Patronsuz Medya

Bizim takım hep yenilmez ya

Ahmet Büke - 23 Haziran 2003  


Birkaç gün önce otuzüçüme girdim. Hiç bi yayınevinin öykülerini basmadığı, hiç bi yapımcının senaryosunu çekmediği bi adam olarak yine de keyifliydim. Sevgilime sarıldım, Mahmure geldi alnımı yaladı. Şükür dedim, bu sene de kiraz yemeden ölmedim.

Annemin kabaklı böreğinin tadı damağımda kaldı. Bu sene de gizli gizli balkonda ağlarken içtiğim sigaraların izmaritleri doldu taştı. Karşı apartmandaki kız bana bakıp saçlarını yaz güneşinde kuruttu. Şimdi işten kaçıp Pasaport'ta dalgaları sayma zamanı. Müsadenizle sayın hayat. Kıç deliğinize batmış bir kıymık gibi bir süre daha yaşayacağım şüphesiz:)

Geçen gün Pasaport'ta oturmuş gemileri izliyorum. İzliyorum zira annemin kabaklı böreğinden sonra en sevdiğim şey bu. Hangilerinin yüklü hangilerinin boş olduğunu uzaktan tahmin etmeye çalışmak hoşuma gidiyor. Yoksa gemide olup, uzaklara gitmek gibi bir düşüncem yok. Yollar korkutur beni.

Vakkas Abi'ye aniden sordum.

- Abi ya, ben neden takım tutamıyorum?

Gazeteleri yerleştirmekle uğraşan Vakkas kafasını bile kaldırmadı

- Çocuğum sen ne zaman büyüyeceksin. Hadi yaylan işine. Eninde sonunda kovduracaksın kendini. Sonra sen sağ ben selâmet.

Evet ben bunu hiç düşünmemiştim. Neden? Babam yürümeden önce topa vurmasını öğretmişti bana. Mahalle aralarında top arkasından koşturup çamurladığım okul ayakkabılarım yüzünden annemden az mı kötek yemiştim. Hatta sünnet olduğumun ertesi günü eteklerimi tuta tuta koşturduğum top sahasında ayıp yerime gelen şut yüzünden başıma neler gelmişti. Kızarıp moraran bamyam, ev halkını dehşete düşürmüş ve Dişçi İsmail Amca eve yeniden çağrılmıştı.

Peki tüm bu tutkuya rağmen ben neden hayatımda hiç takım tutamamıştım?

Bu sorunun yanıtını çok düşündüm. Hem de geceler boyu. Ama galiba buldum. Bunun nedeni bir çocukluk travmasına dayanıyor galiba.

Henüz bacak kadarken mahallede top koşturduğumuz bozuk yamuk bir arsa vardı. Kaleyi kurduğumuz yerin hemen gerisinde yükselen Hatçam Teyzenin uzun duvarı çektiğimiz sert şutlar sonra topun geri gelmesini sağlardı.

Bir gün mahallenin abiler geldiler. Başımızı okşayıp kalenin yerini değiştirmemizi istediler bizden. Sonra çamurlu top izleriyle kararmış duvarı bir güzel badanalayıp üzerine bir şeyler yazmaya başladılar. Uzun uzun onları izlediğimi hatırlıyorum. Ne olduğunu tam anlayamamıştım ama düşününce bunun yeni bir takım olduğu fikrine vardım.

Doğru ya bu abiler "GENÇ" tiler. Aynı zamanda uzun boylu, yüzleri hep gülen, bizi omuzlarında taşıyan birer "DEV" diler. Doğru ya bu mahallede kurulan yeni bir takım olmalıydı. Derhal bu takımı tutmayı karar vermiştim.

Gel zaman git zaman tüm zamanım onları izlemekle geçer olmuştu. Ama bazı şeyler bana garip geliyordu. Bir kere bizim mahallede sadece erkekler top oynardı. Halbuki bu takımda ablalar da vardı. Herhalde malzemeci ya da takımın Kızılayı'dırlar diye düşündüm. Ama neden hiç top oynarken izleyemiyordum onları. Her yere takımlarının isimlerini yazıyorlardı ama bir kere olsun maçlarına götürmemişlerdi beni. Bir keresinde cesaretimi toplayıp sordum. "Büyüyünce sen de oynarsın bizimle" dediler başka lâf etmediler.

Yine de keyfim yerindeydi doğrusu. Onları mahallenin tüm duvarlarına takımlarının isimlerini yazarken izliyordum. Kaç defa kulağımdan tutup eve kadar getirmişlerdi beni. Yine de bu izleme huyumdan vazgeçmemiştim. Bazen de ellerinde takımlarının bayrakları, hep bir şarkı türkü söyleyip yürüyorlardı. O zaman "aha şampiyon oldular işte" deyip sevinçten uçuyor, onlar ne kadar kovalasalar da arkadan önden korteje sızıp ben de hoplayıp zıplıyordum.

Günün birinde hepsi yok oluverdi. Babam uzun süre odun kömür, yerine kitaplarını yaktı. Herhalde kampa gittiler diye düşündüm. Ne kadar da uzun sürmüştü bu kamp. Mahalledeki o heyecan fırtınası gitmiş yerine kimsenin birbirini göremediği bir kasvet dumanı çökmüştü. Yıllar sonra onlardan bazılarını gördüm. Yorgundular. Bir daha takım tutacak halleri yok gibiydiler. Galiba beni tanımadılar. Yüzüme boş boş bakıp geçtiler önümden.

İşte ondan sonra futbola kahrettim ve hiç takım tutmadım…

diYorum

 

Ahmet Büke neler yazdı?

52
Derkenar'da     Google'da   ARA