Patronsuz Medya

Şiirin parmak izi

Gökhan Akçiçek - 2 Şubat 2011  


Yaşam, tüm insanlar için suya yazılmış yazı hükmünde sürer gider. Her ülkenin her milletin kültür ve edebiyat atlası, bu döngüyü tersine çevirenlerce oluşturulur.

Medeniyetlere tanınan bu ayrıcalık, ömrünü incelikleri biriktirerek tamamlayanların mührünü de taşıyor. Sanat, estetik ve edebiyat yeryüzüne bu kanallardan akıyor. Suyu durultan ışıltıya, sanat emekçilerinin alın teri mutlaka dökülmüştür. Evrene, sözcüklerle dokunan kadim bir geleneğin çizdiği estetik bir seviyeye, yeni ve yepyeni duyuşlarla istikamet veren bir tavrı içselleştirdiğimiz ölçüde varız. Sözü, en kutsalları arasına koyan bir nesli oluşturma çabasıyla nefes alıyor, okuyor ve yazıyoruz. Edebiyatın o eşsiz ve muhteşem geleneğine, sözcüklerinin tınısıyla benzersiz bir musikiyi hapsedenlerin çabasıyla tazeleniyor şiirimiz, edebiyatımız…

Bilenler bilir, şiirde bir kural vardır: Şiir, içine aldığı kelimelerden çok dışarıda bıraktığı kelimelerle anlam kazanır. Yani, şairin kelime seçimi, onun ne kadar özgün ve usta olduğunun da bir göstergesidir adeta. Sıradan, dolaşa dolaşa eskimiş, tavsamış, dillerde pelesenk olmuş imge ve sözcüklerle şiir kurmak, sizi vasatlığa mahkûm eder.

Orijinal bir söyleme ve sese kavuşmakla şair olunur. Şiir sanatı için değişmez parametrelerden biridir bu. Türk şiiri, bu anlayışın ve inceliğin örnekleri ile harmanlanıp, günümüze ulaşmış ve bu manada kendini var ederek dünya şiirine eklemlenmiştir. Tersi anlayış ve uygulamalar ise, kuru bir gürültü ve sözcük kirliliği olarak anılır, hatırlanır.

Herkes şiir yazmalı mı? Bence evet, çünkü tatlı bir uğraşıdır en azından. Ama dilin şehvetine kapılıp kendini şair sanmamalı insan. "Yazan" ile "Yazar" arasındaki nüansı görmezden gelemeyiz. Böyle bir ayrıcalığı kimse talep etmemeli. Edebiyat tarihimiz, şu ana kadar kimseye bu yönde bir imtiyaz tanımamıştır ve tanımayacaktır da.

Yazın çevrelerinin belirlediği bir kıstas, mütemadiyen ve edebiyat birikimimizi yanıltmadan, işlerliğini sürdürüyor. Şöyle ki: Bir şair rüştünü 30 yaşına kadar ispat etmek zorundadır. Yani 30 yaşına kadar şair oldunuz ne alâ, olamadınız ise de üzülecek bir durum yok demektir. Türk şiirinin, sizin eksikliğinizi hiç bir zaman hissetmeyeceğine gönül rahatlığı ile emin olabilirsiniz artık.

Düşüncelerimi daha da açayım isterseniz. Otuzundan sonra, romancı, öykücü olabilirsiniz ama asla şair olamazsınız. Bu manada da Türk şiirinde kayıp şair yoktur ve olmamıştır. Ama edebiyatı, hayatının anlamı olarak gören, amatör bir ruh ve heyecanla ona hizmet etmeyi sürdürenlere ise saygı duymaktan başka bir şey düşünemeyiz. Şiirin ya da edebiyatın sırtına binerek var olmaya çalışanlara idi bunca sözüm.

Şiir, sizden her şeyinizi ister. Zamanınızı, kariyerinizi, makam ve beklentilerinizi; asıl biricik ve tek sevgilisi olmanızı arzular. Ona üvey evlât ya da metres muamelesi çekemezsiniz. Bir ömür onun peşinden koşsanız, bütün hayallerinizi heba edercesine ona meftun olsanız bile o, yüzünü size hiç göstermeyebilir. Bu yolculuk, her babayiğidin göze olacağı türden bir serüven içermiyor. Şiire, karşılıksız bir aşk ile bağlanabilirsiniz. Bir çuval keçiboynuzunu geveleyip, bir tutam bala razı geleceksiniz. Bu tür bir kavliniz var mı? Hiç sanmıyorum.

Emek ve alın teri vermeden çok şey bekliyoruz şiirden. Bizi onaylamasını, fütursuzca umabiliyoruz ondan. Heyhat! Şiir, bu tür bir ilişkiyi ciddiye almaz. Onu mümkün kılacak üslup sahiplerini yine kendi arar bulur. Kifayetsizler şiire gidemez. Şiir, şairini kendi seçer. Sözü yüreğinden damıtıp, eğip bükmeden billur bir kâsede saklayamayanları, şiir bir çırpıda siler atar. İsmet Özel, "yaran kadar şairsin" der.

Edebiyat, sizin kim olduğunuzla da ilgilenmez, ne olduğunuzla ilgilenir. Ve neyi yazdığınızı değil nasıl yazdığınızı referans alır. Yazdıklarınızın, ürettiklerinizin niteliğiyle hemhal olur. Metinlerinizin değerini, yılların oluşturduğu devasa bir külliyatın geleneğiyle anlamlandırıp, hassas bir teraziyle tartar. Bu hükme hiç bir aidiyet, mensubiyet ve kayırma hissi yön veremez.

Bu öyle bir sahnedir ki herkes kendi sandalyesini kendi çabasıyla ve eliyle altına çeker, kimse kimsenin oturacağı yeri ve makamı tayin edemez. Yazdıklarınız sizi bir yere getirir ya da getirmez. Geldiğiniz yer, ulaştığınız mevzi, şiir ve edebiyat için ödediğiniz kefaretin bakiyesiyle ölçülebilir. Şiir, ondan ne aldığınızla da ilgilenmez. Aksine ona ne verdiğinizle ilintilendirir sizi. Şimdiye kadar söylenenlerin dışında yeni ne söylediniz, edebiyat buna bakar. Şiirinizi kurarken, patenti elinizde olan imgeleriniz var mı? Varsa endişelenmeyin.

Yazdığı dilin geliş evreleri bilmeden, oluşturduğu geleneği özümsemeden şiir yazmak, ancak ve ancak tatlı bir uğraşı olarak hatırlanabilinir. Şair/yazar olarak anılmak, kendi vehminizle oluşturacağınız bir merhale ise hiç değildir. Bu hükmü, edebiyat dünyasının kendine has parametreleri belirliyor. Yıllarca süren zorlu bir uğraşın sonunda edinilen bir sıfatı, edebiyatın namusuna sığınarak hak edebiliriz belki.

Yorumlar

İtiraf etmeliyim ki sayın Ayçiçek'in şiir üzerine görüşlerinin çok yorum alacağını tahmin etmiştim. Demek ki yanılmışım.

Belki de tez canlı olduğumdandır, yorum için geniş bir zaman diliminin varlığını unutmuşum. Çünkü bendeniz dönüp dönüp okuduğum "Derkenar" yazarlarının yıllar öncesi fikirlerinin altına acizane görüşlerimi yazmaktan dahi büyük bir keyif alıyorum. Dolayısıyla şimdi hiç de aceleye mahal yok diye düşünüyorum.

Efendim bu arada anlaşılıyor ki, Derkenar ailesinin "şiir" ile başı pek hoş değil. Nerede okuduğumu tam hatırlamıyorum ama, galiba yazarlarımızdan biri şiir üzerine üç-beş kelâm etmişti. Herhalde kayda değer anlamlı değerlendirmeler yapsaydı aklımda kalırdı diye düşünüyorum. Eğer tersi ise, yani şiire methiyeler düzmüşse peşinen özür dilerim.

Evet, değerli Ayçiçek yazısında "Şiir" ve "Şair" üzerine küçük bir el kitabı hazırlamış. Aynen az maddeli "Anayasa" gibi. Şairâne bir dille de şiir ile tanışmanın, sevişmenin, bütünleşmenin yollarına değinmiş.

Ne güzel. Şairlik mertebesine ulaşmanın yaş sınırı dahil, şiirde kalıcı olmanın çerçevesini de en ince ayrıntısına kadar gözler önüne sermiş.

Ancak dikkatimi çeken önemli bir husus var ki, temas etmeden geçemeyeceğim…

Değerli Ayçiçek, bu ülkede yazarı, çizeri, siyasetçisi, bürokratı, askeri, polisi, sanatçısı, sendikacısı, yargıcı, hocası, mollası dahil; mesleğini, sanatını hakkıyla yapan kaç kişi kaldı ki?

Kimbilir, "Şair"ler içlerinde en son gelendir. Ne dersiniz?

Macit Cününoğlu - 10 Şubat 2011 (18:07)

Macit Bey, "derkenar" a yazdığım ilk yazıya yorum ekleyerek, birbirimizin gönül menzilini de girmiş olduk. Ne hoş! İki yıl önce bir tesadüf sonucu keşfettiğim "derkenar" ı, işte bu yüzden seviyorum. Yazarlarını bırak, okuyucularının bile yorumlarında gösterdiği incelikler takdire şayan. Yazma eyleminin ahlâkına uygun bir iklim terennüm ediyor "derkenar" ahalisi. (Soy ismim: Akçiçek) sanırım gözünüzden kaçmış.

"Derkenar" ailesinin, şiir ile arasının hoş olmadığını ilk başlarda ben de hissetmiştim. Bunca üslup ve izan sahibi kalemin, "darası alınmış söz" e önyargılı olacaklarına da hiç ihtimal vermedim doğrusu. Ya iyi şiirle yolları kesişmemiş ya da şair algıları "bazı şairler yüzünden" inkitaya uğramış olmalı diye düşünmüştüm.

Efendim, şiir de tüm yazın ürünleri gibi içe dönük bir yolculuğun semeresidir. İşini iyi yapan herkes mutlaka karşılığını alıyor. Her yaratıcı kalem erbabı gibi şairleri de egosu şişkinler sınıfına dahil edebiliriz. Bunun istisnaları da mutlaka vardır. Altı şiir kitabı yayınlamış biri olarak o loncanın içinde bulundum. Gördüğüm, yorumlarınızın bir kısmını doğruluyor ama bahsettiğiniz "sanatını hakkıyla yapamama" sıralamasında, şairlere, sonlarda yer vermenize de itiraz edebilirim. İşi, incelikleri biriktirmek ve hayata bir çocuk saflığıyla direnmek olan "şair"ler çoğundan masum sayılabilirler…

Hoşbulduk efendim…

Gökhan Akçiçek - 12 Şubat 2011 (03:58)

Ah! Benim cahil aklım… Nasıl da ciddi bir hata yapmışım. Sayın Akçiçek'in soyadını düzgün yazmak işin en kolay tarafı… Ya sıralama hatasına ne demeli? İlk sırada düşündüğüm değerli "Şiir" ustalarını kalk; son sırada göster.

Değerli Gökhan Akçiçek, Sizden iki kez özür dilerim. Lütfen bağışlayınız. Artniyet yok, yaş kemâle erse de " can çıkar huy çıkmaz" derler ya, ben de tez canlılığımın iki kez kurbanı olmuşum.

Anlayışla karşıladığınız için yürekten teşekkür ediyorum.

Siz yine de şiir gibi yazılarınıza devam edin, "şiir" siz hayat rakısız, musıkîsiz, kadınsız hayata benziyor…

Saygılarımla.

Macit Cününoğlu - 12 Şubat 2011 (12:25)

"Şiir bir ahlâktır. Sistemleri bozan, emirleri reddeden bir insanın yeteneklerine göre kurulan ve yönlendirilen bir disiplini, gizli bir davranışı, "ahlâk" olarak adlandırıyorum. Bu özel ahlâk, yalanın gerçek ve bizim gerçeğimizin yalan görüneceği şekilde kendilerine yalan söyleyen ve darmadağınık yaşayan kişilerin gözüne ahlâksızlık olarak görünebilir."

* * *

"Bu ahlâkın terini yapıt olarak adlandırıyorum. Bir ahlâkın teri olmayan, herhangi bir fiziksel çabadan daha güçlü bir istenç gerektiren zihinsel çalışmadan kaynaklanmayan, kendini çok fazla gösteren ve (çünkü özel ahlâk ve ondan kaynaklanan yapıtlar bir ahlâk olmadan yaşayan veya bir kuralı izlemekle yetinen kişiler tarafından hemen görülemezler) çok çabuk inandırıcı olan her yapıt süsleyici ve uyduruk olacaktır. Böyle bir eser hoşa gidecektir, çünkü dinleyenin kişiliğinin konuşanın kişiliği yararına yok edilmesini gerektirmeyecektir. Eleştirmenlerin ve yapıtları inceleyenlerin yapıtı anında çözümlemelerini ve hızlı bir göz atışla içinde kendilerini keşfetmelerini sağlayacaktır. Oysa güzellik hızlı bir göz atışla keşfedilemez."

"O halde, biçimlenen bu yeni ahlâk bir hakaret haline gelecektir. Ancak bir gücün karşısında yok olmayı bilenleri ve hayran olmaktan çok sevenleri ikna edecektir. Ne eleştirmen, ne de hayran toplayabilir, ancak dostlar edinecektir."

Jean Cocteau, Bir Meçhulün Güncesi, Sayfa:19-20, Sel yayınları

Ulaş Günsoy - 6 Şubat 2012 (18:04)

diYorum

 

Gökhan Akçiçek neler yazdı?

55
Derkenar'da     Google'da   ARA