Patronsuz Medya

Rezidansta Yaşam

Bilge Bozkurt - 17 Ekim 2011  


Şehrin tam ortasında ya da kilometrelerce uzakta olsun, adları hep çok havalı oluyor bir kere. Masa başında toplaşıp saatlerce kıvranıyorlar sanırım, "bizi diğer yüzlercesinden farklı kılacak ismimiz ne olsun" diye. Mutlaka profesyonel destek alanlar vardır aralarında, "yeterince eşsiz isim bulamadık, siz bulun" diyorlardır reklam gurularına.

En önemli aşamanın, bu diğerlerine hiç benzemeyen isim bulma işi olduğunu düşünüyorum. Benzersiz isim ve logo bulunduktan sonra, gerisi çorap söküğü gibi geliyordur zannımca. Asıl mesele, kapanın içindeki peyniri, kısaca zırttırıbıt hill, tower, kule, kent, residance, palas ön (son) ekli en fiyakalı adı bulabilmek. Arkasından gelsin görseller, çarşaf çarşaf.

Sanırsınız ki bu binaların arkasında bir büyükşehir yok. Öylesine, birdenbire, ansızın, toprak üstünde, kendiliğinden bitivermişler, pıtırak misali. Geri planda, kanatlarını açmış süzülen kuşlar, parçalı bulutlu ama hep masmavi bir gökyüzü, tam çizilesi kıvamda. Kuşlar hiç göç etmemişler, çok beğenip bu eşsiz gettoları, temelli kalmaya karar vermişler belli ki. Kutu, kutu pense evcikler, suit, stüdyo, 1+1, 2+1, artık ne kadar hücre istiyorsanız o kadar, her türlü yani. İster çimenlere açılsın evinizin kapısı, ister gökyüzüne, muhteşem ötesi, hayallerinizin tam karşılığı, masallardaki gibi.

Görsellerde olmazsa olmaz diğer unsurlarları hatırlayalım şöyle bir: Havuz başında bikini, monokini, her neyse o yılın modası, onunla gezinen ideal ölçülerdeki kadınlar, baklava baklava erkekler, göletin çevresinde sabah koşusu yapan mutlu çiftler, bebeğini arabasına yerleştirmiş, doğum kilolarını bu rezidanslarda yaşadığı için birkaç ay içinde verivermiş huzurlu anneler, rahatlığı tartışmasız banklarda oturan yaşlı karıkocalar, yeşil peyzaj öbeklerinin içinde top oynayan, ip atlayan çocuklar. Led ışıklar içindeki cennet bahçeleri (bu da gece manzarası ki, benzersiz).

Tüm şehre hakim fitness salonlarında, koşu bantlarının üzerinde "benim var, ya sizin" bakışları fırlatan, kendini kanıtlamış bireyler. Rezidansın hemen dibindeki alışveriş merkezlerinde, kafe, bistro ve restoranlarında (olmazsa olmaz göl manzaralı sosyal tesisler) para harcamaktan doyumsuz keyif alan, kentin karmaşasından uzaklaşmış, kımıl kımıl mutlu insanlar. Tıpkı gerçek hayat gibi değil mi? Kusursuz kaldırımlar, parke taşları, minik şelâleler, tasarım şahikası giriş takları, süs havuzları, dörtmevsim çiçek çiçek bahçeler, domates (organik) fidesi dikebileceğiniz akıllı teraslar.

Gazete, dergi, internet sayfalarında, her gün sayısı artan bu yeni yaşam umutlarına bakınca içim kıymık kıymık oluyor. Öde öde bitmez banka kredileri geliyor aklıma önce, ardından bu kusursuz evciklere sığışmak için ödenen büyük bedeller. Bizi her geçen gün diğerlerinden biraz daha kopartan, bu çarpık kentleşmeyi (güpegündüzkondularla dolu) çağdaşlık belleyen zihniyet geliyor aklıma daha sonra. Aç gözlü, acımasız kapitalist sistemin daha, biraz daha, azıcık daha diye diye dürttüğü, fani dünyada totosu yer görmeyen, bi damla huzuru ancak dörtkolluyla taşınırken bulacak olan, orta sınıfın ihtiraslı bedenleri geçiyor gözümün önünden.

Tüm rezidanslar bizim için inşa ediliyor nasılsa. Neden bizim de bir sırça (en yalıtımlısından) kafesimiz olmasın? Hiç peşinatsız, sıfır vade. Kira öder gibi…

diYorum

 

Bilge Bozkurt neler yazdı?

<
47
Derkenar'da     Google'da   ARA