Patronsuz Medya

Kuş tüyü Vicdan

İlker Gökçen - 22 Temmuz 2008  


Önce zayıf ve arka ayağı sakat olan tekir atladı çöpten. Arkadan koca kafalı sarman geldi. Sarman'ı iki yıldır tanıyorum ama bu tekir yeni düşmüş olmalı.

Sürüdüğü arka ayağına ve çelimsiz haline bakılırsa durumu iç açıcı değil. Arabadan çıkardığım kuru mamaları yolun kenarındaki duvarın içine döküyorum. İnsanlardan uzak durma eğitimi aldıkları halde ikisi de yamacımda bitiyor. Zaten son çaresi kalan kediler insanlardan korkmazlar. Ölümden öte köy mü var?

Başörtülü, elinde pazar arabası olan kadın yanıma kadar yaklaşıyor. Herhalde "iyi yapıyorsun evladım "diyecek diye geçiriyorum içimden. Avazı çıktığı kadar "bu mendeburları sen mi besliyorsun?" diyor.

Önce aklıma bir ünlem işareti düşüyor, sonra kafama kadar bir kızartı yükseliyor içimden.

"Bunlar kuru mama, sokakta zararı olmaz" demem kadına kâfi gelmiyor.

"Döndüğümde bunları burada görürsem süpüreceğim ona göre" deyip bağıra çağıra gidiyor.

Kadından cesaret aldığından mı? Yoksa sırasını mı beklediği için mi? Bilinmez köşedeki marketin sahibi, kıpırdana kıpırdana bana sesleniyor:

"Kardeşim! Koymayın bunlara yiyecek, sonra ayrılmıyorlar buradan. Müşteri, komşu istemiyor başka yere gidin yahu!"

Arabayla dönerken düşünüyorum. Vicdan bazılarında işleyen bazılarında işlemeyen; kimi insanda olan kimi insanda ise doğuştan olmayan bir organ mı? Büyük bir kısmı dinsiz, belli bir yüzdesi dine inanmayan milletlerde bile yardımlaşma, acıma, sosyal sorumluluk en yüksek oranlarda iken acaba kendisine en son din gelmiş, sabah akşam birbirine Allah'la beddua eden bu toplumda vicdan neden özürlü?

Kendi kedimizden, kendi çocuğumuzdan, karımızdan, kocamıızdan başkasını dert etmeyişimiz, yanan ormanlara baka baka sigara içişimiz; tinercileri kabullenişimiz, kapkaççıları gazetelere çıkan meşhurlardan sayışımız vicdan özürlü oluşumuzdan mı?

Kendi ölçeğindeki ülkelere göre en az yardımlaşma kuruluşu olan, en az Sivil toplum kuruluşu olan, mağdurlar için en az proje geliştiren ülkelerden biriyiz. Sokak hayvanlarını Panter Emel'e, Terör'ü köylü çocuklarına, Hırsızları ve tinercileri bıyığı yeni terlemiş polislere bırakışımız; yanan orman ancak kendi tavuğumuzun kendi koyunumuzun kuyruğunu yakacak hale gelince feryat edişimiz neyle ilgili?

Milan Kundera "vicdan, kendimizden daha zayıf olanları anlamak için var" derken "bu vicdan da ne işe yarar bre?" diyen Türklere cevap vermiş oluyor. Hakimleri cüzdanıyla vicdanı arasına sıkışmış, yöneticileri ihaleler ile vicdanı arasına sıkışmış, toplumu arzularıyla vicdanı arasına sıkışmış bir ülke olmak; Vicdan konusunda sınıfta kaldığımızın göstergesidir.

Ben de ölme, öldürülme olmasın istiyorum. En kutsal emirin "yaşatacaksın" olduğuna inananlardanım. Kimsenin dönüp bakmadığı kaç yaralı kedi, köpek için kendimi parçalayışım belki de bundan.

Ama daha önemli bir soruyu sormalıyız aynada kendimize. Neden? 12.000 Anadolu çocuğu bu ülke için ölürken, bunların içinde bir tane bile general çocuğu yoktu? İşadamı çocuğu, Bakan çocuğu, Vali torunu yoktu? Oraya giden çocukları seçenler böyle bir adaletsiz sistemle onları yollarken Vicdan neredeydi? Savaşa hayır! Peki, size silahını doğrultmuş olanlara karşı savaşırken adaletli olmak daha temel bir anlayış değil mi?

Darbeyi alkışlayan, faşist sivilleri alkışlayan, zorbaları alkışlayan bu halkın vicdanı neresinde? Bizim güvenlikli sitelerde oturup, siyah camlı arabalarla gezmemiz; savaşa karşı olmamız, sokak hayvanlarına karşı olmamız, Avrupa Birliği'ni istememiz daha iyi bir ülke için yeterli değil sanırım. İşyerinde çalışanları ezen, Apartmanda komşularını ezen, eline fırsat geçtiğinde ortalığı kırıp geçiren insanlar bizim kavmimizden değil sanırım!

Sorun çözme yeteneğini kaybetmiş bir ülke haline geldiğimizde, ellerimizin ve vicdanımızın temiz olması yetmeyecektir. Ancak kuş tüyü bir yastık gibi o vicdana sarılıp yatabiliriz, eğer uyku tutarsa.

Yorumlar

Anlaşılan bütün yazı şu cumleye girizgah olarak yazılmış:

"Darbeyi alkışlayan, faşist sivilleri alkışlayan, zorbaları alkışlayan bu halkın vicdanı neresinde?"

Topal kedilerden faşizme üç cümlede geçmek bayağı kalem becerisi gerektiriyor… Madem öyle ben de aklımdaki birkaç soruyu sorayım:

Her gün yüzbinlerce insanın geçtiği bir meydana bomba koyarken görülüp vurulan bir pkk'lı için kıyametleri koparan entel solcuların doğuda öldürülen yüzlerce köy öğretmeni için tek bir kelime söylememesi, hakim oldukları basın organlarında tek bir satır yazı çıkartmaması normal mi?

1979'da "oy verme hesap sor" diyen solcuların 1985 te "yorgun demokrat" olarak tekrar sahne alması midenizi bulandırmıyor mu?

Zamanında demokrasi denince gevrek gevrek gülen, ağzından "proleterya diktatörlüğü" sözü düşmeyen bir takım adamların, hayır olmadı, entel solcuların, şimdi "türkiyede demokrasi yok" diye bağırmaları acayip değil mi?

Veee, son olarak, bu inanmadığı, güvenmediği insanların kendisini ittirmek istediği yöne gitmeyen halka "faşizm sempatizanı, zorbalık sempatizanı, vicdansız" diye saldırmak, zorbalığın ve faşizmin ta kendisi değil mi?

Saldırıyı kamufle etmek için de iki tane zavallı topal kediyi kullanmak vicdansızlığın ta kendisi değil mi?

Wakkas Kelle - 27 Temmuz 2008 (17:08)

Sevgili Wakkas, sana Necdet Şen'in "Kötülüğü sıradanlaştıran Nefret söylemi" yazısını tavsiye ederim.

İlker Gökçen - 20 Ağustos 2008 (01:14)

Sevgili adaş, sözünü ettiğin zamanlarda aldığın "Rol" neydi?

İnsanlar ile hayvanları kıyaslamak cok yanlış. Öğretilen başka ama anladigim su; tüm canlilarin dogasinda "Üremek" var. Kangal" lar tehlikeyi sezer ve önlemeye calisirlar. İnsanlar tehlikeyi sezemezler. Kangal hayvansa da, insan akillidir. Hani bizi hayvanlardan ayiran seydi akil? (Ögretilen)

Ama hayvan, zevk icin degil beslenmek icin şaapar, öldürür demiyorum. Sen Timsah" in agzina kafani sokarsan ve O ac ise yazdigim bu yaziya yanit veremezsin.

Wakkas Kelle ile aranizda bir fark yok. Biriniz zevk, namus, onur, vatan, ekmek… Digeri ise insan…

Sevgiyle yazildi. Biraz kirginlik da var tabii. Ama yollandi.

İlker Koçak - 20 Ağustos 2008 (04:47)

diYorum

 

İlker Gökçen neler yazdı?

55
Derkenar'da     Google'da   ARA