Patronsuz Medya

Sağlıklı Beslenme

Ahmet Faruk Yağcı - 9 Ocak 2009  


Çocuklarımın devam ettiği liseye konferans vermek üzere davet edilmiştim. Zannediyorum iki sene kadar önceydi.

Topluluk önünde konuşacak olmanın heyecanıyla üç gün hazırlık yaptım. Proteinlerden, karbonhidratlardan, yağlardan, vitamin ve minerallerden bahsedecektim. Bu insan topluluğuna bilgilerimi aktaracak, onları aydınlatacaktım. Beni dinledikleri günden sonra, hayatlarında tertemiz bir sayfa açılacak, zararlı olan ile faydalı olanı ayıracaklardı. Böylece bedenleri sıhhat ile dolacak, olabildiğince rahat yaşayacaklardı. Yaşlıların cildi daha gergin, gençlerin kasları daha dayanıklı olurken, yeni yetmelerin boyları daha uzun, adaleleri daha güçlü olacaktı…

İçten içe gazetelerdeki sağlıklı yaşam yazarlarına da imreniyordum. Bunca bilgiyi bir araya getirmek, süzmek, faydalı olanları okur ilgisine sunmak ne kadar da insanüstü bir gayret gerektiriyordu. Bu çalışkan insanlar bunu yapıyorlar ve mücehhez oldukları derin ilmî vatandaşa aktararak büyük bir hizmete aracı oluyorlardı. Ortak özellikleri kronolojik yaşlarından daha genç görünmeleri ve yüzlerindeki sağlıklı gülüştü. Hem sevimli hem de sapasağlamdılar.

Gerçi Cumhurbaşkanı özel doktorluğu yapmış olan birisinin saç boyası tam tutmadığında kafasında peruk varmış gibi duruyordu; ama o kadar da olurdu. Şükürler olsun ki kendine dikkat etmeyen kadınlar gibi dip boyası gelmiş saçları ile insan içine çıkmıyordu. Bu yeterdi.

Bir diğeri olanca sağlıklı bakışları ile bembeyaz gülüşünü objektife dayamış, kollarını da bağlayarak kibrini güvensizlikle birleştiren havasıyla sıhhat esnafına örnek oluyordu. Uzmanlık alanını kimsenin tam bilmemesi ise; diyet, sağlık, ayurveda katakullisi arasında kaybolup gidiyordu. Önemli olan balyaydı.

Bu sıralarda muayenehaneme gelen hastalardan da diyet ve sağlıklı yaşam konusunda öneriler isteyenler, kendi bilgilerinin yanında benim bilgilerimi küçümseyenler giderek artıyordu. Anlatmak istediklerim havada kalıyor, muradımı tam ifade edemeden hasta başka bir sıhhi kuruluşun yolunu tutuyordu… Boş zamanlarımda kalori hesabı yaparak hazırladığım diyetleri de korkudan hastalara veremiyordum…

Cephe büyüktü. Gazetelerdeki sayfa sekreterlerinin de diyet konulu sayfaları hazırlarken coştuklarını hissediyordum. Koskoca bir sayfayı dünyanın diğer ucundaki bir doktorun başarılı diyetine ayırıyorlar, mevsimine göre sıhhat için tüketilmesi gerekli sebze ve meyveyi albenili resimler ile sunuyorlar, felç ve kalp krizi risklerinden geniş geniş, yayarak bahsedebiliyorlardı. Bedeninin kavisli kısımları dikkat çekecek şekilde resimlenmiş yirmili yaşlarının başında bir kızcağız sağlıklı beslenme sayfasının sağ üst köşesine yerleşmiş oluyordu.

Okuyuculara bunları yerseniz böyle olursunuz demeye mi geliyordu; yoksa bunları yerseniz yanınızda böyle kadınlarla gezersiniz mi demek isteniyordu, kim bilir? Amerika dan gelen bir arkadaşım "hocam ya bizim gazetelerin sağlık sayfalarındaki patenli kızlardan oralarda hiç göremedim, hep obez kadınlarla karşılaştım yeni dünyada" demişti de gülmüştük…

Sıkı bir dinleyici kitlesi ile karşılaşacaktım. Özel bir okulun, canlarını çocukları için vermeye hazır veli topluluğu. Muhtemelen sorularıyla beni yoracaklardı. İlle çalışmalı ve her sorulana şak diye cevabı yapıştırabilmeliydim. Hele de karşımdakilerin tamama yakınının detaycı ve mükemmeliyetçi kadınlar olduğunu düşünürseniz, konferans gününe kadar rahat uyku uyumam tövbe olsun mümkün değildi.

Açtım bilgisayarımı, anahtar sözcüklerimi yazdım ve bir arama sırası yaptım. Küçük kare kâğıtlara notlar alıp her birini küçük rakamlarla numaraladım. Tertip ve düzen içine sokarak yazım programında düzenledim ve bastım. Elimde sayfalarca dökümandan oluşan kocaman bir dosya olmuştu…

İki kez okudum. Bir kez yeşil fosforlu kalemle, bir kez de tükenmez kalem ile önemli noktaları işaretledim. Duracağım, nefes alıp, tepkileri dinleyeceğim yerleri yıldız ve ok işaretleri ile belirledim. Taşikardi hali devam ediyordu…

Konferans günü gelmişti. İşe gitmedim. Güzel uyudum. Sınavlardan önce önerildiği gibi hafif bir kahvaltı yaptım. Az şekerli bir kupa çay içtim. Ceket, pantolon, gömlek ve kravat seçimini özenle yaptım. Kemerim ve ayakkabımın aynı renk olmasına dikkat ettim.

Arabamı konferans salonunun uzağına park edip, derin nefesler alıp vererek salona yürüdüm. Kapıda karşılanıp en ön sıraya buyur edildim. Benden önceki konuşmacının kürsüye gelip konuşmasını dikkatle izledim. Okul aile işbirliği ve çocukların ruh sağlığı açısından dikkat edilmesi gerekli hususlar konusunda slaytlar ile desteklenmiş çok ciddi bir konuşmaydı. Gözlerimi iyice açtım. Özellikle annelere düşen mühim vazifeler konusu çok ilgimi çekmişti. Müdürün dürtmesi ve "doktor bey sizin sıranız" demesi ile uyandım.

Ceketimi kravatımı düzeltip ellerimi kısa kesilmiş saçlarımda gezdirdim ve kürsüye çıktım. Dosyamı açtım. Mikrofonu az daha kendime doğru eğdim. Bardaktaki suyu gözümle kontrol ettim. Bu sırada tepemdeki spot lamba gözlerimi kamaştırıyordu.

Salon hıncahınç doluydu… Anneler, orta boy çocuklar, tek tük babalar, koltukların aralarında fink atan okul öncesi çağı çocukları, ön sıralarda önemli kişiler olduğunu düşündüğüm eğitimciler ve okul idarecileri bana gözlerini dikmiş bakıyorlardı.

Perdeye adımın ve soyadımın yazılı olduğu slayt yansıdı. Yüzüme bir gülümseme yayıldı. Derin bir nefes aldım ve "sevgili anne ve babalar, çocuklarımızı emanet ettiğimiz sevgili eğitimciler, kıymetli evlatlarımız!" dedim. Nefis başlamıştım. Okul müdürü oldukça kocaman göbeğe sahip saygıdeğer büyüğüm, gri bir takım elbise giymişti. Gömleği kar beyazı, kravatı ise mor renkliydi. İnce siyah tel çerçeveli gözlüğü vardı ve ben "eğitimciler" derken bacak bacak üstüne attı. Biraz dikkatim dağıldı ama toparladım. "Bugünkü mevzumuz sağlıklı beslenme olacak ve önümüzdeki süre içinde sizin de katılımlarınızla konuyu irdeleyip öğrenmeye çalışacağız" diyerek devam ettim.

Bir kadın öksürdü. Durdu… Boğazını temizledi. Bir daha öksürdü… Tam bu sırada terlemeye başladım. Karşımda yukarıdan aşağı doğru inen, insanlarla dolu dört uzun koltuk sırası vardı ve bunları birbirinden ayıran üç aralık bulunuyordu… Orta aralık daha genişti ve yukarı sonsuza doğru giden merdivenler gibi gözüküyordu. Aydınlıkta olduğumdan merdivenlerin en üst kısmı alaca karanlık gibiydi.

Ve o çocuğu merdivenlerin en ucunda hayal meyal gördüm. Beş yaşlarında olmalıydı, mavi askılı pantolon ve enine cizgili renkli kazak giymişti. Merdivenlerden aşağı doğru teker teker iniyordu. Önce bir ayağını atıyor, diğerini onun yanına getirip bir an duruyor ve sonra diğer basamağa atlıyordu. Elinde kırmızı bir "şey" tutuyordu. Aşağı kadar indi. Gözlerimi ondan ayıramıyor, efsunlanmış gibi bakıyordum. En alt basamağa kadar gelip oracığa oturdu.

Şimdi benden daha alt seviyedeydi ve komik bir ifade ile bana bakıyordu. Sağında okulun önemli eğitimci kadrosu dizili, solunda ise idareciler sıralıydı. Meşhur bir markanın çikolatalı gofreti olduğunu artık fark ettiğim elindeki şeyi kağıdından soyarak çıtırtıyla yemeye başladı. O an bittiğimi, dağıldığımı anladım. Galiba dinleyenler de bu yarım dakikalık duraklamadan ve ışığın altında kıpkırmızı olmuş suratımdan koptuğumu hissettiler. Elimi dosyaya uzattım ve kapatıp ters çevirdim.

"Sevgili katılımcılar, sizleri de kendimi de fazla yormayacağım" diye tazelendim… "Yiyecekler temel olarak, karbonhidratlar, proteinler ve yağlar olarak üçe ayrılır bunlara ilâve olarak da vitamin ve mineraller de alınmalıdır" diye devam ettim. "Bunları bünyeye almanın çeşitli yolları vardır ki saysam sizi de beni de yorar. En iyisi gelin bir örnek vereyim: Yarım ekmek içine 100 gram yağlı beyaz peynir koyup yeyin. Üzerine bir adet kabuklu elmayı gövdeye indirin. Sonrasında ne yediğinize içtiğinize beni karıştırmayın" dedim.

Eğitimciler şaşkın bakıyorlardı. Ufaklık gofretini bitirmek üzereydi ve oturduğu yerde pantolonuna düşen minik parçaları da dikkatle toplayıp ağzına atıyordu.

"Çocuklarınıza abur cubur yedirmeyin demeyeceğim, lütfen dünyaca tanınmış, güvenilir ve zehirlendiğinizde dava açabileceğiniz şirketlerin mallarını yemelerine dikkat edin" diyerek beklentilerin tamamına yakınını boşa çıkarttım.

Küçük eleman gofreti bitirmiş yalanıyordu. "Fast food olsun, şekerleme çikolata çeşitleri olsun yenirse bu çağlarda yenir. Sizin yaşlarınıza geldiklerinde zaten fizyolojik olarak sınırlanmış olacaklar. Bırakın yesinler" diye de konuşmama noktayı koydum…

Aralarda uğultuların geçmesini beklediğim duraklamalar dahil yedi dakika sürmüştü. Kalan otuz sekiz dakikada ne yapacağımı bilmiyor dinleyicilere karşı salak salak bakıyordum.

Derken heybedekilerden anlatmaya başladım. Çocuklarına her şeyi alan anne babaların yanlış üzere olduğundan, hangi karın ağrısının tehlikeli olduğundan, terli terli soğuk su içseler de bir şey olmayacağından bahsettim. Salonda mikrofon gezmeye başladı. İnsanlar sorular sordular her birine aklımın erdiğince cevap verdim. "Kimseyi zorla adam edemezsiniz, çocuklarınızı adam etmeye çalışmayın, adam edeceğim derken hadım edersiniz. Size sevgilerini kaybettirmeyin, evlerini keyifle dönülecek sakin bir liman olarak görsünler yeter" dedim… "Karnım ağrıyor diye okulan gitmemeye çalışan çocuğunuz varsa, siz de işe gitmeyin beraber yollara düşün serserilik yapın, konuşun, okuldaki kızdığı kimler varsa öğrenip birlikte onlara nasıl derslerini vereceğinizi planlayın" diye tüyolar verdim.

Vakit tam dolmuştu ve bir tane bile uyuyan kimse yoktu. Konuşmayı bitirdim. Kürsüden indim. Okul idarecileri teşekkür ettiler. Duygularından tam emin olmadıklarını fark ettim. Önemsemedim. Faaliyet planlarına koymaları için ana başlıkları yazdığım kağıdı verdim.

Sırtım boydan boya ağrıyordu. Arabama doğru koşar adım uzaklaştım. Gofret yiyen ufaklık yolda annesinin elinden çekiştirip bir şeyler anlatıyordu. Annesi de "Tamam baban gelsin alırız" demekteydi…

Yorumlar

Radyodaki programınızı ve yazılarınızı yakından takip eden bir kardeşinizim. Öncelikle gayretinize, emeğinize teşekkürler. Yeni yeriniz hayırlı olsun. Yazınız yine mükemmel. Hislerimize tercüman olmuşsunuz. Bir sağlık furyasıdır almış başını gidiyor. İnsanlar zinde olacağız derken ruhen cokuyor, yoruluyor. Bu durum sizi neden rahatsız ediyor anlamadım, bence boşverin siz de istifade edin.

Bu arada siyasî yazılarınızı da bekliyoruz. Saygılar.

Nur Yılmaz - 12 Ocak 2009 (12:32)

İnsanların sağlık konusundaki hassasiyetlerinden istifade etmek bana çok ayıp geliyor. Matbuatın çoğu ise ahaliyi paranoyak yapıp doktora koşturma telâşında. Otuzundan itibaren her sene Kemik Yoğunluğu Ölçümü ve Mamografi öneren mi istersin, yoksa her altı ayda bir detaylı check-up öneren mi? Sağlığı ve bedeninin şekli ile ilgilenmeyi çok saygıdeğer bulurum ama bunu fetiş haline getirmeye yol açan matbuat ve hekimlerle mücadeleyi de görev bilirim. İnsanların telâş ve korkularından faydalanma eğilimindeki hekimlerin bilgi ve becerilerinden de şüphe ederim.

İşin bir de hasta yönü var ki evlere şenlik. Müftüoğlu Osman, Saracoğlu Ender, Dümencinin Haydar, şimdilerde de Topuzoğlu Erkan tarafından doldurulmuş hasta, bir türlü tatmin olmuyor. Kiminin suyuna gitsem de çoğunda bildiğimi okuyorum. Hele de parayı sonradan bulup da "doktorum beni bir güzel maayene et, alttan üstten kontrol yap, kemiğime, yağıma tuzuma her şeyime bak" diyenlere bir Karadeniz türküsü ile karşılık veriyorum:

Mısırı guruttun mi?
Ambarda duruttun mi?
Nenen çarık giyerdi
Bunları unuttun mi?

Şikayetlerinizi önemseyin ve her konuda arayıp danışabileceğiniz bir doktorunuz olsun. En güzeli bu, lâkin hayatın hastane ve doktor peşinde "acep vücudumda bir durum var mı?" paranoyasıyla geçmeyeceğini de bilmeli derim.

Ahmet Faruk Yağcı - 13 Ocak 2009 (20:41)

Medya, ilâç firmaları ve bazı doktorlar bu "buluttan nem kapma" konusunda yangına körükle gittiğini düşünüyorum. Her gün yeni bir "zararlı" listesi yayınlanıyor; "o zararlı, bu tehlikeli, şu kolesterolü artırır, bu kalbi yorar, öbürü cildi kırıştırır, diğeri gıdı yapar, şuradaki şeker komasına sokar, oradaki zaten panik atak", bla bla bla…

Peki biz ne yiyeceğiz? Bu korkutma furyası yokken insanların ortalama ömrü 1 yıl mıydı? Şimdi bu kadar paranoyak olduk da ömrümüz sahiden uzadı mı?

Tezgâh efendim bunlar tezgâh. Biz korktukça birilerinin cüzdanları kalınlaşıyor.

Temur Kalyoncu - 14 Ocak 2009 (15:43)

Doktor Yağcı'nın tavsiyeleri doğrultusunda, çocuğumu büyütürken şünlara dikkat ettim:

1. Uyuduğu odanın serin olmasına, gece üstü açılırsa "eyvah" diyerek örtmemeye…

2. İstediğim zaman değil, o istediği zaman yemek yemesine…

3. Uyku saati, oyun saati, yemek saati gibi "kısıtlayıcıları" uygulamamaya…

4. Beyaz peynir yiyorsa, illâ danino yedirip onu kalsiyum manyağı yapmamaya…

5. İçine demir katılmış ekmek değil, evde hepimizin yediği ekmeği yedirmeye…

6. Yağmur, fırtına yoksa her gün mutlaka ama mutlaka sokağa (gerçekten sokağa) çıkarmaya…

7. Sokakta akranlarıyla serbestçe oynamasına düşüp kalkmasına, ellerini pantalonuna silmesine, burnu aktığında koluyla silmesine…

8. Yere düştüğünde "aman çocuğum düştü" diye çığlıklanmadan, kendi başına kalkmasını beklemeye…

9. Ağzından ufak küfürler (ulan gibi) duyduğumda fenalıklar geçirip telâşlarda kalmamaya…

10. Kısacası, çocuğumun yaşadığının, her dakikası planlanmış bir Truman Show değil, hakiki haliyle bir hayat olduğunu unutmamaya.

Tabii bunların uygulanmasında, esas faktör olan eşımı de ikna ettim. Vakıa, bir karadenizli ailenin kızı olarak ikna için zorlandım diyemem. Kendi çocukluğunda, sokaktan içeri hava karardığında giren, susadığında balkondan annesinin sepetle uzattığı suyu içen bir insan olarak eşimin de benimle aynı kanaatte olmasını bir şans olarak addediyorum.

Mustafa Selçuk - 18 Ocak 2009 (15:23)

Ahmet Bey, gerek yazınızda gerek sonraki yorumuzdaki anlatım dilinize ve betimlemelerinize mest oldum. Sizi okumaktan hem keyif hem de feyz aldığımı bilmelisiniz.

Şiyma Aksekili - 12 Haziran 2009 (20:30)

Şu habere bir bakar mısınız?

"Çocuklarına abur cubur gıdalar yedirmeyen aileyi şok eden karar"

"Sosyal hizmetler, doktorların kilo alması için "abur cubur yedirin" tavsiyesini dinlemeyen çiftin elinden 2 yaşındaki çocuğu alarak bakımını üstlendi."

"The Telegraph gazetesinde yer alan habere göre, İngiltere'nin Derbyshire şehrinde yaşayan ve gerektiği gibi yemek yemeyen oğullarının sağlığı hakkında endişelenen çift, 8 kg olan oğullarını Temmuz ayında hastaneye götürdü. Aile, çocuğun kilo alması için doktorların abur cubur yedirmesi önerisini kabul etmedi. Anne Lisa Hessey, 'Doktorlar, bize oğlumuzun beslenmesi hakkında negatif yaklaşımda olduğumuzu söyledi. Oğlumuz Zak'ı kalori alması için cips, çikolata ve keklerle beslememizi istediler. Ancak biz bu yaklaşımı kabul etmedik. Evimizde ev yemeği yiyoruz ve sadece çok az, tedavi olması için çikolata ve kek verdik'dedi."

Çocuklarına abur cubur gıdalar yedirmeyen aileyi şok eden karar (Zaman)

Buyurun işte, Derkenar farkı. Ahmet Faruk Yağcı'nın yazıları İngiltere'de bile dikkatle dikkatle takip ediliyor. Görüldüğü gibi, doktorumuz aylar öncesinden bu enternasyonal meseleye parmak basmıştı. Yetkililer almaları gereken mesajı almışlar. Kıvançlıyız.

Dr. Hıfzı Sıhha - 5 Aralık 2009 (19:59)

Sayın Ahmet Faruk Yağcı hocam, sağlıklı beslenme konusundaki önerileriniz gayet öğretici olmuş. Teşekkür ederiz. Fakat kafamdaki bazı sorulara halen net bir cevap bulabilmiş değilim.

Ben spor yapıyorum. Yani haftanın 3 günü halter kaldırıyorum. Bu konuda tecrübeli kazanmış arkadaşlarım başta protein tozu olmak üzere çeşitli destekleyici yan ürünler almamı da öneriyorlar. O zaman kaslar daha hızlı hacim kazanırmış. Aksi takdirde yeterli protein ve kalori alınmadığında kaslar gelişmek yerine daha da hacim kaybedermiş.

Fakat internette yaptığım bir araştırma beni kararsızlığa sevketti. Bu ürünlerin karaciğer ve böbrekleri yoracağı bilgisini de edindim. Meselâ sivilcelere neden olabilirmiş.

Bir yanda bu tür ürünleri öve öve göklere çıkaran arkadaşlarım, diğer tarafta sizin "bir elma yeter" öneriniz. Ben biraz arada kaldım. Bu durumda ne yapmamı önerirsiniz? Multivitaminler ve protein tozları spor yapanlar için gerekli midir? Gerekliyse yan etkisi ve zararları söz konusu mudur?

Erhan Sel - 23 Nisan 2010 (13:04)

Aynen öyle üstadım. Yeme içme üzerine düşünmekten başka bir şey yapamayacağız galiba. Kendi adıma küflü-çürük-kokuşmuş olmadığı sürece ağız tadıma göre besleniyorum. Elbette ki gecemi gündüzümü sakatat yeyip, katı yağlı börekler yutarak geçirmiyorum. Bu konuda iki cümle söylemek isterim.

Yüz yaşına kadar yaşamış bir boksör eskisine uzun ömrün sırrını sormuşlar. Adam cevaben: "Acıkınca yedim, yorulunca durdum" demiş.

Ozan Musa Eroğlu'na bir ziyafette takılmışlar, çok yeyip içtiğini söylemişler. Lâfı yapıştırmış: "Oğlum ekmee gırkında bulduk, bırakın da yiyek!"

"Ekmek suyla undan ibarettir / Maruzatım bundan ibarettir." (Oğuz Atay)

Ahmet Faruk Yağcı - 19 Mayıs 2012 (23:59)

Konya'da böyle yemeklerin sağlığa etkisinden, diyetten söz ederken bu konuda mükemmel bir ders almıştım.

Yerel şive ile arz edeyim:

- "Yirken yi aslanım, yirken yi!"

Melih Özel - 20 Mayıs 2012 (11:54)

diYorum

 

Ahmet Faruk Yağcı neler yazdı?

58
Derkenar'da     Google'da   ARA