Patronsuz Medya

"Benim çilek reçelim" (1)

Ahmet Büke - 26 Haziran 2003  


Duvarlar, yatak örtüleri, perdeler, pencereden görünen gökyüzü, ortalıkta dolanıp koşturan insanlar heeep bembeyaz. Sanki yaşamı başlatan, sabırla devam ettiren ve insanoğlunu bin bir ızdırap ve mutlulukla dolu hayata bağlayan tılsım bu kelimenin içinde hapsolmuş.

Acıkmanın, çiş etmenin, sırtını kaşımanın, bulmaca çözerken soldan sağa başlamanın, haşlama patatesi çatalla ikiye ayırmanın, kaşınan kıç çatalının verdiği hazzın yani akla gelen her nanenin özünde yatan bu renk işte.

Hatta yere düşmüş kırıntıları steril tabana rağmen taşıyan karıncalar bile bunun farkında. Gece cama yapışıp döne döne ölen kelebekler neden kısacık ömürlerini böyle heba ediyorlar ki, elbette beyazın cazibesi yüzünden.

Ya yan yataktaki daha düne kadar oflaya puflaya uyuyan emekli büyükelçinin üzerini neden beyaz çarşafla örttüler?

"Büyük adamdı büyük…"

Tekerlekli sandalyeyi iten hasta bakıcının bu ani yanıtı Orkun'u şaşırtmıştı.

"Amaaan yine kendi kendime mi konuşuyordum ben ya."

İri yarı mavi gömlekli adam bu kez yanıt vermedi. Zira koca memeli bir baş hemşire önlerinden koşarak geçmişti.

Koridordaki hüzünlü yol almalarına kısa duraklamanın ardından devam ettiler.

Önce hasta yakınlarının bekleştiği koridorları geçtiler. İfadeleri çarpılmış onlarca insan. Günlük yaşamlarından, irili ufaklı hırslarından, gülmelerinden, apansız neşelerinden çalınıp getirilmiş büyük bekleyiş ordusunun neferlerini yardılar.

Orkun, hep hastaların onlara göre daha şanslı olduğunu düşünürdü. Çünkü buraya düşmüşseniz başka şansınız yoktur. İyileşmeden ya da ölmeden çıkamazsınız. Ama hasta yakınları bu uzay üssüne benzer yerde biraz da gönüllü tutsak gibidirler. Burada olmak istemezler. Hatta kendilerine "neden ben, neden biz?" türü sorular sormaktan bitap düşerler.

Dış camlardan dışarıda gürül akan hayat görülür. Yağmur altında sokaklar, tin tin gezen köpekler, melodili tüp arabaları, daha ne akide şekerleri, ne buzda bademler. Ama kazın ayağı öyle değildir işte. İçeride, hemen yan odada iyi olması beklenen bir can vardır.

Düşüncelere dalmış Orkun beyaz önlüklü bir kadının gülümsemesiyle kendine geldi bu kez.

"Ooo günaydın. Bugün daha bir kan gelmiş yüzümüze ha?"

"Yüzümüze mi?" diye içinden sayıkladı Orkun.

Kadın uzanıp Orkun'ın nabzını tuttu. Bakışları siyah kordonlu saati ve Orkun'ın yüzünde gidip geldi kısa aralıklarla.

"Evet, çok iyi. Hocam sizi bekliyor…"

Tekerlekli sandalye gıcırdayarak hemen sağda açılan koridora dönerken Orkun ilk kez içindeki boşluğu hissetti. Yok yok daha çok içi beyaz pamuklarla doldurulmuş kovuktu bu. Anlam veremedi. Ama içine ait yeni keşfi çürük diş gibi sızlamaya başlamıştı bile.

Yol hemen bitti. Daha önce defalarca girdiği beyaz kapıdan içeriye süzüldü arabası. Hastabakıcı abartılı bir saygıyla tekerlek frenini indirip sessizce dışarıya çıktı.

"Merhaba Orkun Bey… Bugün nasılız?"

Boşluk mu, kovuk mu? Yok yok boşluk daha yakın bu hisse. Çünkü o dokunuş daha çok… Nasıl desem, yoksunluk duygusuna yakın. Tamam ama kovuk da var olan bir doluluğun oyulmuş hali değil mi? Aklım çorba oldu, şehriye çorbası…

"Bu çok normal Orkun Bey. Büyük travmalar sonrası genelde yaşar bunu hastalarımız."

Hay allah yine sesli konuşmuştu. Uzun boyu ve fırça saçlarıyla oturduğu masanın ardından kalkan doktor gülümsemesini kesmeden duvara yöneldi. Yuvarlak düğmeyi yavaşça çevirdi, tavandaki aydınlatmanın şiddetini düşürdü. Ardından masasının hemen ardındaki ışıklı panonun düğmesine bastı. Yan yana duran üç tane kafa röntgeni ortaya çıktı. Çeşitli açılardan çekilmiş filmlerde hep aynı yer asetatlı kalemle daire içine alınmıştı.

"Geçirdiğiniz kazada işte bu noktadan darbe aldınız… Kafatasınızda ciddi bir kırık söz konusuydu. Beyin kanaması da cabası. Üstelik neredeyse bir dakikayı geçen bir solunum durması… Hiç parlak değildi durumunuz yani."

Doktor kafataslarını rahat bırakıp geriye döndü. Masasının üzerindeki diz üstü bilgisayarı Orkun'a doğru çevirip enter düğmesine bastı. Yavaşça açılan ekranda çeşitli renk katmanları içindeki üç boyutlu kafa görüntüsü kendi etrafından tur atıp durdu.

Doktor bu kez parmak ucuyla görüntünün üzerinde gezindi. Dokunarak kafayı istediği pozisyonda tutuyor ve ekrandaki küçük ikonlara dokunup tekrar görüntünün üzerine geldiğinde seçtiği noktayı büyütüyordu.

"Elimizden geleni yaptık. Şu anda burada olmanız bile mucize aslında. Ama kanama ve oksijen kaybı yüzünden beynin bir bölümünde ciddi hasar var."

Kırmızıdan sarıya dönen halkayı biraz daha büyüttü parmaklarıyla.

"İşte susan bölge burası…"

Orkun sıkılmıştı bu işten. Aklı yine içindeki hisse gitti.

"Biliyorsunuz beynimizin her bölümünün kendine ait bir görevi var. Daha doğrusu vücudumuzun her türlü işlevini bu bölgeler sayesinde yerine getiriyoruz…"

Pencerenin pervazına konan beyaz bir güvercin odadaki soğuğu daha da hissedilir hale getirmişti sanki.

"Son zamanlarda vücudunuzda bir gariplik ya da eksiklik hissettiniz mi?"

Orkun sıkıntıyla yerinden doğruldu. Uyuşmuş bacaklarını yaylandırıp Doktorun masasına ilerledi. Sağ kaşı seğiriyordu.

"Doktor Bey siz artık iyice canımı sıkıyorsunuz. Bir ay önce tamamen iyileştiğimi söylediniz. Ardından üç beş test için tekrar taburcu süremi ertelediniz."

Doktor çöktüğü deri koltuğunda birleştirdiği parmaklarının hemen üstünden Orkun'a bakıyordu. Renksiz ifadesiyle sakın olmaya çalışan bir adam izlenimi veriyordu.

"Şimdi karşıma geçmiş beynimin ayva reçeline dönmüş yerlerini gösteriyorsunuz."

Orkun masaya iyice yaklaştı. Sesini daha da yükseltti.

"Bakın bu boktan yerden bugün çıkıyorum. Beni durdurmaya çalışan ilk adamın da kafasını kırmaya yeminliyim…"

Konuşmasını düşme sesi bastırdı. Sesinin hiddeti ve vücudunun titremesiyle sarsılan masanın üstünde duran çerçeveli bir resim arkası üstü devrilmişti. Bir adam ve kedi vardı çerçevede. Elleriyle kaldırdığı tekir kediyi yüzüne yaklaştıran Doktorun profili ve objektife mavi gözlüğü andıran lekeli yüzüyle poz vermiş kedinin aydınlık yüzü konuşmalarını bıçak gibi kesmişti.

Doktor sakince çerçeveyi eski yerine yerleştirdi.

"Orkun Bey dilediğiniz zaman gidebilirsiniz. Sizi burada zorla tutmamız mümkün değil… Ancak doktor olarak size tüm bu açıklamaları yapmak zorundayım."

Verilen ara Orkun'ın zıplayan sinirlerini sakinleştirmemişti.

"Artık kafamın üç boyutlu resmini bilgisayarınızda görmek istemiyorum."

Daha söyleyecek sözü vardı. Ama tekrar başlamak için soluklanmak yerine arkasına dönüp yürümeyi tercih etti.

"Orkun Bey… Beyninizin harap olan bölümü cinselliğinizi ilgilendiriyor."

Orkun çakılmış gibi yerinde kaldı. Yalnızca havadaki adımını geriye çekti. Ama bunun bile farkında değildi.

"Maalesef gerçek bu. Emin olmak için uzattık taburcu olmanızı. Bütün bulgular bu yönde."

Orkun arkasına dönmeye korkuyordu.

"Tekrar eski durumunuza dönüp dönmeyeceğinizi bilmiyorum. Ama bugün için yüzleşmeniz gereken gerçek bu."

Orkun içinde uçup duran boşluğu tekrar hissetti. Sanki "hiçlik" gazıyla şişirilmiş uçan bir balon vücudunun iç çeperlerine vurup duruyordu.

"Bu tam olarak ne anlama geliyor?"

Hâlâ arkasını dönememişti.

"Kadınlar ya da erkekler… Yani tercihiniz eskiden neydiyse artık bunun hiç bir önemi yok. Kısaca, hiç bir şey sizi etkilemeyecek."

Orkun delici gözbebeklerini doktora çevirdiğinde adamın elinde tuttuğu kâğıt parçası bir duvar gibi onu durdurdu. Oysa avının üstüne süzülen yırtıcı gibi yerden kesilmek üzereydi.

"Bu kartviziti alın. Çok iyi bir psikyatristtir. Okuldan da arkadaşımdır üstelik. Dosyanızı ona yolladım bile. Lütfen kendinizi iyi hissetmediğiniz anda ona gidin. Bu durumu atlatmanızda mutlaka desteğe ihtiyacınız olacak."

Orkun'ın parçalamayı düşündüğü avı kaçmamış ve onu şaşırtmıştı. Kartviziti aldı. Yavaşça gömlek cebine yerleştirdi. Kapıyı kapatıp çıktığında koridorun beyazlığı biraz olsun grileşmiş gibiydi. Ya da sinirden seğiren göz kapakları ışığını kırıyordu.

Yolunu kapatan tekerlekli sandalyeyi yana itti. Ama aniden ortaya çıkan hastabakıcının yüzüne yayılmış kalın dudaklarıyla çarpılmış yüzü onu durdurdu. Adam yılışık gülümsemesi ve "hayıııır, kesinlikle kurallara aykırı" anlamında salladığı parmağıyla tekerlekli sandalyeyi gösteriyordu.

Orkun gülümsedi, işaretiyle adamı yanına çağırdı. Mavi iş tulumunu savurarak yürüyen çam yarması dostça yaklaştı. Orkun elini adamın omzuna koydu. Sarkan gülümsemesini yeniden topladı. Ardından iki eliyle adamın yakasına yapışıp alnını çekiç gibi kullanarak kurbanının yumuşak burnuna gömülüverdi. Çatırtı sesi karşı duvara çarpıp geri döndüğünde elleri gevşedi. Hasta bakıcı ayaklarının dibine ütüsüz bir gömlek gibi düştü.

Devam →

diYorum

 

Ahmet Büke neler yazdı?

47
Derkenar'da     Google'da   ARA