Patronsuz Medya

Korku çiçekleri nasıl kokar?

Ümran Davran - 24 Eylül 2004  


İlkokula başladığımda çok küçüktüm. (Herkes küçüktür de ben daha da küçüktüm. Sadece beş yaşındaydım. Ev halkı sorduğum sorulara cevap vermekte zorlanmaya başlayınca biraz da öğretmen uğraşsın deyip kavga dövüş okula yazdırmıştı beni.)

Bahçelievler'de -ismiyle müsemma- kocaman bahçesi olan bir evde yaşıyorduk. İlkbaharda leylakların, mayıs güllerinin, filbahrilerin kokuları birbirine karışır sarhoş ederdi insanı. Camların önlerine gül ve gelincik şurubu şişeleri dizi dizi dizilir, şişedeki suyun renginin değişmesini heyecanla izlerdik iki kardeş (o zamanlar daha iki kardeştik).

Bahçelievler şimdiki Bahçelievler değil; saklambaç oynarken buğday tarlalarına saklanırdık. Buğday başakları boyumuzdan uzun olduğu için ayakta dursak bile sobelenmezdik. Neyse, geçmişe fazla dalmayalım çıkamayız sonra, malûm yaşlandık, nefes eski nefes değil.

Okulla evin arası yaklaşık üç kilometre kadar vardı ve ben her gün o yolu babamın dayanıklı olsun diye 'ısmarlama' yaptırttığı, ağırlığı benim ağırlığımın en az yarısına denk kösele okul çantası ile birlikte iki kez katetme durumundaydım. (Kollarımın maymun kolu gibi uzun oluşunu bu çantaya bağlarım hep). Üç kilometrelik yol boyunca, o da yoldan uzak sadece dört tane ev vardı.

Korkardım. Çok korkardım. Yoldan eskaza bir araba geçecek olsa hemen yol kenarındaki tümseklerden birinin ardına saklanır araba gözden kayboluncaya kadar da çıkmazdım ortaya. Böyle bir saklanmamda tanıştım 'korku çiçekleri' ile.

Aslanağzı çiçeğini bilmeyeniniz yoktur sanırım. Onun minyatürünü düşünün; kırmızı mercimek kadar, rengi koyu kahverengi ve kadife gibi tüylü. Çoktular, hangi tümseğin arkasına gizlensem ordaydılar ve benimle konuşurlardı. Bana: "Korkma biz burdayız, seni koruruz" derlerdi. Ağızları oynardı konuşurken, eğilip bükülürlerdi. Yere uzanıp onlarla konuşurdum ben de, korkum geçerdi. Hatta okula geç bile kalırdım bazen konuşmaya dalıp. Öğretmene de bir türlü izah edemezdim neden geç kaldığımı sorduğunda.

'Korku çiçekleri' koymuştum isimlerini. Tuhaf bir kokuları vardı 'korku çiçekleri'nin (bildiğim hiç bir kokuya benzemediği için izah edemiyorum).

Eve geldiğimde heyecanla korku çiçekleriyle konuştuklarımı anlatırdım. Babaannem (Rahmetli) "İyi saatte olsunlar musallat olmuş buna. Merkez Efendi'de bir hoca var ona götürelim" derdi, sol kaşını kaldırıp. Annem endişelenir babamsa gülüp geçerdi.

Ertesi yıl evimize yakın bir ilkokul inşa edildi ve benim kaydım da oraya alındı. Artık bahçeden kopardığım üzüm salkımı bitmeden okula varıyordum ve korkmuyordum da ama korkumla birlikte korku çiçekleri de yitip gitmişti. Tüm tümseklerin arkasını aradım, yoktular. Sadece kokuları kalmıştı burnumda.

Ogün bugündür ne zaman korksam, ya da korkmamı gerektiren bir durum sözkonusu olsa o çiçeklerin kokusu gelir burnuma. Nazlıcan düştüğünde duydum en son o kokuyu. Ondan bir önce duyduğumda ise (iki yıl önce) hastaneye gidiyordum anjiyo olmak için.

Türkiye'nin bitki örtüsü haritasını didik didik ettim, araştırmadığım yer kalmadı ama böyle bir çiçek bu coğrafyada yok! Kimse bilmiyor. Ama vardı! Kokusunu duyduğuma göre hâlâ da var.

İlk gençlik çağımda bu konuyla ilgili psikiyatriste bile gitmiştim. Korkumu yenmek için benim uydurduğum, aslında varolmayan bir obje olduğunu söylemişti 'korku çiçekleri'nin. Ben inanmamıştım, inanmak istememiştim belki de. Varsın olsunlardı, en çok korktuğum anda kokularını yollayarak yalnız olmadığımı hatırlatıyorlardı bana.

Ya maazallah babaannemin teşhisi doğru olsaydı?

Sahi, acaba neden götürmediler beni Merkez Efendi'deki hocaya acaba?

diYorum

 

64
Derkenar'da     Google'da   ARA