Patronsuz Medya

Bir şiir, bin lisan, bin bir anlam

Melih Özel - 2 Mart 2012  


Elin Amerika'sında, Washington DC nam şehrin, geniş caddelerinden birisi üzerinde araba kullanıyorum. Yan koltukta Brian oturuyor.

Brian, çalıştığım hastanede ABD dışından gelen hastalarla ilgilenen uluslararası ofisin sorumlusu. Söz verdiğim üzere kendisini bir Türk lokantasına yemeğe götürüyorum.

Ama hastaneden çıktığımız sıradaki ruh halinde değilim, zira Brian sinir bir şekilde kahkahalarla gülüyor. Aslında hak vermiyor da değilim gülmesine. Gülmesinin nedeni o arada yaşadığımız bir tercüme krizi.

Arabaya binince çalan müziğe kulak kabarttı ve ne tür müzikler dinlediğimi sordu. O sırada da her zaman severek dinlediğim bir türkünün biraz modernize edilmiş hali çalıyor kâsette.

- "Memleket hasreti oluyor tabii bir süre sonra" dedim. "Bu bir halk türküsü ama orijinal hali değil, biraz aranje edilmiş durumda."

- "Çok değişik bir ritmi var" dedi Brian ve sonra da krizi çıkartan soruyu sordu.

- "Sözlerini biraz çevirsene, ne diyor?"

Abi, çalan türkü şu:

"Dağlara çem düşende
Bülbüle gam düşende
Ruhum bedenden oynar
Yanıma sen düşende

Bu gala daşlı gala
Çıngıllı daşlı gala
Korkıram yar gelmeye
Gözlerim yaşlı gala

Kızıl gül olmayaydı
Sararıp solmayaydı
Bir ayrılık bir ölüm
Heç biri olmayaydı

Bu gala daşlı gala
Çıngıllı daşlı gala
Korkıram yar gelmeye
Gözlerim yaşlı gala"

İngilizcem kötü değil ama, türkünün içinde "çem düşen dağlar", "ruhun bedenden oynaması", "kalenin cıngıllı olması" gibi durumlar var, kardeşim.

Zor durumda çeviriyi yaptım, fakat hem ter içinde kaldım, hem de Brian'ın kahkadan boğulma derecesine gelmesine acaip gıcık kaptım.

Konunun tek iyi yanı, o günden sonra Brian'ın türkünün sözlerini değilse bile müziğini hep hatırlıyor olması idi. Gerçi her defasında gene kahkahalar atıyordu ama ben çok üzerime alınmıyordum.

* * *

Nereden hatırladım bu konuyu biliyor musunuz?

Geçenlerde bir Pazar günü gazete okuyorum. Televizyon da kendi kendine çalıyor. Bir ara nasıl güzel bir müziğin eşliğinde, nasıl zarif bir erkek sesi bir şiir okuyor. Baktım, okyanus kenarından görüntüler akıyor ekrandan.

Şiiri hemen hatırladım: Edgar Allan Poe'nun "Annabel Lee" adlı şiiri.

Hatırladınız değil mi? Ne güzel şiirdir!

Gözlerimi kapattım, müziğin ve okuyan abinin sesinin güzelliği ile bir kaç saniye dalmışım:

"…
O çocuk ben çocuk, memleketimiz
O deniz ülkesiydi, Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırdı bizi.
…"

Sonra neden bilmem düşüncelerim uçuşmaya başladı.

Şiirin İngilizcesini hatırlamaya çalıştım. Olmadı. Kalktım. Mr. Google ile irtibata geçtim. İngiizce şiiri buldum.

Okurken fark ettim ki televizyonda dinlediğim tercüme şiir bir başka güzel!

"Kim tercüme etmiş acaba?" diye düşünürken, şiir bitti. Ekranda "Çeviren: Melih Cevdet Anday" yazısını gördüm.

Birden aklıma Brian'a çevirmeye çalıştığım türkü geldi.

Ee, tabii! Adlarımız aynı, ama o Melih Cevdet Anday! Yalnızca tercüme etmiyor ki abi, ruhunu da katıyor işin içine.

İngilizcesini bir daha okudum, sonra açtım Türkçe'sini yeniden okudum. Aaaa, baktım bu defa İngilizce olanı daha çok sevdim sanki. Evet, Türkçe olanın verdiği haz da başka ama, yazanın ana dilindeki ruh halini tam anlatabiliyor mu?

Sanki anlatamıyor.

* * *

Sanırım bir iki gün sonraydı. Derkenar'da Deniz Türkoğlu'nun "Şiir ve sabır" başlıklı yazısı yayınlandı.

Keyifle okudum. Sonra bir baktım, yazının içinde sözü geçen Konstantin Kavafis'in şiirinin, iki ayrı çevirisini vermiş sevgili Büdütör'ümüz, yazının altına.

Kavafis'in şiirinin iki çevirisi, adeta iki ayrı şiir gibi. Her ikisi de güzel ama!

Hep diyoruz ya "sanat evrenseldir, dili olmaz" filân!

Müzik, resim, sinema, düz yazı için, tamam. Ama, sanırım şiir için bu durum biraz farklı. Bunu yabancı bir dilde yazılan şiiri, dilimizde okuyunca anlayamayabiliyoruz. Zira çevirenler de şair. Dilimizin kıvraklığını, güzelliğini çeviriye yansıtabiliyorlar. Ama çeviriden bize yansıyan duygu, orijinal dilde okuyucuya yansıyanla aynı mı acaba?

Bana değil gibi geliyor.

Tersini düşünelim. Güzelim şiirler var dilimizde, okuyunca duyguları coşturan, keyiflendiren, hüzünlendiren, güldüren.

Çevirince bir yabancı dile, acaba okuyana bizim okuduğumuzda hissettiklerimizi verir mi dersiniz? Hangi çeviride hayal edebilirsiniz ki "o şehiri", aşağıdaki dizelerde hayal edebildiğiniz gibi.

"…
Ahmet'in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı. 

bu şarkı nihaventtir 

ve beyaz tenteli sandalları, 

siyah mavnaları, 

güneşli karpuz kabuklarıyla
bir deniz kıyısındadır şehir.
…"

Gene Melih Cevdet ile bitireyim sohbeti.

Kendisini "en yakın arkadaşlarımdan birisi" diye tanımlayan Orhan Veli ile birlikte çevirmişler Paul Eluard'ın "Liberté" şiirini.

"…
İki parça meyveye
Odama ve aynaya
Boş kabuk yatağıma
Yazarım adını

Obur köpekçiğime
Dimdik kulaklarına
Acemi pençesine
Yazarım adını
…"

Okuyunca Türkçesini, su gibi akıp gidiyor. Heyecanlandırıyor.

Ne çok isterdim yeterince Fransızca bilmeyi! O dilde okuyunca nasıl heyecanlanırdım acaba?

Yorumlar

Söz şiirden açılmışken ben de çok sevdiğim bir şiiri eklemek istedim. Bu şiirin özellikle son bölümünü severim.

Kadın Olanın Türküsü

Git oldu can, sürgün geldi dayandı
Sürgün yine geldi dayandı
Kitapları topladım, çocukları giydirdim
Hadi de doğrulalım Dranazın karına
Biz nereye düşeriz, halk fakir fıkara

Her bahar, her yaz gurbette
Sılaya dönmesi olur velâkin
Ne sılamız belli, ne gurbetimiz
Çiğdemi Ardahan yaylalarında
Nergisi Sinopta
Vanda koparmışsak sarı gülü
Portakal kokusu Kumlucadan gelir
Karıştırdık sıla nere, gurbet hangisi
Bizim gibi gurbetçi görülmemiştir

Git oldu can, sürgün geldi dayandı
Diktiğin fidanlar sen olmayanda
Yel vura ırgalana, gün vura duldalana büyüyecek
Yasa şu ki ekinler yürüyecek
Bebek dillenecek, güçsüz hallanacak
Sis kalkacak İsfendiyar başından

Selam olsun bizden önce geçene
Selam olsun dosta, hasa, çile çekene
Selam olsun dayanana, düşene
Yüreğim yürektir, bakma gözüm yaşına

Git oldu can, sürgün geldi dayandı
Sorulmasın vatanımız ilimiz.

Gülten Akın

Erhan Ümit - 18 Mart 2012 (18:28)

diYorum

 

50
Derkenar'da     Google'da   ARA