hatta başkalarını bile inandırırsınız öyle olduğunuza. Ta ki güneş çıkıp da sizi eritene, tekrar su haline getirene kadar.

Boyalar akar, maskeler düşer, alçılar dökülür, deri kırışır, burun yamulur, saçlar ağarır, sakallar çıkar, tıpkı Veronica Voss'un kırmızı beresi başından çıktığında olduğu gibi. Aynada gördüğünüz biraz ondan, biraz bundan bir melez, bir kırmadır. Sınırı geçmişsinizdir çoktan. İsteseniz de geriye dönemezsiniz. Hem dönmeyi istemek bile koskoca bir yaşamın boşa gittiğini kabullenmektir.

Zor bir seçimdir bu, doğru. Ama bundan daha da zoru vardır. Kendisi bile olamamak!

Bu durumdaysa kişi, değil olmasının mümkün olmadığı bir şeye dönüşmeye öykünmek, kendi olmak için bile çaba göstermez. Hazır şablonlardan birini seçer, hatta bazen onu bile seçecek cesareti yoktur, kendisine uygun görülmüş hayatı oynar hiç sorgulamadan. Örneğin ona ne zaman aşık olacağını annesi söyler ya daFatih Altınöz'ün dediği gibi eli kolu bağlı bir esirdir:

"Mebzul galaksili bir evrende, alelâde bir gezegenin, hayatın kısaltmalar ve karartmalarla yaşandığı bir ülkesinde, bir mahallesinde, bir evinde karşımıza çıkan herkesin muhtemel bir düşman olma özelliği arz ettiğine, hayatın acımasız olduğuna, "önce adam olmak" gerektiğine dair bilgilerle emzirilerek büyütüldük. Her taşın altına bakmamız emredildi. Hep tetikteydik. Kendimizi kimselere vermemeli, kendimizi korumalıydık. Kıskıvraktık. Sırtımıza bir sürü üniforma giydirildi, adam olma yolunda. Evlenip çoğaldık. Çocuklarımızı sürdük cephelere, eksik madalyalarımız, eksik rütbelerimiz vardı, alamadığımız. Onlar alsın istedik. Açıklarımız vardı, kapatılacak. Onlar kapatsın istedik. Onların üzerinden bir tur daha attık "bizim zamanımızda" larla, yarım ölümlerde."

(Fatih Altınöz, Şaşkın Karayolu Balinaları s:39-40)

Kişi kendini bulmayı çalışmaktansa hissetiği boşluk duygusunu zamana, mekâna, fırsatlara, şansa yüklemeyi de seçer çoğu zaman. "Ben yanlış zamanda dünyaya gelmişim" der bazısı. " Bir on yıl önce doğacaktım ki o zaman topunu attırırdım buraların."

Bazense suçlu yerdir, " Avrupa'da doğsaydım eğer şimdi çok ünlü bir piyanisttim, ama gel gör ki burada doğduk."

Oysa öykünülen bir başkası olmak önce şu anda kim, ne olduğuna bakmakla başlar. Tıpkı kara parçası olmaya çalışan suyun önce şu anda kaç derece sıcaklıkta olduğuna bakması ve bir buzdağına dönüşebilmek için daha kaç derece soğuğa gereksinimi olduğunu bulması gibi.

Düşünün bir, önce gözlerinizi yuvalarından çıkarıp, göz bebekleri içeri bakacak şekilde tekrar takıyorsunuz. Yani önce içinize, size, tam olarak kim olduğunuza korkusuzca bakıyorsunuz. Aa baktınız hoşnutsunuz gördüklerinizden, o zaman sorun yok! Demek ki siz doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişisiniz.

Ya hoşunuza gitmezse gördükleriniz. İşte o zaman herkesin yaptığı gibi en kolay değiştirebilecek şeylerle başlıyorsunuz işe. Saçların şekli, rengi, " Gülben Ergen'inki gibi kesiver" diyorsunuz kuaföre. Kilolar, vakumlanan yağlar, kaldırılan burunlar. Bunlarla kurtardınız kurtardınız, kurtaramadıysanız, biraz daha ileri gidip, alıyorsunuz elinize olmak istediğiniz şeyin resmini, gidiyorsunuz bir kaportacıya " beni böyle yap" diyorsunuz. Örnek mi, çook, bakınız Michael Jackson.

Ben daha basit bir yol buldum. Öyle çok pahalı da değil, üstelik de çok eğlenceli. Aynaya bakıp beğenmedim zaman kendimi ya daruhum buralarda kendini hep "gurbette" hissettiğinde biniyorum bir dolmuşa, artık Küçükçiftlik mi olur bir başkası mı, bir lunaparka dalıyorum. Sihirli aynalar çadırından içeri giriyorum koşarak. Her bir aynada yamulan yüzümü, bedenimi inceliyorum uzun uzun. Kahkahalar, gözyaşlarıyla birleşiyor. Bakmayın çok da eğleniyorum. Ve en sonunda normal bir aynanın önünde duruyorum. " Hah işte ben buyum!" diyorum. Kabullenip gidiyorum.

Deneyin, gerçekten işe yarıyor.

Ama hâlâ başka biri, başka bir şey olmak istiyorsanız, ona da cevabı Ursula K. Guin " Mülksüzler" de vermiş zaten:

"Vermediğiniz şeyi alamazsınız. Kendinizi vermeniz gerekir."

* * *

Yazıya ilişkin notlar:

Gregor Samsa: Kafka'nın Dönüşüm adlı romanında bir sabah uyandığında kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulan kahramanın adı.

Veronica Voss: Alman film yönetmeni Fassbinder'in 1982 yılında çektiği ve 2. Dünya Savaşı sırasında çok meşhur olan ve zamanla yaşlanıp ününü kaybettiği ve bu değişimi kabul edemediği için bunalıma giren morfinman bir yıldızı anlattığı ünlü filmi. Veronica Voss birçok başka sanat yapıtına da ilham kaynağı olmuştur. Örneğin Murathan Mungan'ın "Kırk Oda" adlı öykü kitabının son öyküsü "Tutku'nun Veronica Voss'u" adını taşır.

Ursula K. Guinn: Amerikan bilim kurgu yazarı.

Yazıda sözü edilen kitaplar:

Kafka - Dönüşüm,
Murathan Mungan: Kırk Oda,
Fatih Altınöz: Şaşkın Karayolu Balinaları,
Salman Rüşdü: Şeytan Ayetleri

* * *

# "An iceberg is water striving to be land; a mountain, especially a Himalaya, especially Everest, is land's attempt to metamorphose into sky?" (Salman Rushdie, Satanic Verses, p:303)

diYorum

 

Meltem Tolunay neler yazdı?

83
Derkenar'da     Google'da   ARA