Patronsuz Medya

14 Mart ertesi, sabaha karşı

Melih Özel - 15 Mart 2012  


Sevgili günlük, Nasıl başım ağrıyor, anlatamam.

Boynum tutuk, biraz da terlemiştim. Üzerimdekileri değiştim de biraz rahatladım.

Diyeceksin ki "saat sabahın 03:57'si kalkmış yazı yazıyorsun, sonra da başım ağrıyor diye yakınıyorsun, manyak mısın?"

Değilim.

Uykum kaçtı, ne yapayım? Allah Allah!

İçmeyeceğim bir daha şişesini okumadığım şarabı. Kim bilir içinde gene kükürt dioksit miktarı abartılı mıydı, neydi?

Kardeşim her defasında şarap şişesini alıp üzerindeki bit kadar yazılara bakacak halimiz yok ya. Düşünsene, yemeğe gitmişiz, şık şıkırdım. Yakın gözlüğünü tak, şişeyi incele, kükürt dioksit midir nedir, içinde var mı yok mu karar ver, mümkün değil.

Biliyor musun, geçen gün Hüseyin Hoca ile konuşurken ondan duydum. Bu kükürt dioksiti şaraba, süregiden fermentasyonun durdurulması için eklerlermiş. Ama iyi şaraplarda sonradan desülfürizasyon yapılıp kükürt uzaklaştırılırmış.

Amaaan, altı üstü bir kadeh şarap içiyoruz, onu da beyin ameliyatı karmaşıklığına getirdik ha!

Dün 14 Mart idi, biliyorsun değil mi? Tıp Bayramı!

Bir yığın faaliyet yaptık. Eşten dosttan, sevgili hastalarımızdan tebrikler geldi. Bize güzel dilekler yazmışlar, sağ olsunlar.

Gazetelerde de Aytekin Bey'in mektubu vardı. Hatırladın mı? Hani geçen hafta bizim sınıfın mail grubuna bir arkadaşımız tarafından gönderilmişti. Sana okumuştum. Hastalığı süresince bir hasta olarak başından geçenleri özetlediği mektup. Gerçi gazetelerde sadece bir bölümü var mektubun. Yoksa aslında oldukça uzun.

Hatta mail grubunda günlerce bu konu üzerine yazıştık. Özeleştiriler yaptık, kendi başımızdan geçenlerden de söz ettik. Hatırlamıyor musun?

Bak sadece iki e-mailden alıntı yapayım, neler yazmışız (bu yazdıklarımı Derkenar'a göndereceğim, isimleri onun için çıkartıyorum, "ne oluyor?" deme tamam mı?):

"Re: Son mektup

Allah rahmet eylesin. Geçen gün paylaştığım, doktorların kanser karşısındaki davranışları üzerine yazı ile bu mektup çok yakın düştü. Sanırım çoğumuz bu konularda davranış biçimlerimizi gözden geçirmeliyiz."

"Re: Son mektup

… Şahit olduğum buna benzer yığınla olay var. Yabancı bir araştırmada şunu okumuştum: 'Doktorlar ilk öğrencilik yıllarından beri çok zeki öğrenciler. IQ'ları çok gelişkin ama EQ açısından çok gelişkin oldukları söylenemez. Bu yüzden de hastayla empati kurmakta ve onları anlamakta zorluk çektikleri, çok duyarsız ve kaba davrandıkları anlayışsız oldukları gözleniyor'. Tıp eğitimi çok ağır çok yoğun, … Tıp öğrencileri… Sosyal konulara edebiyata tarihe felsefeye çok fazla ilgi duymuyorlar… Oysa ki esas insan bu saydıklarımda var, anatomi kitaplarında değil. Bunun sonucunda insan bedenini kavrayan, ama insan ruhunu anlayamayan, ağzından çıkan bir kelimeyle karşısındaki hastasını yerle bir edebileceğinin farkında olmayan yığınla doktor yetişiyor."

Daha onlarca böyle e-mail geldi. Ben de bir şeyler yazmıştım:

"Re: […]… Ve herkese

… Tıp etiğinden ve deontolojiden söz ederken, konuyu sadece "para aldı - para almadı" boyutunda incelemek doğru olmasa gerek… Keşke hiç bir hasta ile bu anlamda iletişimimiz olmasa ama yazık ki ülkemizde hiç bir şey olması gerektiği gibi değil. Özel sigorta konusu bile öyle sinir bozucu şekillere dönüşebiliyor ki zaman zaman bende belirgin bir mide bulantısı ve baş dönmesi oluşturuyor…

Örnek vereyim: Hasta diyor ki 'Doktor Bey, 15 senedir bu sigortaya prim ödüyorum, simdi karaciğer yağlanması çıktı diye sigorta şirketi bunu kapsam dışı bıraktı. Forma baska bir şey yazsanız da ben de sigortamdan yararlanabilsem'. Buyrun size dolgun bir 'ethical dilemma'!

Bunu çeşitlendirmek ve tarafların her biri için detaylandırmak mümkün.

- Ayıp, hiç böyle şey istenir mi?
- Ulan, yuh! Niye kapsam dışı bırakıyorsun, primini artırırsın, olur biter.
- Tabii yazarız nolucak, ayrıca bakın 'bla bla bla' ve 'bli bli bli' tetkikleri de yapalim size.

Falan, filân…

Başka boyutlar da var: Meslekdaş dayanışması, tabii olması gereken ve güzel bir şey. Peki endikasyonsuz işlem yapan, tetkik yapan, hatta ameliyat yapan meslekdaşlara ne yapacağız? …'nin sözünü ettiği doktor müsveddesine ne yapacağız? Bırakın meslek etiğini, deontolojiyi, temel ahlâkî değerlere uymayan meslekdaşlara, sadece doktor diploması var diye destek mi olacağız! Varsın benden para alsınlar, ama bana doğru dürüst baksınlar, tetkiklerimi gözden kaçırmasınlar, hasta olduğumu ve yardıma ihtiyacım olduğunu akıldan çıkarmasınlar; bir bütün olarak görsünler, baştan savmasınlar. Bence etik davranış, deontolojik davranış odur.

Özel odada yatıp, ücret ödemeden işlemlerimi yaptırmak, ama çok temel yanlışlar yüzünden hayatî tehlike geçirmektense, koğuşta yatmayı, ücretimi ödemeyi, ama sağlığımla ilgili üst düzey ihtimam görmeyi tercih ederim.

Umarım ben gerektiği gibi ihtimam gösterebiliyorumdur. Bazen özeleştiri yapıyor ve geceleri uykumu kaçırıyorum…"

Yaa, sevgili günlük! İşte böyle! Gördüğün gibi, aslında biz de kendi kendimizi, eleştiriyoruz, eleştirebiliyoruz. Meslek erbabının tamamı eleştiri karşısında duyarsız, öfkeli, defansif değil. Aksine.

Şimdi sınıf arkadaşlarımın bir çoğu çeşitli tıp fakültelerinde öğretim üyesi ve yazışmalardan anladığım kadarı ile öğrencilerine vermeye çalıştıkları yalnızca tıbbî bilgi değil, aynı zamanda etik, deontoloji, meslek ahlâkı üzerinde de duruyorlar. Ne diyeyim! İnşallah biz yaşlandığımızda daha iyi olur durum.

Aytekin Bey'in mektubu, Derkenar'da Necdet Şen'in sağlık sistemini, hastaneleri ve sağlık çalışanlarının durumunu irdeleyip eleştirdiği "Memur sadizmi ve can çekişen hastanelerimiz" başlıklı yazısının altında, bir yoruma da taşındı, dün.

Halkımızın her gün yaşadıklarının bir benzerini bir hekimin de yaşamış olması ve bunu dile getirmesi, önemli elbette. Ama bunu okurken insanların "yaa bak gördün mü, sizin de başınıza gelebiliyormuş demek böyle şeyler" demediğini umuyorum. Hekimler başka bir dünyada ya da fanus içinde yaşamıyor ki. Herkesin yaşadıklarından kendine düşen payı, hekimler de alıyor.

Bu yazıyı ve altına yazılan yorumları okurken bir hekim olarak çok farklı duygular yaşıyorum.

Eleştiriye tahammülü olmayan bir milletin çocuğu olduğumuz hemen belli oluyor cevabî yorumlarda. Ayrıca, "vur abalıya" durumu da hissediliyor.

Benzer aile yapıları içerisinde yetişmiş, aynı ilkokullarda, aynı ortaokullarda, aynı liselerde okuyan, aynı öğretmenlerin rahleyi tedrisinden geçmiş çocukların, 6 yıl süre ile okudukları tıp fakültelerinden birer melek olarak mezun olduğunu filân düşünmüyoruz değil mi, sevgili günlük?

Bu 6 yıl maalesef bir yığın tıbbî bilginin tıka basa verilmeye çalışıldığı, son derece emek-yoğun, ağır bir müfredatın işlediği bir süreç.

Dolayısı ile tıp fakültesinde okuyanların insanî değerlerini içinden yetiştikleri toplumdan aldıklarını, tıp eğitiminin ise gene maalesef, insanî boyutunun -yalnız ülkemizde değil, tüm dünyada- zayıf kaldığını unutmamak lâzım.

Daha geçen hafta adliyede ve nüfus müdürlüğünde basit, bir kaç dakikada bitirilebilen işlemler yaptırdım. Her iki yerde de benimle ilgilenen memurlar, bırak benimle iletişim, göz teması, medenî ilişki kurmayı, yüzüme bile bakmadılar. İnan bana, benim "Günaydın", "Teşekkür ederim", "İyi günler" ifadelerime yanıt bile vermediler.

Aynı şeyler, postanede, bankada, markette, mahkemelerde, hayatın sürdüğü her yerde hepimizin başına geliyor. Ama hastanelerde, sağlık personeli ile yaşandığı zaman algı farklı oluyor.

Yazık ki, konumu itibarı ile güç sahibi olduğunu sanan kişilikler, bunun nedeni. En doğal hakkını almak için müracaat ettiğin, çok basit bir davanın görülmesi sırasında, nedensiz yere azarlanıp, aşağılanabiliyorsun. Ya da sana ait paraya ait işlemler için gittiğin bankada itilip kakılabiliyorsun.

Hastanedeki dolabımdan bazı eşyalarımı çalan ve sonra yakalanan bir hastanın yargılanması sırasında savcılıktan çağrılmıştım, neredeyse 20 yıl önce. Sanırım üçüncü ya da dördüncü gidişimdi savcılığa. Aynı sorularla, aynı olayları yeniden anlatmam istendiğinde "Efendim, daha önce de ifade ettiğim gibi…" diye söze başlayacak oldum. "Ukalalığı bırak kardeşim, sana sorduğuma cevap ver, lüzumsuz konuşma…" şeklinde kendime getirildim.

Ama konu sağlık, hastalık, insan olunca, az önce söylediğim gibi, algı farklı oluyor.

"Memur sadizmi ve can çekişen hastanelerimiz" yazısının altındaki yorumlardan ikisine çok üzüldüm.

Bunlardan birisinde kendisini tanıtırken adının başına doktor sıfatını ekleyen meslekdaşlarla ilgili olarak söylenen "… içimden hep 'Doktorluğun beni ilgilendirmiyor, adamlığın kaç kuruş eder' diye sormak gelir…" ifadesi.

Acaba yeni tanışılan insanlarla ilgili olarak hep böyle bir sorgulama içinde mi oluyor yorumcumuz, yoksa tanışılan kişi adının başına mesleği ile ilgili bir sıfat getirmese, acaba onun "adamlığının" bir önemi olmaz mı kendisi için? Dedim ya çok üzüldüm.

Diğeri de, bir büyüğümüzün "iğne yapmayı bilmez felç edebilir" yorumu ile gene bir başka büyüğümüzün asil ve zarif bir şekilde (!) Türk doktorlarını genellediği ifadeleri içeren yorum.

Yetişen doktorların bir bölümünün böyle iğne yapmayı bilmez olmasının tek sorumlusu gene doktorlar mı, acaba?

İğne yapmayı bilmediği iddia edilen doktorların yetiştirildiği fakültelerin, oy alacağız diye her ilde, hatta birçok ilçede pıtırak gibi açılmasını sağlayanlara bazılarımız tarafından "kardeş, iyi de alt yapı, öğretim elemanı, öğretim üyesi, ara kademe, yardımcı personel olmayan yerden nasıl doktor yetişir" deniliyor.

Bu söylenildiğinde, bunları söyleyenler "ülkede doktor sayısının artmasını istemeyen kötü niyetli, art niyetli, belli bir ideolojiye sahip (neyse o ideoloji), kısır fikirli, geleceği görmeyen, dönüşüme dirençli" sıfatları ile hemen "tu kaka" ilân ediliyor.

Sevgili günlük, inanmazsan, dün Ufuk Üniversitesi'nde konuşan Sağlık Bakanımızın konuşmasının tam metni gazetelerde var.

Gene soruyorum, sağlık sisteminin içinde bulunduğu durumun tek sorumlusu sağlık çalışanları mı?

Oha filân oldum şimdi yaaani!

Haaa, bu arada "iğne yapmayı bilmez, felç edebilir" dediklerinden bazıları, karnına açtıkları sadece 2 cm lik iki kesi ile tümörün tıkadığı barsağının bir bölümünü kesip dışarı çıkarabiliyor; veya kolundaki küçücük damardan girip, beyninin en kritik yerinde erik kadar anevrizmanın içerisine, gümüşten bir tel tıkıştırarak hayatının daha sonraki bölümünü saksıda çiçek gibi geçirmeni engelleyebiliyor; ya da safra yolundaki taşı, karnında hiç bir yerini kesmeden ağzından girip, sen ne olduğun anlamadan çıkartabiliyor.

Bu işleri yapabilecek niteliklere sahip, sana adam gibi bakacak, insan gibi muamele edecek, bunları yaparken de yaptıklarını kafana kakmaması gerektiğini bilecek kadar insanlıktan nasibini almış, doğru dürüst hekim yetiştirmek sadece hemşirenin, doktorun görevi mi?

Senin hiç mi sorumluluğun yok!

Sana demiyorum tabii sevgili günlük, "Benimle ne ilgisi var" diyen arkadaşa söylüyorum. Hey, siz! Size söylüyorum. Çocuğunuza, çocuklarınıza öğretin bunları.

İlla doktor ya da hemşire olması gerekmez.

Su tesisatçısı, zabıta, devet memuru, kaymakam, vali, doktor, savcı, hakim, avukat, hemşire, neyse ne!

Çocuklarımızı iyi insan olarak yetiştirdiğimizde, her şey daha iyi olacak.

Sabahı ettik sevgili günlük, yüzümüzü yıkayalım, tıraş olalım.

Hastalarım bekliyor.

diYorum

 

64
Derkenar'da     Google'da   ARA