Patronsuz Medya

Şiir ve Sabır

Deniz Türkoğlu - 14 Şubat 2012  


Konstantin Kavafis'in "bu şehir arkandan gelecektir…" diyen o güzelim şiiri var ya, işte o şiirin bu dizesinden esinle, SAYIN T.C.'den kimliklerimizin ön yüzüne -hemen görülecek ilk yer olmalı- "nereye?" sorusunu ilâve etmesini istiyorum.

İsteyenin yüzü bir karaysa, vermeyen de cimrinin daniskasıdır bana göre. Anayasa değişikliği, demokratik haklar, adalet eşitlik falan filân bu talebimin muacceliyeti yanında işlevsiz kalıyor. Böyle elzemini vermeyenden, daha da başka bir şey istemem.

Hani adın sanın ne, kimin çocuğusun, nerede ne zaman doğdun, din, hane, cilt, numara vb. kütük bilgileriyle başlayıp, insanlık hallerimizi istifleyen kafa kâğıtlarımız yok mu, işte o kafa kâğıtlarında "nereye" diye yeni bir bölüm açılıp, kutucuğun içine de ivedilikle bu dizecik yazılmalı. Yükte hafif pahada ağır bir kazanç, üstelik çipten daha hayırlı.

Şairinin yazdığı gibi değil ama zihnimde yer eden özünden hatırladığım kadarıyla, söz konusu şiir şu meâlde bir şeydir: "Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim deme, yaşadığından daha iyi başka bir şehir bulamazsın, boşuna arama. Yeni bir ülke, başka bir deniz yok, o şehir hep arkandan geliyor başka bir şey umma, ömrünü nasıl tükettiysen orada, o köşecikte, öyle tükettin demektir bütün ruhunu da…" der ya, pek manidardır fakat kalıbımı basarım ki tastamam doğruyu söylemektedir.

Şiir kimlik kartı için çok uzun farkındayım, -şairler kısa yazdıklarını söyleyip lafı uzatırlar zaten- o yüzden bir dizeceğini alalım, "şehir" sözcüğünün yerine de "vatan" sözcüğünü koyalım, o yeter bize.

Son hali şöyle olsun yani: Nüfus cüzdanlarının ön yüzünde janjanlı bir grafikle tasarlanmış "nereye" sorusu ve hemen yanında da büyük harflerle "Bu vatan arkandan gelecektir." açıklaması, nasıl, güzel olmadı mı?

Bırrr, o ne öyle, Freddy'nin kâbusuna benzedi diyenleri duyar gibiyim. Alakası yok. Maksat cennet vatanımın güzelliklerini vurgulamak aslında.

Yaşadığımız toprakların altından da üstünden de biteviye fışkıran el yapımı hazinelerini tanımak, tanıtmak, mevcudiyetimizle ya da düzden okuyalım: Cumhuriyetimizle gururlanmak! (Evet, gururlanmak pek tabii, nasıl ki muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızda dolaşan asil kanda mevcutsa, "hakikate" ait erişebilecek en tepe nokta da, iddia ediyorum bu karmaşanın içinde bir yerlerde durmakta.) Her gün her saat başı değişen bomba gibi gündemlerin ortasındayız, kıymetini bilelim demek biraz da.

Türk'ü, Kürt'ü, Ermeni'si, Rum'u, Yahudi'si, Laz'ı, Çerkes'iyle yetmiş beş milyonun tamamına lokma var bu sofrada. Üstelik bu hamur daha çok su kaldırır.

Ve üstüne üstlük her gün adeta yeni baştan yaratılıyor, geçmişe saplanıp kalmıyoruz (geçmişte yaşamak bir çeşit gericiliktir zaten). Darbeleriyle, muhtıralarıyla, 30 yıl savaşlarıyla, faili meçhulleriyle, faili yakinimdirleriyle, hak, hukuk, vicdan ihlâlleriyle falan yüzleşmek zorunda kalmıyoruz. Arkaya bakacak zamanımız da enerjimiz de yok ve buna ihtiyacımız da yok, geçmiş geçmişte kaldı, üstü kalsın diyebilecek kadar bonkörüz nasılsa. Aynı şekilde "şimdi ve gelecek" hakkında da merak edilecek, görülecek bir şey yok, afyon tekkesindeki keşler gibi kesif bir dumanın altında kafalanmaktan ötesi yok çünkü.

Dünyanın gözde habercileri, gazetecileri, yazarları, sanatçı ve entellektüellerinin son trendi artık İstanbul meselâ, pılıyı pırtıyı toplayan İstanbul'a yerleşiyormuş. Paris, Londra, New York gibi şehirler tüm cazibesini yitirmiş ve durgun bereketsiz can sıkıcı hayatlarıyla gözden düşmüşler ne yazık. Olay yok, kan cinayet katliam vs. gibi insanın içini gıdıklayan maceralar yok, dolayısıyla adrenalin yok. Kazdıkları yerden en fazla petrol çıkıyor. Coğrafyalarında bir numara yok. Nasıl ve nereden beslenecekler? Neyin haberini yapıp, neyin hikâyesini yazıp çizecekler? Türkiye'nin kararsız, dengesiz, kaygan, kanlı canlı karakteri tam onlara göre değil mi? Tarih cesetler üzerinden yazılır ama egolar yaşayanlar üzerinden tatmin edilebilir yalnızca. Bizde her iki durum da mevcut maşallah.

Kanı fokurdayan yerli kanaat önderlerimizden biri de geçenlerde şöyle bir cümle kurmuş: "Eski Türkiye'ye dönüş için çılgınca bir zorlama olursa bu iç savaşa kadar gider." Bir diğeri de "cami ile kışla arasında kanlı bir savaştan korkuyorum" demiş. Korku dolu düşünceleri yüzünden her ikisini de için için kınadım. Gitsin efendim, her Türk asker doğar, haberiniz yok mu sizin?

Fakat bu korku meselesi gerçekten önemli. Bilimsel çalışmaların en doğru ve en mühimleri her daim Amerikan veya İngiliz üniversitelerinde yapılır ya, yine onlardan birinde yapılan önemli bir araştırmaya göre (üniversitenin adının ne olduğunu unutmuşum, zaten yine onlardan biri insanın beyin ve hafıza faaliyetlerinin kırk yaşından itibaren gerilemeye başladığını ispatladı, unutkanlığım bilimden destek alıyor yani): Korku kültürüyle büyütülen çocukların sorgulama yeteneklerinin felce uğradığı ve bu çocukların diz boyu "alıklaştıkları" bilimsel olarak kanıtlanmış.

Buyurun bakalım, ben felâket diye buna derim. Meğer korkuyla büyütülen çocuklar kolayca istenilen şekle sokulabiliyor, kim ne derse itiraz etmeden onu yapıyorlarmış.

Ne merak, ne sorgulama ne de karşı koyma, Türkçeleştirirsek "sen sağ ben selâmet" boyutuna vasıl oluyorlarmış. Sistemin biçtiği değeri kabullenme, kendine değer vermemekle eşdeğermiş sanırsam. Vah vah, bu araştırma Türkleri de bağlar mı acaba?

Bağlasa da bağlamasa da artık olan olmuş. Biz bundan sonrasına dikkat edelim. Bayrağı çocuklarımıza devredeceğimiz, vatanı ellerine bırakacağımız düşünüldüğünde, tatsız bir durumla karşılaşmayalım.

Aman diyeyim, biz biz olalım, çocuklarımızı korkutmayalım. Şiir diyordum ben, hem de Türk'ün karşısında pısmış korkak Yunan'ın şairinden şiir diyordum, öyle sanıyorum ki şiir, hafızalarımızın kirli duvarlarını ve hakikatin bataklığa dönüşmüş derinliğini sonsuza uzanan bir cetvel gibi boydan boya ölçüp, bize nereye doğru gittiğimizi söyleyebilir.

Toprağın üstünde elde silâh su gibi kan dökmekten, toprağın altında oturduğumuz her karışı kazma kürek eşelemekten daha iyi bir şey anlamına gelir mi bu, onu bilmem. Bilenlere sözüm yok, benim gibi bilmeyenlere mesajımdır: Sabır!

Sabır, hayatı rencide etme korkusundan başka nedir ki? Ya şiir, sanki bundan başka bir şey mi?

Yorumlar

Yazıda sözü edilen şiirin Herkül Millas ve Özdemir İnce tarafından yapılan çevirisini paylaşmak isterim:

KENT

"Başka diyarlara, başka denizlere giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa.
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam;
ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya.
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam burada
gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca
yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın."

Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın, ne bir gemi var, ne de bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte, yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde.

Konstantinos Kavafis

Büdütör - 15 Şubat 2012 (15:32)

Aynı şiirin bir de Barış Pirhasan ve Erdal Alova tarafından yapılan çevirisi var:

AYNI KENTTE

Dedin, "Bir başka ülkeye, bir başka denize gideceğim.
Bundan daha iyi bir başka kent bulunur elbet.
Yazgıdır yakama yapışır nereye kalkışsam;
ve yüreğim gömülü bir ceset sanki.
Aklım daha nice kalacak bu çorak ülkede.
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam
hayatımın kara yıkıntıları çıkıyor karşıma, yıllarıma kıydığım, boşa harcadığım."

Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın.
Bu kent peşini bırakmayacak. Aynı sokaklarda dolaşacaksın.
Aynı mahallede yaşlanacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Bu kenttir gidip gideceğin yer. Bir başkasını umma-

Bir gemi yok, bir yol yok sana
Değil mi ki, hayatına kıydın burada
bu küçücük köşede, ona kıydın demektir bütün dünyada.

Konstantin Kavafis

Büdütör - 15 Şubat 2012 (15:34)

Sevgili Büdütör, ben de Cevat Çapan tarafından yapılan çevirisini çok severim.

ŞEHİR

"Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, "dedin, "bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam, kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün, boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede."

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda
dolaşacaksın. Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma-
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.

Konstantinos Kavafis

Tunçer Baykaş - 2 Mart 2012 (17:55)

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

47
Derkenar'da     Google'da   ARA