Patronsuz Medya

Beyin verimliliği mi, beyin göçü mü?

Alper Uzun - 10 Eylül 2009  


Hemen dönemeyeceğini, pek de uzaklara gittiğini anlaman için kelimenin tam anlamıyla ayaklarının gittiğin o ülkenin topraklarına basması gerekir.

Sevdiklerin ve sevdiğin yerler artık pek bir uzaktadır. Elbette istediğin zaman dönebilirsin ama özellikle doktora eğitimi için gelmişsen, bu durum tıpkı bir dağcının dağa tırmanması gibidir. Her adımda birazıcık daha yerden uzaklığın artmaktadır. Hani olur da eğer düşersen onun da şiddeti daha fazla olacaktır. Dolayısıyla, çıkmaya devam edersin. Düşmek kolay ve acıtıcıdır, tıpkı başaramadan dönmek gibidir.

Çok mu dramatik anlattım genç bir bilimadamının yolculuğunu?

Dramatik değil halbuki.

İki bavulla yeni bir hayat kurmaya başlamak da pek kolay değil. Yollarında yürüdüğünüz şehir size pek bir yabancıdır. Öyle yolun karşısından size seslenen dostlar yoktur oralarda. Zaman içinde hepsi yeniden olacaksa da ilk günlerde yoktur. Sil baştan yaparak hayata başlamak gibi bir durumdur bu. Sabır işidir.

Hani "beyin göçü" diyorlar ya, ilk başlarda sahiden de böyledir. Yalnızlığınız ve uzaklığınız seçimleriniz sonucu şekillenmiştir. Zaten hayatın da kendisi aynen budur. Seçimlerimizdir hayatı şekillendiren.

Beyin göçüne inanmayan biri olarak. Bunun sadece beden göçü olduğunu söyleyebilirim. Özellikle fen ve tıp bilimlerinde beyin göçüne inanmıyorum. Aksine, ülkenizde olanaksızlıklar yüzünden yapamayacağınız araştırmaları gereken altyapıya sahip olan ülkelerde yapmak, sadece ülkenize değil tüm insanlığa katkı sayılır. Bulacağınız bir tedavi yöntemi ya da teknik bir metod belki de tüm dünyada kullanılacaktır. Gittiğiniz ülkenin imkânlarını kullanarak yaptıklarınız, belki de ülkede kalarak hiç bir zaman başaramayacağınız şeyler olacaktır.

"Gidenler dönse, burada da öğretseler, buradaki öğrencileri yetiştirseler fena mı olur? Dönsünler."

Elbette birçok kişinin iyi niyetle dile getirilen bu isteği ne yazık ki bu şekilde pek gerçekleşmez. Yurda dönünce karşılaşılan olumsuzlukların sayısı ne yazık ki daha fazla. Heyecanla işime sarılayım derken, bölüm içi çekememezlikler, meslekî kıskançlıklar, gün be gün hevesinizi azaltıp heyecanınızı kırarken, kendinizi de sorgulamaya başlıyorsunuz.

Yaptığınız eğitimi de sorguluyorsunuz. Verdiğiniz onca zamanı da. "Keşke hiç yapmasaydım" düşüncesinden, "keşke hiç geri dönmeseydim" pişmanlıklarına kadar.

Tabii ki geri dönüp de harika koşullarda çalışan bilim insanları da var. Ama öyle çoğunlukta değiller ne yazık ki. (Zaman içinde çoğunlukta da olacaklar, inancım bu yönde.)

Bir dönemde dört ders vermekten tutun da, teknik donanım yetersizliğine kadar pek çok sorun ile boğuşmak kolay değil. Üzerine bir de bölüm içi çiğ insan ilişkilerini ekleyin, işte o zaman farkediyorsunuz "hayallerinizdeki" geri dönüş meğerse en güzeliymiş.

Üniversitede hoca olmak lisede olduğu gibi olmamalı. Dönem içinde dört ders veren bir bilim adamının araştırma yapacak zamanı kalmadığı gibi, öğreteceği şeylerin de bu bilgi çağında geride kalmasına şaşırmamak gerekir.

Genelde yurt dışında (bilim alanında) durum şu şekilde gerçekleşiyor; eğer çalışkan bir insansanız ve sosyal ilişkileride sorunlu biri değilseniz, çevrenizden büyük destek görüyorsunuz. Bulunduğunuz ortam, şevkinizi kırıcı ve yıkıcı değil, sizi cesaretlendirici bir oluşum gösteriyor. Kısacası, ortamdaki yetkili kişiler sizlerin bu heyecanınızı ve çalışkanlığınızı görüyor. Zaten en iyisini seçmeye dayalı bir sistemde olunca işler daha rahat yürüyor.

Evet, çalışma ortamı çok yoğun ve hatta çok yarışmalı bir şekilde devam ediyor. Ama işin hakkını vermeyince yarım yamalak ve kimseye de faydası olmayan işler çıkmasından çok daha iyidir. Varsın yarışmalı olsun ortam, diyorsunuz.

Hakkınız yenmedikten sonra korkunuz ne olabilir ki? Hem çalışmaktan zarar gelmez ki. "Gençken çalışmazsak ne zaman çalışacağız?" der bir arkadaşım.

Üniversite kurmak, önce apartmandan çevirme bir binayı ofislere döndürmek, ardından zaman içinde çevresine benzer binaları ekleyerek donanımlarını sonraya ertelemek ve bilim insanlarını içine doluşturmak olmamalı.

"Hatta -mümkünse- yurt dışında eğitim alsın da gelsin, yeni atandığı üniversitesinde bildiklerini uygulasın."

Daha yeni kurulmuş doğru dürüst donanımı olmayan ve sırf açılmış olmak için açılan bu üniversitede uygulama ve bilimsel çalışma beklemek pek bir hayalcilik olmaz mı?

Mecburi hizmeti olanların elbette dönmeleri gerekiyor. Öncesinde bunun sözünü vermişler zaten imzalarını atarak. Ya da göreve başlamama durumunda bunun karşılığı olan parayı vermeyi kabul etmişler.

Dolayısı ile bazen zorunluluklarımız bizi mecbur kılar. Ama mecburi hizmeti olmayanların gittiklerinde dönmelerini beklemek biraz haksızlık oluyor.

Yani dönüp de çalışabiliyorlarsa ve verimli olacaklarsa dönmeliler. Fakat şunu da düşünmek lâzım; mükemmel çalışma imkânları ile çok iyi araştırmalar yapabileceklerse bir süreliğine daha kalmalılar. Sadece ülke yararına değil, insanlık yararına da kalmalılar. Dünyanın bir ucunda bile olsa bulunacak bir tedavinin her yere yayılıp, insanların faydalanabileceğini düşünmek hiç de hayal değil.

Diğer taraftan, işin bireysel bir tarafı da var. Kişi bir yerden sonra belki de kendini düşünmek zorunda. Dönüp de ne kendisine, ne de çevresine bir faydası olmayacaksa belki de dönmemeli. Belki de verimli ve mutlu olduğu yer neresi ise orada kalmalı.

Sonuç olarak, dünyanın bir ucunda ve ülkesinden pek bir uzakta bile olsa başarısı dünyanın her yerine etki edecekse, insanlığa katkısı olacaksa, bilim insanının o zaman bunları yapabileceği yerde kalmasının ne zararı olabilir? Bilim adamı da olsa, bir insan olarak verimli ve mutlu olmayı seçmesi beyin göçü olarak görülmemeli. Aksine bir beyin verimliliği olarak düşünülmeli.

Yorumlar

"ABD ve Avrupa'dan geri dönmeleri sağlanan 54 bilim adamının ismi sır gibi saklanıyor."

"ABD ile Avrupa'daki üniversitelerde görev yapan 54 bilim adamının, tersine beyin göçüyle Akdeniz Üniversitesi'ne (AÜ) getirildiğini belirten Rektör İsrafil Kurtcephe, güvenlikleri nedeniyle bu isimlerin kimler olduğunu ise açıklamadı.

Rektör Kurtcephe, beyin göçünü geriye çevirmek için Türkiye Cumhuriyeti'nin şu ana kadar planlı bir politika izleyemediğine işaret etti."

Gazetede gördüğüm haber bana bu yazıyı hatırlattı. Döndüm, bir daha okudum. Ve hayretle gördüm ki, bir tek yorum (katkı) bile yapılmamış.

Düşündüm ki, beyinlerimiz topyekûn göçmüş, biz de bu göçüğün altında kalmışız.

İlgilendiğimiz, üzerinde zihin yorduğumuz konuların sayısı ikiye, bire, buçuğa inmiş. O da popüler medyanın ısıtıp ısıtıp önümüze sürdüğü birkaç tabak nevaleyle sınırlı.

Vaaah vah! Yazık bize…

Durmuş Düşünür - 27 Mart 2013 (12:19)

Halbuki sır gibi neden saklanır ki? Şeffaflık daha iyi değil midir? 'Güvenlik sebebiyle saklı tutuluyor' denmesi ise iyice tuhaf geldi bana.

Bilimde beyin göçünün olmadığına inananlardanım, özellikle günümüzde dünyanın neresinde olursanız olun bulunan her yeni şey herkesin yararına oluyor, eskisi gibi kapalılık çok geçerli değil artık. Hele ki bilim ve teknolojinin hızını da düşününce, artık herkes her şeyi bilecek güçte değil, mutlak ortaklıklar kurulması gerekiyor bu da zaten göç terimini de ortadan kaldırıyor bence.

Bu arada hakikaten sizin de belirttiniz gibi 2009 yılından olan bu yazıya, tek bir yorum bile gelmemiş bugüne kadar. Halbuki beyin göçü epey hararetli muhabbetlerin yapılacağı bir konu.

Alper Uzun - 27 Mart 2013 (21:49)

diYorum

 

69
Derkenar'da     Google'da   ARA