Patronsuz Medya

Çingeneler zamanı

Ali Türkan - 6 Mayıs 2003  


Bir takım ırkçı görtlerin, 72 milletin sonuna eklediği "buçuk" kavmiyle birlikteydim bu gece.

Dur, en başından anlatayım.

Kasabanın "işçi pazarı" gibi bir yeri var. Çoğu "Roman" vatandaşlarımız, sabahları, üç beş kuruş kazanabilecekleri bir iş bulma umuduyla dikiliyorlar caddenin kenarında.

Buraya ilk geldiğim günlerde, kömür alırken, orada dikilenlerden biri geldi ve "abi, hamal lâzım mı?" diye sordu. Öyle tanıştık. Daha ne kadar olmuştu ki Türkiye'ye döneli? Türk parasıyla da bir takım işlerin rayiciyle de gerekli ilişkiyi kuramamıştım henüz. Ne alsam, acaip ucuz geliyordu bana. Hamala da parasını verirken, kantarın ucunu kaçırmış olacağım ki, beni zengin biri sanmaya başladı. Ne zaman işçi pazarının oradan geçsem, ona göre bir işim olup olmadığını soruyordu. Ben de işsizliğinin sorumlusuymuşum gibi, utana sıkıla bir şeyler geveliyordum.

Geçenlerde de gene öyle oldu. Bu sefer uzun uzun, benim de işsiz olduğumu, aslında kaç kere, onun yanına dikilip iş beklemeyi düşündüğümü ama kendimi bir halt sandığımdan olsa gerek, hayatın sorunlarına onun gibi çözümler üretme becerim olmadığını, akrabalar ne der kaygısının ne menem bir şey olduğunu, bunları sallamasam, oraya dikilip iş beklemek istediğimi falan anlattım.

Neyse, bu geyikten sonra, bu arkadaşla dost olduk. Düğünleri varmış, beni de çağırdı. "Ne giyeyim?" diye sordum, ne giyersem farketmezmiş. Farketmez olur mu be! İş konuşmasına kotla gidilir ama arkadaş düğünü saygı gerektirir. Bastırıp benim yeğenin lâcilerini aldım. Bir de beyaz gömlek çektim içine. Gömlek yakasını da ceket üstüne fora ettim mi… Üfff, yakıştı be!

Verdiği adrese gittim. Bööle, sokağı iki tarafından kapatmışlar, sol tarafta altı kişilik bir "ince saz heyeti", masalar, ortalıkta koşuşturan şoparlar.

Başta benim arkadaş, bir karşılama ekibi geldi ve beni masalardan birine çökerttiler. Bir izzet, bir ikram; baron muamelesi görüyorum. Meğer ben, kız tarafındanmışım. Evlenen kız, arkadaşın amca kızıymış.

Önüme bir bardak da rakı geldi ve rakının masaya konmasıyla, orkestra da damardan şarkılara başladı.

ana desen ana yok
baba desen baba yok
çile desen çile çok
aastalandım bakan yok

Şarkıdan içleneceğim ama fırsat olmuyor. Bütün ahali, "ooojgeldin!" diye resmi geçide başladı önümde. O kadar çok "oojgeldin" dediler ki, bir ara kendimi kaptırıp "ooojbulduk" diye yanıtladığımı farkettim ve hemen toparlandım.

Şarkılar peş peşe ve öyle güzel geliyordu ki, hani şu kafadan baron imajım olmasa, masa üstüne çıkıp bir güzel dağıtacağım ama ağır abi muamelesinin hakkını vermek gerek diye düşünüyordum işte. İradeye verip yerimde adam adamcık oturuyordum fakat orkestra da inadına bütün kıllığını yapıyor, peş peşe, sevdiğim havaları çalıyordu.

Üsküdar'ın yolları çamur
akşamdan başladı yağmur…

şarkısı bitiyor, Deli Selim ve Arkadaşları'ndan, Subaylar grubundan en kan damlayan parçalar geliyordu. Can dayanır gibi değildi yani. Rahmetli Deli Selim'in, kafası iyiyken, otları bile oynatacak yetenekte bir klarnetçi olduğu rivayet olunur. Bizim klarnetçi de o kadar olmasa bile, tam kıvamında bir hergeleydi. Harbi bir taksimden sonra…

seversen beni candan
boşan gel kocandan…

şarkısı girince artık dayanamadım ve molla deyip demelerine aldırmadan ben de fırladım sokağın ortasına. Bir yandan rakı, öte yandan yıldızlar; arkadaşların hepsi İstanbul'da, sevgilim dünyanın bir ucundayken, ben efkâr dağıtmayacaksam, kim dağıtacaktı be!

Benim arkadaş da geçti karşıma; bi güzel döktüm kurtlarımı. Orkestra da "aman bir ecalim var; ali abinin şerefine…" şeklinde şık bir jest çekti ve biz döktürürken, araya sopalı bongo ve darbukayla, bir de "zıma bam zıma bam bam" hareketi attı ki, "cennet müzisyenlerin ayakları altındadır" şeklinde bir duygu taşmasına neden oldular bu sayede. Ahali anında transa geçip astral seyahat şeysine erdik. Şalvarlı nineler, şık genç kızlar, altın dişleri karanlıkta bile parlayan babalar, çoluk, çocuk, karı, kız, roman havalarının dibine dibine vurduk.

Orkestra da bir çoştu o saatten sonra, sıkıysa otur yerinde. Tempo biraz düşecek gibi olsa, elemanlardan biri hemen "ehaaa, kaynaaaaat!" diye diğerlerine gazı veriyordu.

mari dudu şu düğünü yapalım
karşılıklı göbek atalım
göbeğini göbeğime yapıştır
acemiyim yavaş yavaş alıştır
hasanım hasanım geyik hasanım
dillere destan geyik hasanım

şarkısıyla masaların üstüne de çıktık. Kim tutar bizi be! Kulaç attık, değirmen çevirdik, çamaşır çitiledik, pompaladık, tokmakladık… Telef oldum oynamaktan. Orkestradan biri bir ara "yaşamın gustosunu ıskalamayın, köy evlerinde piyano çalın" gibi bir söz de etti sanki ama bana öyle geldi galiba.

Sonra… Valla, sonrası iyilik sağlık işte. Bi güzel döktüm kurtlarımı. Hüzünleri yağladım; artık hiç gıcırdamıyorlar.

Kemalpaşalılar, ne duruyisunuz ya! Adeyin döktürün biraz! Eeeeep beraber!

sıvgana bilkaya varacaaaam
garıma da kızanıma bakacam
masaları, sofraları guracaaaam
kimseye muhtaç galmayacaaam
aaade güzel emine'm kalksanaaa
levent'e göbekleri atsanaaa
levent paraları kazaaanıııır
ayilenin çileleriii azalır

Yorumlar

Yazının girişindeki ilk cümleleri Google Translate ile önce İngilizce'ye sonra yine Türkçe'ye çevirdim. Orijinal metin şöyle:

Bir takım ırkçı görtlerin, 72 milletin sonuna eklediği "buçuk" kavmiyle birlikteydim bu gece.

Dur, en başından anlatayım.

Kasabanın "işçi pazarı" gibi bir yeri var. Çoğu "Roman" vatandaşlarımız, sabahları, üç beş kuruş kazanabilecekleri bir iş bulma umuduyla dikiliyorlar caddenin kenarında.

Çeviri + çeviri = Sonuç şöyle:

Irkçı görtlerin Bir ekibi, "yarı" millet gece birlikte olduğu 72 ülkelerin sonuna ekleyin.

Bekle, beni en başından açıklayayım.

Kentin "emek pazarı" bir yeri vardır. Sabah çoğu "Roma" vatandaş, üç beş kuruş, cadde üzerinden tarafında inşa edilmiştir kazanabileceği bir iş bulmak için bekliyor.

"Yaşasın teknoloji" diyor ve kenara çekiliyorum.

Abdülsettar Merakî - 21 Şubat 2009 (17:16)

diYorum

 

Ali Türkan neler yazdı?

49
Derkenar'da     Google'da   ARA