Patronsuz Medya

Savaşa karşı şalâla

Ahmet Büke - 9 Nisan 2003  


Aslında ne zamandır evde bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştım.

Artık kimse beni eskisi gibi sevmiyor, mama saatim sürekli geçiriliyordu. Eskiden mıncık salvosundan kurtulmak için koltuk altı, sehpa sotası, pencere arkası falan demeden ha bire kaçarken, artık neredeyse unutulmuştum.

Hatta milleti azdırmak için önlerine yayılıp karnımı tüm şehvetimle açmama rağmen kuru birkaç sevgi sözcüğüyle yetinir olmuşlardı.

Allahım çıldırcam neler oluyor burada" diye düşünürken evin hareketliliği de artmaya başladı. Gazeteler hırsla okunuyor, televizyon kanalları arasında sinirlice geziliyor, tüketilen çay ve kahve miktarı artıyordu.

Sonra eve bir sürü insan gelmeye başladı. Genelde ayakları kokan bu kalabalık bizimkilerle sabah akşam konuşuyor, ha bire bir şeyler yazılıp çiziliyordu.

"Olmaz bu kadar da kardeşim!" Bunlar kendilerini ne sanıyor?" Ne yani şimdi dünyayı bu adamlara mı yedireceğiz? Ellerini kollarını sallayarak her istediklerini yapacaklarını mı sanıyorlar?" gibisinden lâflar yüzünden bende uyku falan kalmadı tabii.

Ama daha kötüsünü de görecekmişim ne yazık ki.

Gecenin esselâsında ışıkları yakıp söndürmeye, pencereden tencere tava çalıp düdük öttürmeye de başladılar.

En sonunda neler olup bittiğini anlamaya karar verdim. Televizyonu en güzel gören koltuğu kendime mekân edinip, beni yerimden etmeye yeltenen densizlere vurdum pançağı.

Tez zamanda erdim olan bitene.

Bu ne iştir kardeşim? Acar bir kovboyla onun cüce Sanço Panço'ları, ver ediyorlar dünyanın üstüne. Vicdanları kara, kıbleleri para adamlar, kum renkli tanklar, aklı selimden nasibini almamış bombalar yağıyor da yağıyor üstümüze.

Ben böyle bilmezdim dışarısını. Gerçi bizimkiler her akşam biraz yorgun, biraz sıkkın vaziyette geri döner, yaptıkları işlere bolca söverlerdi ama yine de bir huzur havası hakim olurdu soluduğumuz dünyaya.

Oysa şimdi gazete kağıdına yayılan bir kan lekesi gibi bir lâğım kokusu ortalığı dolduruyor.

Ucundan İran kedisi olmam daha da üzdü elbet beni. Dedelerimin doğduğu, fare kovalayıp, damlarda viyakladığı coğrafyaların yanıp yıkılmasını izlemek tüylerimin perçem perçem dökülmesine neden oldu.

Ama sonunda kararımı verdim.

"Yok öyle üç kuruşa beş köfte ulan!" deyip kolları sıvadım. Bizimkiler ne zaman elleri kolları dövizlerle, pankartlarla dolu sokak kapısına dümeni kırsalar yattım önlerine.

"Kardeşim beni de alın, ben de mitinge gideceğim. Kedilerin de söyleyeceği kelâmı vardır!" gibisinden viyaklamalarıma, sızlanmalarıma kimse aldırmadı.

E günah benden gitti tabii.

İki gün sonra evde şu diyaloglar geçmeye başladı:

"Ya bu Mahmure'nin kumu neden temiz? Kabız falan mı oldu bu yelloz?" Ne biliim ben. O kadar işimin arasında Mahmure'nin gümrüğünü mü takip edeceğim." Allaaah koş koş. Kabız falan olmamış bu." E nolmuş peki?" Heh heh yapmış. Yapmış da pek manidar bir şekilde gerçekleştirmiş bu işi." a hakikaten yau. Baksana gazetenin üstüne yapmış. Hem de hangi haberin; 'Koalisyonun İçindeyiz…' Aslan kızım benim. Koalisyon ortaklarının yüzlerine paylaştırmış cephanesini."

Ertesi gün eylemlerime yine devam ettim. Bu kez televizyon kanallarında sık sık gördüğüm ve "Savaşa karşıyız ama…" diye cümleler kuran kimi amca ve teyzeleri gazete köşelerinde de görmez miyim?

Sonunda derdimi anlattım. Artık tüm savaşa hayır mitinglerine gidebiliyorum.

Bir gün elbette kafamıza edenlerin tümüne bizzat yetişeceğimden de kedi gibi eminim:)

Mahmure

diYorum

 

Ahmet Büke neler yazdı?

70
Derkenar'da     Google'da   ARA