Patronsuz Medya

Susmayı Özlemek

Gökhan Akçiçek - 22 Aralık 2011  


35 yıl sonra hapisten çıkan Baran (Şener Şen), sırtında yeşil pardesü ile yıllar öncesinde yarım kalan bir aşkın finali için Berfo (Kâmuran Usluer) ağanın evine hışımla girer.

Arkadaşına ihanet ederek sevdiği kızı elinden alan Berfo'nun kendine göre gerekçeleri vardır. Yıllardır sevdiği adamın yasını tutan ve sözcüklerini içine gömen Keje (Şermin Hürmeriç), hep susmuştur.

Baran, ikinci veda'ın hüznü ile Keje'ye: "Belki bir gün dönerim" der. O gün ilk kez kendi sesini duymanın şaşkınlığı ile mırıltılı bir tonda şu sözcükler dökülür Keje'nin ağzından: "Sen gel, bekleyeceğim ve o güne kadar hep susacağım."

Aklımda kalan kadarı ile Eşkıya filminin en can alıcı diyalogları idi, yukarıda söylenenler.

Susmayı o vakit ne çok özlemiştim. Belki de hep susmak istiyordum ama bunu birinin ya da birilerinin bana hatırlatması gerekiyormuş. O günden beri susmaya karşı özel bir iştah duydum. Tam manası ile başardığımı söyleyemem. Susmayı becermenin de bir yaşı bir mevsimi varmış.

Konuştuğum anların değil de sustuğum anların güzelliğini fark etmem o günlerden sonra oldu. İnsan susarak da yaşarmış, nefes alırmış. Belki de sözcüklerimizin tükenmesini mi bekliyorduk o vakte kadar, kim bilir?

Bizden başka evrenin tüm konukları hep susuyormuş oysa. Ağaçlar, kelebekler, gökyüzü, karıncalar, tırtıllar, solucanlar… Binlerce lâkırdının içinde susarak var olanlar varmış. Susmak yaşamakmış.

Zamanında ve yerinde susmayarak neleri kaybettiğimi hatırladım sonra. Sükûnetin o büyülü davetini kaç kez inatla reddettiğimi, içimi kanatan bir soru çengeliyle anımsadım. Konuşarak, mütemadiyen ve ölçüsüzce konuşarak nasıl çürüdüğümüz geldi aklıma. Bizi ufaltan, küçülten ve pelteye dönüştüren meğer ağzımızdan dökülenlermiş.

Susmayı, çoğu kez mahcubiyetimizi örtmek için kullanmadık mı? Unutulmak korkumuzu yenmek için… Susmayı sadece sloganlara hapsettik: "Susma, sustukça sıra gelecek." Konuştukça sıra bize geliyor aslında. Aleladelik sırası, bayağılık, bomboşluk sırası…

Akşamdan üzerine yatıyoruz kelimelerimizin. Sabah kalktığımızda kırışıkları düzelmiş bir şekilde, tekrar tekrar kullanalım diye.

Hayata sıcak bir fincan çayın buğusu gibi karışmak varken, tutup en galiz efektlerin yarattığı o irkintiye sığınmışız. Lâfı uzatarak, eğip bükerek, toprağın üstünde duran tüm nesneleri nasıl incittiğimizi bile fark edememişiz.

Susmaya nereden başlasak? Günde kaç kez susarsak, susmuş olacağız, kim bilir. Anlamsız diyaloglar sürdüğünde susma temrinlerine başlasak. Bir kez de susarak bakmayı denesek eşimize, çocuğumuza, sevgilimize, annemize, babamıza, dostumuza keza….

Konuşmayı, güzel ve etkili konuşmayı öğreten onca kurumun ilanlarına rastlıyorum bazen. Hatta bu konuda yayınlanan kitaplar da var. Hepsini yüklesek bir tren vagonu dolar da taşar. Oysa susmanın ne kursu, ne de kitabı var. Ne arayanı ne özleyeni var.

Sahi, susmayı öğrenebilecek miyiz?

Yorumlar

Az duyulan bir atasözümüz var: "- Dil kesik, baş selâmet!" diye.

İlk duydugumda çok yadırgamıştım. Belki de ifade etmeye çalıştığı soyut anlamı anlayamamıştım.

Sonraları, sizin çok güzel dile getirdiğiniz, benim de nadiren başarabildiğim susabilme anlarımda, bu sözün aslında ne kadar derin anlam taşıdığını hep düşünmüşümdür.

Bir de anekdot var kulağımda kalan.

Düşünüre sormuşlar:
- "Akil adam kime derler?" diye.
- "Az konuşana!" demiş.
- "Peki, hiç konuşmayana ne derler?"

Yanıt çok güzel:
- "O kadar akıllısına daha rastlamadım!"

Fitne-fesat düşünerek değil de, susabilmenin erdemi ile sessiz kalmayı başaranlara hep gıpta etmişimdir. Yazınızı görünce sessiz kalamadım.

Melih Özel - 23 Aralık 2011 (18:41)

Haklısınız Melih Bey, o sözü ilk kez işittim. Eskiler, "söz gümüş ise sükut altındır" derlerdi. Hatırlayan var mıdır acaba? Aramıza hoş geldiniz.

Gökhan Akçiçek - 24 Aralık 2011 (23:58)

Susmak çok az başardığımız ve aslında başardığımız zaman kırmamızı da kırılmamızı da engelleyen bir davranış. Hele ki eğer karşınızdakinin fikirlerini değiştiremeyecekseniz veya konuşmanızın hiç bir etkisi yoksa karşı taraf üzerinde o zaman susmak kendinize vereceğiniz en güzel hediyedir.

İdealist - 27 Aralık 2011 (22:17)

diYorum

 

Gökhan Akçiçek neler yazdı?

71
Derkenar'da     Google'da   ARA