Patronsuz Medya

Hayat çok rutin arkadaş

Alper Uzun - 22 Mart 2013  


Hani bu hayatta her şey çok rutin ya. Hani hep o bildik yaz mevsimi gelir de sonra ardından kış gelir ya. Doğmak, büyümek ve sonra da yaşlanmak gibidir de bu rutin. Tıpkı bir dairenin etrafında koşup durmaya benzer halimiz. Yakından ama çok yakından baktığınızda düz bir çizginin üzerinde koşuyor gibiyizdir.

Sonra uzaklaşınca fark ederiz ki o düz çizgi aslında koca bir daireymiş. Detaylar vardır tüm bu rutinin içinde. Birbirimize benzerliğimiz ya da farklılığımız da hep o detayların ardındadır. Büyük resime bakınca yoktur farkımız, sonuçta hepimiz insanız. Fakat olaylar karşısında verdiğimiz tepkiler, bakış açılarımız, kullandığımız kelimeler, duyarlılıklarımız ya da hiç bir zaman olmamış inceliklerimiz ile ayrılırız birbirimizden.

Fakat bu durumda bile yine rutin olan bir şey vardır. Kümelere ayrılsak yine bir şekilde hep bir araya düşeriz. Kısacası en özel, en orijinal olduğunu düşündüğümüz şeylerin bile daha önce paylaşılmışlıkları ve sıradanlıkları vardır.

Bize özel olduğunu düşündüğümüz bir durum aslında bizden öncesinde de bu dünyada milyonlarca, milyarlarca insan tarafından defalarca yaşanmıştır. Sadece bizim bilmediğimiz bir durum ve heyecan olması bize özel olduğunu hissettirir. Bu tıpkı yeni bir araba aldığınızda sevinirken, modeline, konforuna hayran kalırken, aslında tıpkısı aynısından daha yüz binlerce arabanın da aynı şekilde olmasını unutmamız gibidir. Herkesinki kendine göre özeldir, orasına burasına taktığı nazar boncuklarıyla, aksesuarlarıyla farklı bir karaktere bürünür. Çok zorlasak arabası için benzer süslemeleri yapan binlerce insan daha bulabiliriz.

Kimi insanlar rutini sever, güvenli bir sığınak gibidir. Sürprizler yoktur. Her adım bir öncekinin kopyasıdır ve benzer bir güvende tahmin edilecek şekilde yaşanır. Kimisi ise rutinden nefret eder. Özellikle de bu rutinin yaratıcılığını öldürdüğünü düşünür.

En maceracı olanımız bile sonunda bu hayatın değişmez kuralı olan rutinliğe saplanır. Sürekli değişimin olması bile tıpkı o dairesel yapıya yakından bakmamızdaki detay gibidir. Düz çizgi değildir yaşadıklarımız, hep benzer bir dönüşüm içindedir hayatta her şey. Peki bunca pek bildik bu döngüye nasıl çare bulunabilir ki? Hani kendini rutinde sıkışmamış hissettirmek için ne yapılabilir ki?

Herkesin kendine göre bir cevabı vardır mutlaka. Hatta rutinde sıkışmayı sevenlerin bile vardır. Ne bileyim meselâ hani 'çıkmaz sokak işleri' dedikleri bir işimiz vardır diyelim. Hani bilirsin, daha 35 sene de çalışsan hiç bir değişlik olmayacaktır hayatında, aynı evrakları farklı isimlerde oradan buraya koyacaksındır, ya da hep o kapıyı açmaktan başka bir şey yapmayacaksındır gibi.

Örnekler daha da çoğaltılabilir elbette ama anlatmak istediğim şey, hani sadece hayatınızı kazanmanızı sağlayacak ve başka da hiç bir özelliği olmayan işler. Bu çıkmaz sokak hissini kırabilmenin en güzel yolu mutlu olabileceğin bir şeyleri yapabilmektir. Büyük adımlar atarak değiştiremiyorsan bile küçük adımlar atarak da olsa hayatına renk vereceğin şeyleri yapabilmektir. Bu da belki başka bir rutindir ama kişiyi hayata bağlar. Serotonin hormonunu salgılatır, mutlu eder. Tıpkı pencerenizden içeri giren güneşin içinizi ısıtabilmesi gibidir.

Mutluluk hayatın tüm rutinlerini ve gri tonlarını siler, önemli olan sizi neyin mutlu edebildiğini bulabilmektir. Mutluluk veren ne ise onun büyük ya da küçük olması değildir önemli olan, size verdiği mutluluğun büyüklüğüdür.

Bir de mutluluk verebilecek şeyleri göremeyen ve fena halde yaşadıkları anı kendi kendine değersizleştirenler vardır. Tıpkı şu örnekte olduğu gibidir durum.

Manzaraya birlikte bakıyoruz. Ilık bir bahar akşamı. Şehir körfeze doğru uzanıyor. Işıklar büyüleyici. Gökdelenlerin etrafını müstakil evler sarmış. Yokuşları bol olan bir şehir bu. Sol tarafımızda ise o meşhur köprü, tüm turuncu rengiyle iki yakayı birbirine bağlıyor. Daha ne kadar yazarsam yazayım, o manzara ancak görülünce daha iyi anlaşılacaktır. Ben öyle hayran hayran bir süre daha bakıyorum. Hani susuz bir adamın kana kana suyu içmesi gibi bir durum benimkisi. 'Evinin manzarası harika, insanın ömrüne ömür katar, çok şanslısın' dediğimde, 'Ben her gün görüyorum ki, zaten' diye cevap veriyor arkadaşım. Her gün görüyor olması artık onda bir körleşme yaratmış. Aslında her gün bu manzarayı görebiliyor olmasından ziyade bunun değerini bilememesi ve hatta kanıksaması daha ilginç geliyor bana.

Olanaklarına bakılırsa, yukarıda anlattığım adam çok şanslı biri. Harika bir şehirde, harika bir evde yaşıyor. Fakat bunların hiç birinin farkında olmaması daha doğrusu değerini bilememesi ise onun en büyük kaybı oluyor. Hayatının rutininde kayboluyor, hem de pek bir can sıkıcı şekilde.

Rutin hayatlarımızı daha da rutinleştiren, kendi renksizliğimiz oluyor sonunda. Mutlaka bir köşede, bir kenarcıkta mutlu olabileceğimiz şeyler saklıdır. Onu bulanlar işte bu hayatı mutlu yaşayabilenler ve rutini görünmez kılabilenlerimiz oluyor.

Yorumlar

Paldır küldür yuvarlana yuvarlana sürdürdüğümüz hayatın içerisinde, yaşadıklarımızı sindire sindire yaşayamamak sanırım zaman zaman hepimiz için bir pişmanlık nedeni.

Makul düşünürken hissettiğimiz ve kararlar alıp bir daha yapmamaya söz verdiğimiz bu davranış biçimi, nedense ertesi gün sürdürülmeye devam ediliyor.

Çok güzel bir şehri ya da örneğin bir ormanı gezerken ya da bir gösteriyi seyrederken, kendimizi kaptırıp o anın tadını çıkarmak dururken, elimizdeki video kameralarla ya da fotograf makineleri ile görüntü kaydedeceğiz diye uğraşmak gibi bir şey bu.

Hayatı ıskalayıp gidiyoruz işte.

Ooof, of!

Melih Özel - 23 Mart 2013 (21:19)

diYorum

 

62
Derkenar'da     Google'da   ARA