Patronsuz Medya

İstanbul' da sıradan bir gün

Seyit Balkuv - 9 Nisan 2008  


Ablamın taşınmasına yardım etmek için İstanbul'a gitmiştik. Kurtköy' de depo olarak tutulmuş bir apartman katındaki eşyaları Kozyatağı' ndaki yeni evine taşınacaktı.

Nakliye şirketi ile buluştuk, elemanlar erken saatte işe koyuldu. Toplam altı kişiler. Aralarından biri 40-45 yaşlarında, diğerleri 18-25 arası.

Tecrübeli olduğu anlaşılan gençlerden biri grubun sorumlusu durumunda eşyaların elemanlara yüklenmesinde yardım ediyor, montaj, demontaj yapıyor, aynı zamanda şöför.

Yine tecrübeli olan bir diğeri istifçi. Yükleme sırasında sürekli kamyonette bulunuyor. Gelen eşyaları şaşılası bir maharetle istifliyor, avuçiçi kadar kamyonette inanılmaz hacimler yaratıyor.

Diğer dört kişi sadece eşya taşıyor. Ama onların arasında da kıdem farkı yok değil. Ustalar yukarıda asansör-daire arası çalışırken, acemiler, ki kırk yaşlarında olan da burada, aşağıda kamyon ile asansör arasında çalışıyor. Yaşlı olan diğer elemanlara biraz mesafeli duruyor. Dışlanmış, yalnızmış gibi bir hali var.

Molalarda biraz sohbet ediyoruz. Yavaş yavaş hikayesini öğreniyorum.

Ağrı'nın bir köyünde bir kamyoneti varmış, nakliyecilik yapıyormuş. Bir gün kardeşi, kamyonet ile büyükçe bir kaza yapmış. Ölen, yaralanan olmamış ama iki araçta da ciddi hasar meydana gelmiş. Dediğine göre kaza raporu adil hazırlanmamış ve suçun büyük bölümü kardeşine yüklenmiş. Diğer aracın özel sigortası varmış ve tüm masrafı karşılanmış. Bizimki kendi aracını hangi para ile adam edeceğini düşünürken karşı tarafı sigortalayan şirketin "yapılan masrafı kazaya sebep olan taraftan tahsili amacıyla" açtığı mahkeme davetini elinde bulmuş. Böylece sigorta şirketinin icra kararı kapıda olduğu için kamyoneti tamir etme planları da suya düşmüş.

Sonrası malum; çoluk çocuğu köyde bırakıp kendini İstanbul' da hamallık yaparken bulmuş.

İlk Mola

Az sonra işçiler kahvaltı molası veriyor.

Hava serin, yağmur atıştırıyor. Kamyonetin içine sofra kurmuşlar. Beni de ısrarla davet etmelerine şaşırmıyorum. Böyle ortamlarda davet edilmediğim hiç olmadı. Biraz zeytin, peynir, şokella, bolca ekmek ve kola almışlar. Böyle sofralar çok tatlı olur.

Biraz yiyorum. Defalarca az yediğim söyleniyor ve tekrar tekrar buyur ediliyorum.

Birden yaşlı işçinin kamyonette olmadığını farkediyorum. "Davet ettik abi, sabah evinde yemiş, gelmek istemiyor" diyorlar.

Az sonra dışarı çıkıyorum. Bizimki merdivenlerde oturmuş dinleniyor.

Yine biraz sohbet ediyoruz. O da önce aynı şeyi, sabah evde yediğini söylüyor. Derken baklayı ağzından çıkarıyor: "Şimdi nerden baksan adam başı 2 milyon toplarlar. Ne gerek var abi?"

Geçim derdi üzerine sohbete devam ediyoruz:

"İş olduğu zaman günde 25 milyon alıyoruz" diyor. Kıdemliler iş olmasa da maaş alıyormuş, acemilere yok. Bazen işi şakaya vuruyor gibi yapıyor, gülmeye çalışıyor. Bazen gözleri dolar gibi oluyor, hemen toparlıyor. Lanet okumuyor, ama canı sıkılıyor besbelli. Bir ara "hayvan satıyorduk iyi kazanıyordum" gibi bir şeyler söylüyor. Meğer iş olmadığı günlerde hayvan şeklindeki balonlardan satıyormuş. "Bir ara işler çok iyiydi" diyor.

Gözleri parlıyor, üzüntüsünü unutuyor, heyecanlanıyor, "inanabiliyor musun" diyor, "günde 60-70 hayvan sattığım oluyordu". Şimdi ne olduysa hayvan balon satışları düşmüş. Günde 10-15 balon zar zor satıyormuş. En çok buna şaşıyor. Defalarca "Ne oldu da satışlar düştü? Ne güzel kazanıyordum" diyor. "Modası mı geçti, çocuklar mı sıkıldı, ne oldu?" diyor.

Ben de merak ediyorum. Sonra yine kararıyor "Hiç olmazsa memlekete biraz para gönderebilseydim, bakkal veresiyeyi kesmesin" diyor.

İstifçinin bütün maharetine rağmen eşyalar küçük kamyonete sığmadı. Bir tur daha yapmamız gerekecek. Kozyatağı'na gidip ilk partiyi eve taşıyoruz. Dönüş yolunda bir ara şoföre bizim ihtiyarın adını soruyorum, ancak hatırlayamıyor.

Yemek molası

Yemek saati geldi, şoför bir pidecinin önünde duruyor. Diğer elemanlar kamyonetin kapalı kasasından çıktılar, içeri giriyoruz. Oturduktan sonra burasının uygun olup olmadığını pideden başka bir şey yemek isteyip istemediklerini soruyorum. Herkes, problem olmadığını, herhangi bir şey ile yemeği geçiştirmek istediğini söylerken, bizim ihtiyar "keşke sulu yemek olsaydı" gibi bir şey mırıldanıyor.

Neden sonra kafama dank ediyor; sulu yemeğe istediğin kadar ekmek banabilirsin.

Kahvaltı vakasının da ezikliği ile herkese istediği kadar yiyebileceğini, hesabı benim ödeyeceğimi çıtlatıyorum. Fakat, tam ters etki yapmış olacak ki, kapı gibi adamlar "tek sade", "tek peynirli" gibi diyet siparişler veriyor. Zar zor porsiyonları birbuçuk yapıyorum, yine de çoğunu ikna edemiyorum.

Bakıyorum olacak gibi değil, ortaya ilave siparişler söylüyorum. Ama kimse oralı olmuyor. Birbirleri ile "sen ki bir oturuşta 17 lahmacun yemiş adamsın, bir pideyi bitiremedin, yazıklar olsun" diye dalga geçiyorlar. Bizim ihtiyar hariç; o karnını iyice doyuruyor, sabahtan beri epey acıkmış olmalı.

Kurtköy'den son partiyi alıp, tekrar Kozyatağı'na gidiyoruz. Eşyaları yerleştiriyoruz. Her birine biraz para vermek istiyorum. Bizim ihtiyara biraz daha fazla vermek istiyorum ama diğerleri görmemeli; bölüşmeye zorlayabilirler. O da diğerleri farkına varmasın diye "aman abi" deyip parayı hemen yok ediyor.

Aklıma yıllar önce televizyonda izlediğim bir haber geliyor. Bavul ticareti amacıyla Rusya'dan İstanbul'a gelen kadınların kaldığı bir otelde çıkan yangından bahsediyordu haberde. Kadınların bir kısmı kendini dışarı zor atmıştı. Çoğunun malları otelde yanmıştı, aralarında içerde kalıp yaralananlar, ölenler de vardı. Zavallı kadınların çaresiz gözyaşları kameralara takılıyordu.

Hepsi gelmeyecek olan bayram gününün umuduyla yaşıyordu.

diYorum

 

Seyit Balkuv neler yazdı?

58
Derkenar'da     Google'da   ARA