Patronsuz Medya

Performansçı geldi hanııım!

Candan Dinç - 18 Şubat 2010  


Performans ölçme diye çok mühim bir mezura var.

Çoğu beyaz yakalı bu işçiler gelişime açık, yaratıcı, dakik, becerikli midir? Zayıf yönleri nelerdir? Zam dönemlerinde, işten çıkartma (rutin taze kan arayışı) krizlerinde, işbu performans notu masaya yatırılır. Yüksek notlulara kârdan pay/sus payı verilir; diğerleri uyarılır. İşten atılması planlananlar, (kanunen haklı sebeple işten çıkarıp tazminat ödememek için) üst üste iki dönem uyarılmak suretiyle kapının önüne konulurlar.

İyi iş çıkarıp makbul sayılmayanlar da vardır: Kapının önüne konmaları rasyonel değildir; ama öte yandan, "proaktif" olmayan, hevesli görünmediklerinden etrafın motivasyonunu düşürebilecek bu kişilerin, orada çalışmaktan gurur duymadıkları da fark edilirse iş değişir.

Biyolojik varlığını sürdürmek için o hapishaneye girmeye razı olan, gardiyanlardan hiç hazzetmeyen bu kişiler arkalarına bakmadan kaçarlar.

Kalıcı olanlar: Ev-araba-eş almaya girişenler, evlâd-ü iyâl sahibi olup viran olası haneye mecbur kalanlar, bekâr kalan, evlense de çocuk doğurmayıp ferah feza mesaiye kalanlar. Hevesli değildirler, bu çarka zorunluluktan dişli olurlar.

Eve bakması gereken erkek olunca işten çıkarma sırası belirlenir: Bekâr, sorumluluğu olmayan (!) gencecik kadın ve erkekler; evli kadınlar (kocası geçindirir evi nasılsa); çocuksuz evli erkekler; evli, çocuklu erkekler.

Ev geçindirmek erkeğin sorumluluğunda sayılırken; kadının özgürlüğünün ekonomik bağımsızlıkla ilgisinden ve falan filândan bahsederek kadınları çalışma hayatına bağlarlar, ki bu anlaşılması göründüğü kadar zor olmayan bir paradokstur.

Kadınlar işgücünü bollaştırır, ücretleri düşürür. Gerektiğinde işsiz (yedek işgücü) yapılır, çalışmalarının gereği açıkça kanıtlanmıştır(!). Bekâr-çocuksuz erkekleri, evli-çocuklu kadınları ikame eder bekâr, sorumluluktan azade genç kadınlar.

İş görüşmelerinde "insan kaynakçıları" terbiyesizce soruyormuş: Nişanlılara "Ne zaman evleneceksiniz?", evlilere "Çocuk düşünüyor musunuz? Ne zaman?" .

İnsanlar "Çocuk yapmama taahhüdü iş sözleşmesine konulsa ne olur?" diye soruyor. "Çocuk doğurdunuz diye işten atamazlar" dense de nafile.

Yuh! Bir de zorla doğum kontrolü uygulatsınlar! Öyle faşizan olur ki bu uygulama, kapitalizme pek yaraşır!

İşverenin çalışanlarda aradığı performans, makineler için de önemlidir. Onların performansı test edilir ve yıllar boyu izlenir. Yıprandıkça tamir masrafları artar ve yavaş yavaş hurdaya çıkarılmaları veya ucuza elden çıkarılmaları gerekir.

Metreslerde de performans aranır. Alımlı olması, sosyal ortamlarda "taşınabilirliği", görgüsü-bilgisi, "dost" una tapması, karısı gibi dırdır etmemesi, vb Amortisman süreleri adamına göre değişir, eğer adamın cüzdanı/ensesi kalınsa. Cüzdan zayıflamışsa, metres adamı başından def eder. Kimi adam, sıkça metres değiştirir, kimi çok gençleri kovalar, kimi de metresini bir tür ikinci eşi sayar.

Sonuncular için, temelde duygusal bir sebep olabilir. Karısı gibi kendisini aşağılamayan bir metres, çocuğu gibi görüp şefkat de duyduğu genç metres vb

Duygusal sebep makineler için de sözkonusu olabilir, işinin erbabı bir fabrika ustası alıştığı makineden ayrıldığına üzülebilir. Onunla iyi günde kötü günde kaderini paylaşmıştır. Daha gelişmiş bir makineye alışmanın güçlüğü, kendi performansını etkileyeceği aklına gelebilir.

Performans notu verenin duygusal tatmini nedir? Kendisine yalakalık yapılıp sahte övgüler düzülmesi.

Bu konu nereye bağlanacak? Belli olmaz. Yıllar önce birine: "Sanki kendimizi satmak değil mi bizimkisi de? Çalışkanlığımızdan deneyimlerimize, bitirdiğimiz bu bu okullardan, bildiğimiz şu şu yabancı dillere kadar sayıp en iyi koşulları önerene koşarak gidiyoruz" demiştim. Beyaz yakalarımızı titreterek düşündüğümüz şey beynimizi sattığımız olsa bile, bedenimizin de ofise, yani "yeni nesil" fabrikaya, işçilerin birer makine haline geldiği, çalıştıkça aptallaştığı, aptallaştıkça neye maruz kaldığını idrak edemeyecek düşkünlüğe eriştiği ofislere hapsedilmesine izin veriyorduk. "Makineleşmek isteme" şiirselliğine yükselmeyi tahayyül edemiyorum.

Plaza işçilerine, yöneticilerle ayrı dünyaların insanları olduklarını düşünmesinler diye, yöneticiliğe giriş tadında unvanlar verilir. Ücretli çalışmak özgürlükse eğer, ya hapishanenin özgürlük alanı olduğunu kabul etmek veya yapılan bu edime çalışmak değil, olsa olsa kahrolmasını istediğimiz "ücretli kölelik" demek gerekir.

Bir defasında, işyerinden -ama sadece "o işyerinden" - bunalmış bir iş arkadaşıma, sorunun orada olmadığını, her işyerinde fena halde satın alındığımızı, hatta sevişeceğimiz saatleri bile patronun belirlediğini söyleyivermiştim.

Açıklamak gereği doğdu: "Resmî tatil değilse, sabah vakti yahut öğleden sonra falan seviştiğin oldu mu?"

Sevişecekseniz resmiyet içinde sevişin efendim!

Velhâsıl-ı kelâm, insan kaynakları nedir? Bence bildiğiniz personel işleri. Bir tiyatrocumuza göre, insan kaynağı anne rahmidir. Kulak tanığıyım, belge gösteremiyorum. Beyaz yakalı plaza personeli de işçidir, unvanları ve şık giyimleriyle işçi olduklarını unutma eğilimleri bunu değiştirmez.

Patronların rengi belli, işçilerin de öyle. Ama, amorf demeyi uygun bulduklarıma değinmemek olmaz.

Müdürler: Kanuna göre patron karşısında işçi, işçi karşısında patron vekili olanlar. Karakterlerindeki erime, işçinin ortama sürekli uyum sağlamak zorunda kalmaktan mütevellit karakterinin yıpranmasından çok daha fazladır. Bir yandan yala(kala)n(ıl)mak isterler, bir yandan da yala(kalan)mak zorundadırlar.

Allah kolaylık versin, onlarınki ne makine, ne metres, ne de işçi olmaya benzer, çoook performans gerektirir!

Yorumlar

Pek aynı şeylerden bahsetmeseler bile, yazınız tam da neo-liberal dünya üzerine bir şeyler yazarken geldi. Çalışma hayatına etkileri konusunda aşağıdaki iki link tavsiye edebilirim.

* Etik Acı, Ruhsal Acı, Acıların İnsanı (Bianet)
* Herkese iyilik yap, unutuşa diren, az çalış

Bir de, yazımın reklâmını yapmak gibi olmasın ama, sitede yayınlanan "sahibinden, kullanılmamış vicdan" yazım bu insan kaynakları erbabından biraz söz ediyor.

Kâmuran Kızlak - 19 Şubat 2010 (17:55)

Pezevenker Kompartmanı'nın bahsettiğiniz yolcuları, artık patronlarına vekâleten yürüttükleri işten çıkartma sürecinde, inanılmaz bir yaratıcılığın yanında, alçaklığın zirvesine (nasılsa bu) ulaşmışlar.

Bundan bir yıl kadar önce otobüs ya da minibüste, çalışma yaşamına henüz adım attıkları belli olan iki gencin konuşmalarına kulak misafiri olmuştum. İşten çıkarmalarla ilgili olduğunu duyunca kulak misafirliğini bırakıp düpedüz kulak kabarttım. Duyduklarımdan dehşete düştüm.

Vekâlet artık çalışanlardaydı, ama çalışanlara işten çıkarılacakları seçtirmenin abesle iştigal olacağını bildiklerinden, yaratıcılıklarını konuşturmuşlardı: Çıkarılacak adayları, çıkarılmayacak çalışanlara söyleyip bunlardan hangisini/hangilerini çıkarmamaları gerektiğini soruyorlardı. Kanım dondu damarlarımın içinde…

Verdiğiniz bağlantılar için de teşekkürler…

Candan Dinç - 19 Şubat 2010 (22:59)

diYorum

 

Candan Dinç neler yazdı?

55
Derkenar'da     Google'da   ARA