Patronsuz Medya

Çırpınıp içinde döndüğüm deniz

Gökhan Akçiçek - 25 Temmuz 2012  


Hikâye malum: Sivas'ın bir köyü, ihtiyarın kendinden genç sayılacak eşi son günlerde hep tedirgin. Gözü ve gönlü yokmuş gibi duruyor evinde. İğreti bir dal, her an gölgesini toplayıp gidecek, sadece gününü bekliyor.

Sezdirmiyor ama gözlerini küçüklüğünde kaybetmiş elli yaşını sürmekte olan beyi, ayan beyan her şeyin farkında. Susuyor, içine gömdüğü karşılıksız sevginin bir mühlet daha sıcaklığıyla avunmaya gönüllü. Görmeden sevmenin burukluğunu, dokunarak, koklayarak, umarak ve sazının tellerinden akıttığı ezgilerle sığınarak gidermeye çalışıyor. Okuma yazması yok ama sevmenin, sahiplenmemek olduğunu da biliyor.

Genç eş, aşığıyla gizli gizli buluşuyor, eşine fark ettirmeden haberleşmeyi biraz pervasızca, biraz da kaderiymiş gibi sürdürüyor. Göz görmeyince gönül katlanırmış. Kanarmış ama yine de katlanırmış.

"Çırpınıp içinde döndüğüm deniz" demişti ya şair o hesap. Sivas neresi deniz neresi… Denizi görmeden ummana dalmanın bir felsefesi olmalı. Bazı kelimeleri hatta imgeleri duyup, görüp, hissetmeden de kâğıda dökebilirsiniz. Ancak, sezmenin, sanat üretenlere bağışladığı bir öncelikle açıklanabilecek bir durum bu. Binlerce sayfa kitap devirsen, sergilerden, sanatsal faaliyetlerden başına kaldırmasan dahi, asla semtine uğramayacak dizeleri, başkasından duymaya ve okumaya da mahkûm olabiliyor insan.

Neyse, sözü çok uzatıp, öykünün akışını yavaşlatmayayım. Veda, bekletilmeyecek bir konuktur. Vakti gelmişse, kimse uzatamaz ve erteleyemez bu sözleşmeyi. Yaz ayı. Temmuz ya da Ağustos… Yer gök sarı. Gece, sadece yıldızlara kalmış gibi. Âşıklar, kaderlerine yürümenin hazzını tadacaklar, birazdan. Hele hane halkı bir uyusun, el ayak çekilsin, ortalık sütliman olsun…

Yaşlı koca uyumamakta. Zaten gözlerini açsa da kapasa da aynı karanlık, yıllardır göz çukurlarında oturmakta. Koltuğunun altında bohçası ile parmak uçlarına basarak holü geçen genç eş, aceleyle lastik ayakkabılarını ayağına geçirip, karanlıkta sıkı sıkıya tuttuğu eli, artık hiç bırakmayacaktır. Geriye bir kez olsun dönüp bakmaz, istese de bakamaz. Gitmenin raconudur, dönüp bakmamak. Perdenin arkasından onları sessizce uğurlayan yaşlı koca, alnına yazılan bu yazının kıvrımını, yüksünmeden taşıyacaktır hep, ta ki toprak olana kadar.

Firariler, köyden hayli uzaklaşmış, tan ağarmaya başlamıştır. Genç kadının inip kalkan göğsü, seherin buğusuyla soğumakta… O sırada fark eder lastik ayakkabısının ucundaki kabalığı. Ayak parmakları, aceleyle tükettikleri mesafeler boyunca pek de hissetmemiştir o şişkinliği. Parmaklarını biraz rahatlatmak için ayakkabılarını çıkaran geç kadının eline, düğümlenmiş bir mendil ilişir. Mendili açıp baktıklarında, onlara birkaç ay yetecek kadar para tomarı çıkar içinden. Yaşlı koca koymuştur bu armağanı. Sevdiği kadının gittiği yerde darda kalmasına rızası yoktur çünkü.

"Çırpınıp içinde döndüğüm deniz" bu dizeyi ilk kez duyduğumda kesin şair Sedat Umran'a aittir demiştim. Çünkü Umran, daha önce de "Gittin taş atarak denizlerime" demiş ve ruh momentlerini şiirin aynasından yansıtmıştı. Yanılmışım, aşkın en güzel hallerini dile getiren Sedat Umran, bu kez yüz vermemişti bana.

Behçet Necatigil boşuna söylememiştir: "Çünkü bazı şiirler, bekler bazı yaşları…" Bazı şiirler de, şairleri kendileri seçer, arar bulurlar onları. İçinde geniş çağrışımların barındığı bu dize, nasıl oluyor da bir halk şairinin ağzından dökülüyor ve dillendiriliyor. Hâlâ anlamış değilim. Buna, bilgeliğinin aşkla olan hesaplaşması deyip, çıkalım işin içinden. Çünkü başka makul bir açıklaması görünmüyor şimdilik.

Gelelim sözün yetersiz kaldığı bölüme: O yaşlı ve kör âşık, tahmin ettiğiniz gibi Veysel Şatıroğlu idi.

"Çırpınıp içinde döndüğüm deniz" i geçenlerde televizyon kanallarının birinde dinledim Veysel'in sesi ve sazından. Unutmuşum bu türkünün ezgilerini, hatırladım sonra. Kırk, kırk beş yıl öncesine gittim, çocukluğuma; çocukluğumun Bülbül Deresine, Elmalık mahallesine… Radyonun başında uyuduğum günlere döndüm tekrar. İlk o yıllarda duymuştum bu türküyü.

Geçenlerde Sivaslı şair arkadaşım Hüseyin Kaya'nın ilk deneme kitabı çıkageldi, ismi: "Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz". Sanırım, Veysel'e bir armağandı. Bu kadarı pes dedim ve bu yazı boynuma borç oldu adeta.

Sözü artık Veysel'e bırakalım:

Çırpınıp içinde döndüğüm deniz
Dalgalanır coşar ürüzgârından
Mevce gelir coşar inleyen aşkım
Ah çektikçe kaynar gelir derinden

Derya coşar inci saçar kenara
Aşk ehli dayanır ateşe kara
Bülbüller gül için giyinler kara
Seherler uyanır gülizarından

Dert ile mihnete dalmayan aşık
Ne yemiş ne doymuş eli bulaşık
Kınama Veysel'i fikri dolaşık
Ayrılmış yarinden yar diyarından

Yorumlar

Yıllar önce bunu dinlediğimde aklıma, uyan Mamoş türküsü geldi; gerci ora da Mamoş un sonu daha kötü olmuştu. Burada kim haklı, kim mağdur mevzusu yapılabilir mi? Sanmıyorum.

Nefis bir yazı.

Celâl Gün - 17 Kasım 2012 (17:50)

Hayatın kendisi çocukken dalgalanır çoşar gençken aşk ile ateşi tutar. İki kapılı hanın ne olduğunu hatırlatır. Sadık yerin kara toprak olduğunu bilir ne yaparsa yapsın yüzüne güleceğini bütün günahlarına rağmen onu kabulleceğini. Anadolu, trakya, afrika, asya, avrupa, amerika ne fark eder toprak olduktan sonra acılarr aynıı umutlar aynı insanlar aynı… Eşyanın iç sesini dinleyip, 4 duvarın içinde edebiyat okuyarak mı şaire şair demek gerek… Yoksa hayatın basit olaylarını imkânsızlık kayıtsız içinde birbirlerine, acılarını, hınçlarını katarak aktarıp 400 yıl dilden dile geçen bir türlü yok olup gitmeyen, edebiyatından tek satır okumadan sonunnda anonim yazacağını ya da telif hakkını bilmeden yaratmak mı şairlik. Sadece basit ve sadeler türküleri basit yaşamları da hırs olmadan bir güntoprağa gideceklerini bilerek… (sanırsam ''fikrim dolaşık'')

Teşekkürler yüreğine sağlık yazı için.

Clint Iswut - 6 Temmuz 2018 (02:37)

diYorum

 

Gökhan Akçiçek neler yazdı?

73
Derkenar'da     Google'da   ARA