Patronsuz Medya

Krishnamurti'nin ihaneti

Seyit Balkuv - 23 Aralık 2008  


Jiddu Krishnamurti Mayıs 1895'te Hindistan Madras'ta kalabalık bir ailede dünyaya gelmiş. Çocukluk yılları, hastalıklar, maddi güçlükler, çok sevdiği annesini ve bazı kardeşlerini kaybetmesi gibi acı verici birçok olaylarla geçmiş.

Krishnamurti 12 yaşındayken babası emekli olmuş ve ailesini geçindirmek için yeni bir iş aramaya başlamış. Nihayet, bir yıl sonra daha önce üyesi olduğu Teosofi Derneği'ne memur olarak kabul edilmiş.

Teosofi Derneği 1875 yılında Amerika'da kurulmuş ve kısa bir süre sonra Madras'ta şube açmış. Derneğin Doğu dinlerini incelemek, ırk, din, dil ayrımı göstermeden tüm insanların kardeşliğini sağlamak, doğanın ve insanların, bilmeyen ruhsal güçlerini keşfetmek gibi misyonları varmış.

Derneğin esas görevi ise tüm insanlığı yakında dünyaya geleceğine inandıkları "Dünya Öğretmeni" adlı bir yol gösterici varlığı karşılamaya hazırlamakmış.

İşe kabul edilmesinin ardından Krishnamurti'nin babası derneğin yakınında bir ev tutmuş. Fakat şartlar hâlâ öyle kötüymüş ki, sağlıksız beslenme ve kötü hijyen koşulları yüzünden evi bit basmış, Krishnamurti'nin zayıf bünyesi hastalıklardan nasibini bolca almış.

Birkaç ay sonra bazı ruhanî yetenekleri olan bir uzman, plajda oynayan 14 yaşındaki Krishnamurti yi farketmiş. Onda müthiş bir cevher hissetmiş ve onu "bencilliğin kırıntısından bile eser olmayan, gördüğün en temiz aura" sözleriyle ifade etmiş.

Oysa diğer tanıklara göre o yıllarda Krishnamurti "sıradan, silik, dağınık, boş bakışlı" hatta "geri zekâlı görünüşlü" biriymiş.

Krishnamurti keşfedilmesinin ardından hemen Teosofi Derneği'nin himayesine alınmış. Artık Krishnamurti'nin eğitimi, sağlığı, korunması, kısaca her şeyiyle dernek ilgileniyormuş. Zira Krishnamurti'nin beklenen "Dünya Öğretmeni" olduğuna inanılıyormuş.

İlerleyen yıllarda Krishnamurti dernek kurucularından Annie Besant ile öyle güçlü bir bağ kurmuş ki, nihayetinde ailesinden ayrılıp kardeşi ile birlikte onun vesayetine bile girmiş.

Dernek, 1911 yılında yani Krishnamurti 19 yaşındayken dünyayı "beklenen" geleceğe hazırlamak için yeni bir organizasyon kurmuş ve başına Krishnamurti'yi atamış. Bu organizasyon "Dünya Öğretmeni" doktrinini kabul eden herkese açıkmış ve büyük ilgi görmüş.

Önce Madras'ta eğitim gören Krishnamurti 1911 yılında kardeşi ile birlikte İngiltere'ye gitmiş. 1. Dünya Savaşının başladığı 1914 e kadar derneğin himayesinde birçok Avrupa ülkesinde bulunmuş.

Formel eğitimine yatkın olmadığı için üniversite eğitimine devam edemese de, Fransızca, İtalyanca gibi birçok dili akıcı bir şekilde öğrenmiş. Batı kültürünü, dinlerini araştırmış, Batı klasiklerini okumuş, spor, meditasyon yapmış.

1922 yılına gelindiğinde Krishnamurti organizasyondaki görevi ile bağlantılı olarak Sidney'den Kaliforniya'ya dünyanın birçok yerinde bulunmuş. Konuşmaları büyük beğeni topluyor ve şöhreti gün geçtikçe artıyormuş.

Krishnamurti 1929 yılında, 34 yaşındayken sürekli gelişen vizyonu ve bilinç seviyesiyle Teosofi Derneği'nin en saygın lideri iken, öğreti ve düşüncelerini benimseyenlerin sayısının gittikçe arttığı ve bekli de felsefesini tüm dünyaya yaymak için şartların mükemmel olduğu bir dönemde, derneği ve tüm camiayı şoke eden bir kararı uygulamaya almış.

Hollanda'da düzenlenen derneğin yıllık toplantısında kendisini keşfeden ruhanî liderin ve kendisini vesayetine alan dernek kurucularının önünde dernek üyelerine hitaben yaptığı konuşmada derneği feshettiğini bildirmiş!

Feshetmekle kalmamış, derneğe o güne kadar yapılan tüm bağışları sahiplerine iade etmiş ki, bunların içinde 12 bin metrekare büyüklüğünde bir Hollanda kalesi bile varmış.

Peki, acaba ne olmuş da Krishnamurti kendisini yokluk, hastalık ve sefaletin pençesinden kurtarıp, içindeki cevheri ortaya çıkarması ve dünyaya yayması için tüm imkânları seferber eden derneğe karşı böylesine büyük bir ihanette bulunmuş?

Aslında Krishnamurti, düşüncenin özgürlüğü, kişisel aydınlanma, ruhun safiyeti, meditasyon gibi konularda konuştukça, çevresinde bu bilgilere ihtiyacı olan ve faydalanmaya çalışan pek çok insan toplanmaya başlamış.

Zaten "Dünya Öğretmenliği" yolculuğunun hedeflerinden biri bu olduğu için ilk bakışta bu durumda bir tuhaflık görülmüyor. Fakat lideri olduğu derneğin yaymaya çalıştığı doktrin ve kendisinin bu organizasyondaki pozisyonu Krishnamurti'yi müthiş bir açmaza düşürmüş olmalı.

Krishnamurti'nin açmazı

Krishnamurti'yi dinleyenler ve onu sevenlerde benzer bir ruh hali mevcutmuş: Bu insanlar iç dünyalarındaki çatışmalara çare arayan, ruhlarını saflaştırmaya, güzelleştirmeye uğraşan samimi insanlarmış ve kendilerini bu sıkıntılı durumdan kurtaracak bir guruyu, bir reçeteyi arıyorlarmış, hemen hepsi bu yüzden Krishnamurti'ye ve derneğe yaklaşıyormuş.

Oysa Krishnamurti ısrarla hiç bir reçetenin, hiç bir öğretinin, hiç bir dogmanın, hiç bir doktrinin, hiç bir dinin ferdin kendini tanıma ve aydınlanma yolculuğunda yardımcı olamayacağını söylüyormuş. Çünkü bunların sadece birer düşünceden ibaret olduğunu, mevcut sıkıntıların zaten düşünce tarafından yaratıldığını ve düşüncenin sebep olduğu sıkıntıların yine düşünce ile çözülemeyeceğini, olsa olsa daha da içinden çıkılmaz hale getireceğini anlatmaya çalışıyormuş.

Anlatmaya çalışıyormuş ama bir taraftan da kendisi belli bir doktrini yaymaya çalışan bir derneğin lideri, dahası Dünya Öğretmeni konumundaymış.

İşte bu yüzden, içinde bulunduğu konumu, insanlığı özgürleşmesi yolunda bir engel olarak görmüş Krishnamurti ve yakıvermiş gemileri!

Krishnamurti'ye göre doğru eğitim

Uçak kullanmak, mühendislik gibi teknik konular dışında "öğretmen" ile "öğrenen" ikilisinin öğrenciye hiç bir şey katmayacağını, hatta öğrencinin yolunu tıkayıcı etki yaptığını düşünen Krishnamurti, onun yerine "öğreti" ve "öğrenen" ikilisinin kıymetini anlatmaya çalışmış hayatı boyunca.

Yani bilginin her yerde zaten mevcut olduğunu, insanların bilgiden nasibini alması için zihnindeki koşullanmaları, önyargıları bertaraf etmek üzere yoğunlaşması gerektiğini, insanın doğru, sarsılmaz olarak kabul ettiği tüm belleğini ortadan kaldırması gerektiğini savunmuş.

Tabii sıklıkla ifade ettiği gibi, bir düşünce şekli olarak, kabullenme veya telkin olarak değil, olguyu hissederek, sakin bir zihinle o hâli yaşayarak.

Yine bu yüzden, kendisini sevenlere ve onun düşünce sistemini benimseyenlere ölümünden sonra öğretisini yaymaya soyunmamalarını, onun düşünceleriyle onun adına konuşmamalarını ısrarla tembihlemiş.

Biz de Krishnamurti'nin isteğine uyalım, onun öğrenme konusundaki bazı düşüncelerini hayatının sonuna kadar yaptığı ferdi konuşma örneklerinden dinleyelim:

* * *

"Gerçeklik yolu olmayan bir ülkedir. İnsanlar oraya herhangi bir organizasyon, inanç sistemi, dogma, rahip, ritüel, felsefe sistemi veya psikolojik teknikle ulaşamazlar. İnsanlar onu ilişkilerinin sayesinde, gözlem yaparak ve kendi zihninin bütününü görerek bulmak durumundadır; entelektüel analizler, tahliller yaparak değil.

İnsanlar dini, politik ve şahsi güvenlikleri uğruna imgeler yarattı. Bunlar semboller, fikirler, inançlar olarak tezahür ediyor. Tüm bunların ağır yükü insanların düşüncesine, ilişkilerine ve günlük hayatına egemen oluyor. İşte bu tüm ilişkilerimizde bizi birbirimizden ayırıyor ve problemlerimizin sebebi oluyor."

* * *

"Düşüncelerimizin dünya ve toplumu etkilediği gibi toplumun da bizim düşüncelerimiz üzerinde etkisi vardır. Bu etki kendimizi topluma uyumlu hâle getirmemize sebep olur. Kişi bir topluma uyumlu hâle gelmek için kendini zorladığında özgür düşünce neredeyse imkânsız hâle gelir. Oysa aklımızın çalışması için bu düşünceye ihtiyacımız vardır. İşin içinden çıkılamayan bu durum problemlerimizin kaynağı olur."

* * *

"Eminim şöyle bir şey yaşamışsınızdır: Bir sorununuz var ve bunun hakkında düşünüyorsunuz, bunu tartışıyor, bunun hakkında kaygılanıyorsunuz. Bunu anlamak için düşünce sınırlarınızın içinde her türlü olasılığa başvuruyorsunuz. Sonunda 'artık yapamıyorum' diyorsunuz. Bunu anlamanıza yardım edebilecek hiç kimse yok, hiç bir guru, hiç bir kitap yok. Sorunla baş başa kaldınız ve hiç bir çıkış yolu yok.

Sorunu bütün gücünüzü kullanarak sorgular, nihayetinde onu bir yana bırakırsınız. Zihniniz artık bu sorundan dolayı kaygılı ve hırpalanmış değildir. Artık 'bir yanıt bulmalıyım' demeyi kesmiştir ve böylece sessizleşmiştir. İşte bu sessizlik içinde yanıtı bulursunuz.

Bu olağanüstü bir şey değildir. Büyük matematikçiler, bilim adamları bunu yaşarlar. Sizler de bunu arada sırada günlük yaşamınızda deneyimlersiniz.

Bu ne anlama gelir? Zihin düşünce gücünü son noktasına kadar işletmiş ve bir yanıt bulamadan bütün düşüncelerin sonuna gelmiştir; dolayısıyla sessizleşmiştir. Bıkkınlıktan yorgunluktan dolayı değil, 'sessiz olacağım ve böylece yanıtı bulacağım' dediği için değil. Yanıtı bulmak için olası her şeyi yaptığından, zihin kendiliğinden sessizleşir. Bu sessizlikte bütün sorunlarımızı çözecek bir algılama hali gizlidir."

* * *

"Burada size bir şey öğretilmiyor. Burada öğretmen ya da öğrenci yok, guru yok. Çünkü kişi, bir başkasının ışığı ile değil, kendi ışığı ile yürümeli. Bir başkasının ışığı ile yürürseniz bu sizi sadece karanlığa götürür. Öğrenmek için sessizliğin olması gerekir. Zihnimiz konuşup duruyorsa nasıl öğrenebiliriz? Nasıl dikkat edebiliriz? Öğrenmekte olan bir çocuğa bakın. Konusuna gerçekten ilgi duyduğunda sessizdir ve dikkatini verir. Ve bu dikkat sayesinde öğrenmektedir."

* * *

"Şarkı dinlemek için burada değilsiniz. Bizim yapmaya çalıştığımız şey kendi kalbimizdeki şarkıyı bulmak. Başkasının şarkısını dinlemek değil. Birçok insan başkasının şarkısını dinlemeye alışmış, dolayısıyla kalpleri boş, her zaman da boş olacak.

Sizin şarkınız değil, demek ki siz yalnızca bir gramofonsunuz. Psişik durumunuza göre plak değiştiriyorsunuz; siz müzisyen değilsiniz. Oysa özellikle işlerin zor ve dertlerin ağır olduğu zamanlarda her birimiz müzisyen olmak zorundayız, şarkıyla kendimizi yeniden yaratmak zorundayız. Bunun anlamı kalbimizi zihnin doldurmuş olduğu şeylerden özgürleştirmek ve boşaltmaktır. Dolayısıyla zihnin yarattıklarını anlamak ve bu yaratılanların hakiki olmadığını görmek zorundayız. Kalp boş olduğu zaman, küllerle dolu olmadığı zaman, zihin sessizdir. O sessizlikte zihnin ürünü olmayan, yok edilemez ve çarpıtılamaz bir şarkı vardır."

* * *

Krishnamurti hiç bir zaman insanlığı özgürlüğe kavuşturacak öğretinin geniş kitleler tarafından topyekûn benimsenmesi gibi bir kaygı taşımadı:

"Eğer dinleyecek, yaşayacak, yüzünü sonsuzluğa dönecek sadece beş kişi varsa benim için yeterlidir."

Buna rağmen 90 yaşında dünyadan ayrılmasından sadece birkaç gün önce sarf ettiği şu sözleri oldukça dokunaklıdır:

"Maalesef hiç kimse ifade etmeye çalıştığım öğretiyi tam olarak idrak edemedi."

* * *

Not: Krishnamurti'yi bir kitabını tesadüfen okuyarak fark ettim. Kitabı bitirdiğimde Ayna Yayınevi'nden basılmış diğer tüm kitaplarını aldım ve çarçabuk bitmesin kaygısıyla yavaş yavaş okudum.

Krishnamurti'nin Tanrı, sevgi, korku, hakikat, çevre, doğru meslek, insan ilişkileri, ölüm gibi konular hakkındaki özgün görüşlerini bir yazıya sığdırmak imkânsız. Meraklılarına tüm kitaplarını gözü kapalı tavsiye ederim.

Yorumlar

Ben de okumaya yeni başladım. Bence zor bir alan, anlamakta zorlanıyorum. Tüm kitaplarını almaya çalışıyorum yeni çağ için ilginç bir yolculuk olabilir diye düşünüyorum. Hint edebiyatı hakkında araştırmanız var mı, varsa paylaşmanızı rica ediyorum. Yazınızı beğendim sağolun.

Meltem Çintaş - 8 Haziran 2009 (15:15)

Krişnamurti öğrenme süreci olarak "okuma, beğenme, kabullenme ve uygulama" gibi bir sırayı reddediyor. Zaten iki lâfın başında anlattıklarının doğru olup olmadığını zihin ve mantık süzgecinden geçirerek değil, yüreğimizin sesini dinleyerek, olguyu izleyerek özümsememizi salık veriyor.

Bu da okuyucuların kafasını karıştırıyor şüphesiz. İnsanlar olaylara ve hayata yaklaşımda ömür boyu edinmiş oldukları tecrübeyi, kabullenmeleri, ön şartları yadsıyarak nasıl yaşanabileceğini anlamakta güçlük çekiyor.

Basit bir dille yazılmış incecik kitaplarını bir çırpıda okuyuvermek çok kolay. Esas zorlama yaratan şey kitapların insanın mevcut düşünce kalıplarını değişime, hatta neredeyse topyekûn yeniden yapılandırmaya zorlaması bence.

Dahası kitaplarında pek tabii ki.

Bu arada Hint edebiyatı hakkındaki bilgim öyle sınırlı ki "yok" desem daha iyi.

Seyit Balkuv - 9 Haziran 2009 (17:20)

"Maalesef hiç kimse ifade etmeye çalıştığım öğretiyi tam olarak idrak edemedi."

Ne güzel de özetlemiş…

Fatih Cura - 11 Ağustos 2009 (01:03)

Henüz ve çok özel bir insan aracılığıyla tanıdığım, okumaya başladığım Krishnamurti hakkında bu kadar güzel bir mukaddime yazısı, doğrusu görmedim. Yazdıklarınızı görünce "müdrik beş kişiden" birisiyle karşılaştığımı düşünmeden edemedim. Krishnamurti'yi geç tanıdığım için hayıflanmayı bir yana bıraktım. Anladım ki "zihin yapılması gereken olası her şeyi yapmış ve sessizleşmiş" iken gelmiş ve beni bulmuş.

Bu buluşmaya yaptığınız önemli katkı için sağolun, varolun…

Fevzi Çakmak - 22 Ekim 2009 (23:45)

"Maalesef hiç kimse ifade ettiğim öğretiyi tam olarak idrak edemedi" ifadesinin Krisnamurti'ye ait olup olmadığı hakkında tam olarak emin olmak istediğim için hangi konuşmasından alıntı yaptığınızı sorma gereği gördüm.

Yazarsanız sevinirim.

Santü Parende - 23 Ekim 2009 (14:05)

İfade Wikipedia'dan. Böyle bir insanın hayatının son döneminde anlaşılamamaktan dolayı üzüntü duyması içimi burdu, gerçekçilik peşinde koşarken yalnız kalan, dışlanan hırpalanan diğer düşünürleri hatırlattı bana. Yazıya da bu yüzden aldım zaten.

Wikipedia'da her bilgi doğru olacak diye bir kural yok deniyor. Kim bilir belki de dememiştir öyle bir söz. Demese de önemi yok zaten. Ben her durumda Krishnamurti'nin kitaplarını okuyun derim; tabii acele etmeden, her sayfadan sonra kısık gözlerle tavana bakarak, alemlere dalarak:)

Varsın broşür kalınlığındaki kitap bir ayda bitsin, acelesi yok.

Seyit Balkuv - 23 Ekim 2009 (17:47)

Sayın Balkuv, Wikipedia'daki belirtilmiş bu ifadenin Krisnamurti'ye ait olmadığını, yanlış ya da eksik bir yorum olduğunu bildirmek istiyorum. Bu bildirimin geldiği kaynak olarak Pupul Jayakar'ın (orjinal title amerikanca) Krishnamurti - A Biography adlı kitabını göstermek istiyorum. Ki kişisel gelişimin kendini araştırmakla başladığını bilen, araştıran kişi için, Krisnamurti'yi onun 40 yıllık yakın öğrencisi olmuş, duru ve derin görebilen birinden okumak, sanırım Krisnamurti'nin öğretisini daha geniş bir perspektiften anlamak için çok yararlı ve önemli.

Santü Parende - 25 Ekim 2009 (11:18)

Teosofi Derneğinin hazır müritlerini kabul etmeyen ve geride mürit (buna "takıntı" diyenler de vardır ve çok güzel bir tabirdir) bırakmak istemeyen, öğretmen -öğrenci ilişkisini kesin olarak reddeden Krishnamurti'nin bu sözü söyleyeceğini sanmıyorum diye düşünürken, Santü Parende konuyu kaynağıyla ortaya koydu. Bu arada Pupul Jayakar'ın bu kitabının Türkçe'de olmadığını ve çevrilmeyi beklediğini de söylemek gerekiyor sanırım…

Santü Parende'den bu konuyu biraz daha derinleştirmesini rica etmek gerekiyor.

Fevzi Çakmak - 26 Ekim 2009 (17:59)

Demek ki neymiş? Yazıyı janjanlı yapacağım diye afili lâflara sazan gibi atlamamak lâzımmış. Bir Molla Kasım gelir adamı sigaya çekermiş.

Santü Parende'ye dikkatli uyarıları için teşekkürler

İnsanların kendi düşünce kalıplarıyla örtüşen bilgilerle karşılaştığında coşkuya kapılıp, işin aslını astarını fazlaca araştırmadan o bilgileri yazılarında nasıl cumburlop kullandığını Alper Görmüş bugünkü yazısında gayet güzel anlatmış: http://taraf.com.tr/makale/8159. Htm

Temel'in kendi mezar taşına yazdırdığı gibi: "Ula, bu da bana ders olsun…"

Seyit Balkuv - 27 Ekim 2009 (13:36)

Krishnamurti nin düşüncelerini kendi sesinden kayıtlarından dinlemek, konuya kaynağından ulaşmak http://www.jkrishnamurti.org/ adresinden mümkün. Site İngilizce ve çevirisi yapılmamış.

Sait Çiçek - 15 Aralık 2009 (15:55)

diYorum

 

Seyit Balkuv neler yazdı?

61
Derkenar'da     Google'da   ARA