Patronsuz Medya

Kitaptaki müziğin sesini duyabilmek…

Seyit Balkuv - 4 Mart 2002  


Resmin, dansın, daha birçok sanat dalının da birinci ligleri, ikinci ligleri ve amatör kümeleri vardır.

Birinci lig yerine amatör kümenin titreşimleri ile rezonansa gelenler, hayatın kendilerine sunduğu bir çiçeği koklama, hatta fark etme fırsatını kaçırıyor demektir.

Birinci lig titreşimleri ile hemahenk olanlar ise, hayatı inceleme yolunda doğru araçlara ulaşmış gibi görünseler dahi, bu onların amatör küme sempatizanlarından daha seviyeli, daha ince, daha üstün oldukları anlamına gelmez. Yani araçların kabası, incesi, üstünü adisi vardır, ama bu araçları kullanarak ya da kullanmayarak kaba, ince, üstün, adi olunmaz.

Antalya yakınlarında bir köyde bir marangozla tanışmıştım. Kırık dökük dişlerine, darmadağınık pala bıyıklarına, üstüne başına bakınca ben bile hor görmüştüm. Konu nereden açıldıysa bana tek tük kitap okuduğunu ama birinden çok etkilendiğini söylemişti. Kitapta iki arkadaş dağda odun keserek geçimini sağlıyormuş. Kitabın sonunda iki arkadaştan biri intihar etmek için bir nehire doğru gidiyormuş. Diğeri şimdi tam hatırlayamadığı bir sebepten dolayı gitmesine izin veriyor hatta arkasından bir müzik çalıyormuş. "İnanır mısın" demişti "ben o müziği resmen duydum".

Zehir gibi kitap okuyan çok entellektüel arkadaşlarım da oldu. Ama onların hiç biri bana buna benzer bir şey söylemedi. Onlar sadece okuyordu. Okurken iyi vakit geçiriyor, bilgisini gerektiğinde pazara çıkarıyor, herkese ne kadar aydın olduğunu gösteriyordu. O marangoz bana anlattığı o kitabı hiç okumamış da olabilirdi ama o duyduğuna benzer bir titreşimi bir şeylerde yakalardı mutlaka.

Bu iyi müzik dinleyen, kaliteli konserlere giden, popüler kültür kitaplarını takip eden, yani ince ve üstün olan araçlara sahip olanlar bazen sahip oldukları kuru bilginin altında boğulurlar. Sırf bu araçları kullandıkları için kendilerini ince, elit addeder, kullanmayanları da hakir görür. Böylece, bir miktar entellektüel birikimi olan, kendi ve çevresi ile barışık görünen, kendini ve hayatı sorgulamayan bu avam takımı hayatı fena halde ıskalar. Yani aklı fikri elindeki malı allayıp pullayıp küçük sahtekârlıklarla önüne gelene kakıtmaya çalışan köylü bozması kasaba tüccarları hayatı nasıl ıskalıyorsa ona benzer bir şekilde ıskalar bana göre.

Hatta belki daha da kötü ıskalar. Çünkü kasabadakinin, bir gün gelip hayatı sorgulama ihtimali vardır. Oysa entellektüel o defterleri çoktan kapatmıştır, bir daha da açmaya hiç mi hiç niyeti yoktur.

Çok okumak, iyi müzik dinlemek, bale sevmek yararından çok zarar getirir demek istemiyorum. Ama ademoğlu bu araçları kullandıkça aslında kendinin ne kadar önemsiz, aciz olduğunu, bilgi deryasında sadece bir damla olduğunu, bir damla ile yarım damlanın arasında pek de bir farkı olmadığını göremiyor, sevgi denen muammayı anlama yolunda yol katedemiyor da, kendini her geçen gün o kara insanlardan daha farklı görüyor, buna şükrediyor, kibirleniyorsa, tüm bu işleri bırakıp kasaba tüccarlığı yapsa daha iyi olur.

Bu hayatın mutlak inceliği, mutlak üstünlüğü bazen bir şiirin dizesinde, bazen bir annenin şamarında, bazen bir köylünün ikramında, bazen küçük bir çocuğun gülümsemesinde, bazen saftirik bir kedinin bakışında, bazen de hiç bir yerdedir. Tarif edilemez, ölçülüp biçilemez. Sadece hissedilir.

"Bilgi yolu mu, sevgi yolu mu? Bilgi yolunu tutan cehaletten kurtulacak, ancak sevgiyi bulacak mı? Sevgi yolunu tutan, başka her şeyden vazgeçecek, bilgiye ihtiyaç duyacak mı? Bilgi bilgeliğe yol açıyorsa, fazilet kaynaklarıyla besleniyorsa değer kazanır, aksi halde zihinlerin karanlığında, kitapların sayfalarında kalmaya mahkûmdur. Bilgisi olup da bilgeliğe erişemeyenlere acımak gerek. Bilgeliği elde etmiş olanda öz bilginin mevcudiyetinden şüphe edilmese gerek." demiş bir Türk şairi.

diYorum

 

Seyit Balkuv neler yazdı?

59
Derkenar'da     Google'da   ARA