Patronsuz Medya

Gülmece güldürmece

Seyit Balkuv - 17 Mart 2009  


Bazen kendimi büyük bir coşkuyla gülen insanların arasında asık suratla yakalıyorum. Çoğu kez ayıp olmasın diye yüzüme sahte bir gülücük takıyorum veya mümkünse ortamdan sıvışıyorum. Sonra sakin kafayla baktığımda, gerçekten de gençlik dönemine göre daha az güldüğümü fark ediyorum.

Acep nedendir, insan merak ediyor.

Güldürme işi aslında ciddi bir sanayi kolu. Büyük ihtimal, güldürü üreticilerinin çoğu ancak vasat bir hayat sürecek kadar kazanabiliyordur. Oysa birinci ligde oynayanların inanılmaz bir servete sahip olduğunu görüyoruz.

Onlar öyle yetenekli ki, ne derece büyük bir servete sahip olduklarını bile güldürü malzemesi yapabiliyorlar. Hatta kapak olsun diye, bilet parasını ödemeden önce on defa düşünmek durumunda olan dar gelirli müşterilerini bile (kekliklerini mi demek lâzım) bu malzemeyle güldürebiliyorlar.

Türk metropolüne özgü kara mizah, ak mizah bulamacı gibi bir şey olsa gerek bu. Donanımlı bir sosyolog, konuyu dantel işler gibi irdelese de faydalansak ne güzel olurdu.

Her neyse, benim bildiğim kadarıyla Türkiye'de güldürme tekniklerini öğreten bir okul yok. Belki tiyatrocular, sinemacılar ders olarak görüyordur. Olsaydı adı "mizahi bilimler" falan gibi havalı bir şey olurdu ve bir sürü asık suratlı hocaya iş imkânı sağlardı herhalde.

Oturup incelemedim ama Amerika'da vardır muhtemelen. Onların böylesine büyük bir gülme arzını sahipsiz bırakacaklarını zannetmiyorum.

Zaten bir okulunun olup olmaması da pek önemli değil kanımca. Ben, özellikle sanat ağırlıklı dallarda okul eğitiminden çok ferdî çaba ve yeteneğin önde olduğuna inananlardanım. Hatta bazen eğitim denen şeyin insanın içindeki cevheri körelttiğini boğduğunu düşünürüm. Eğitimin en büyük faydası, belki de üç dört yıl boyunca öğrencileri para kazanma kaygısından uzak tutması.

Bir televizyon programında, ismini hatırlayamayacağım mektepli bir tiyatro sanatçısına sormuşlardı: "Hangisini önde tutarsınız? Yetenek mi, eğitim mi?" Üstat cevap vermişti: "Keşke eğitim diyebilseydim. Ama değil, maalesef değil"

Konunun merkezinden uzaklaşmayalım. Neticede, elini gülmek uğruna cebine sokmaya hazır, hatırı sayılır bir kitle var. Ortada keklikler dolaşır da, avcı eksik olur mu hiç? Tabii ki bu pazardan iyi kötü nemalanan sanayiciler de var. Hiç zararı yok, alan memnun satan memnun. Ekonomi çarkı dönüyor demektir. Hiç dönmemesinden daha iyidir.

Güldürme kurmayları mektepli olsun, alaylı olsun insanları sözlerle gıdıklamanın ilmini hiç şüphesiz çok iyi biliyorlar. Biliyorlar ama bunu kimseyle paylaşmıyorlar. Tıpkı caddenin karşısında benzer bir dükkân açılmasından ve müşterilerin paylaşılmasından korkan pastaneci gibi muhallebi tarifini sır gibi saklıyorlar herhalde.

Onlar, adeta insanların nasıl güldüğüne dair önceden hiç kafa yormamış gibi, o anda akıllarına geliveren fikirlerle insanları güldürüyorlarmış gibi davranıyorlar. Anlık esprilerle, hazır cevaplıkla bunu kanıtlamaya çalışıyor gibi bir hâlleri var.

Bir hazır cevaplık marifetine sahip oldukları kesin. Ama ben işin bu kadar basit olduğuna inanmıyorum. Bu işin de bir ilmi, bir formülü, bir üçkâğıdı var elbette.

Komik biraderlerin büyük sırrı

İnsanların nelere güldüğüne dair, biraz interneti karıştırdım, biraz da kendimce maddeler ekledim. Toparlayıp aşağıda alt alta yazmaya çalıştım.

Birinci maddeye göre, "herhangi durumu açıklıyor olmakla beraber, algılamada bir kayma yaratmak" insanları güldürüyor.

Yani diyelim, süpermarket kasasındaki görevli bayan, kafasını sigaraların saklandığı dolaba hafifçe vuruyor. Siz hoşluk olsun diye "işte sigaranın zararları" derseniz bu sınıftan bir komiklik yapmış oluyorsunuz.

Nasreddin Hoca fıkralarının bazıları da bu sınıfa sokulabilir. "Ye kürküm ye", "yorgan gitti, kavga bitti", "kedi buysa et nerede, et buysa kedi nerede" fıkralarında olduğu gibi.

Yavaş araba kullanmasını telkin etmeye çalıştığım bir arkadaşımın önüne aniden bir sokak köpeği çıkmıştı. "Gördün mü bak, hızlı gitseydin hayvanı ezecektin" demiştim. O ise "hayır hızlı gitseydim hayvan henüz yola gelmemiş olacaktı. Karşıma bile çıkmayacaktı" demişti. Bu komiklik de bu sınıftan.

Bazıları bu tür mizahı biraz içi boş gevezelik olarak algılayabilir. Ama somurtuk hayatımızda, küçük gülmece anları yaratır, iyi hissetmemizi sağlar.

İkinci maddeye göre, gergin bir durumdayken aniden rahatlama durumuna geçmek insanları güldürüyor. Başka bir deyişle, bu formülle insanları güldürmek için onları önce gergin bir atmosfere sokmanız gerekiyor. Bunu yapmadan esas komikliği yaparsanız insanlar gülmüyor.

Kızları sahte yılanla korkutup, sonra yılanın gerçek olmadığını gösterip gülüşmek gibi şeyler bu sınıftan komikliklerden. Birine çok kızmış gibi davranarak onu tezgâha getirmek, sonra her şeyin şaka olduğunu söyleyip gülüşmek de öyle. Biraz eşek şakası sınıfına giriyor ama bazılarını güldürüyor neticede.

Üçüncü komik şey, zıtlıkların yan yana sergilenmesiymiş. Yani, Amerikan dizilerinde, sevgi bekleyen güzel kadın ve şişman, bakımsız bütün gece bira içip maç izleyen erkeğin fonda bol gülme sesiyle beraber pazarlanması durumu.

Komedi filmlerinde bir şişman, bir zayıf veya bir uzun, bir kısa veya bir atletik bir piknik çiftler oluşturulması da bu maddeyi çağrıştırıyor.

Dördüncüsü, bu topraklarda en çok kullanılanı: Başkalarının hatalarına, eksik zekâsına, talihsiz durumuna gülmek. Ve tabii böylece kendi üstünlüğünü tescil etmek.

Neler girmiyor ki bu grubun içine: Ayağı kayıp düşenler (nesi komiktir hiç anlamam), "göbeğini kaşıyan adam" veya "yurdum insanı" yollu geyiklerin topyekûnu ve hatta Temel fıkraları. Saçı dökülene, gözlük takana, uzun boyluya, kısa boyluya, çalışkana, âşıklara yapılan yakıştırmalar, takılan lâkaplar.

Beşinci madde, insanların bazı özelliklerinin, huylarının, zaaflarının ortaya çıkmasından kaygı duyması ve adeta bunları bir sandıkta gizlemesi ile ilgili. Bence bu sandığın kapağını biraz aralarsanız insanlar gülüyor.

Bu durumda bir önceki maddeden farklı olarak, yalnız izleyenler değil, hedef aldığınız insan da gülüyor. Yani biraz daha masumane.

Örnek olarak, kocasını yanındayken Huysuz Virjin'in bir kadına "aman nereden buldun bu kese kâğıdı kılıklı herifi" demesi gösterilebilir herhalde.

Cinselliğin tabu olduğu toplumlar için cinsellikle ilgili şakaların ve imaların her zaman gülmece malzemesi olması da bu durumu işaret ediyor bence. Düşünsenize, cinsel yönden tüm takıntılardan arınmış olsak, yani gizli sandığımızda cinsellik adına bir şey saklamıyor olsak, belden aşağı komiklikler bizi güldürebilir miydi?

Son bir madde daha var ki, tanımlamak biraz zor. Belki "içimizdeki sevgi duygusunu titreştiren sıçramalar bizi güldürüyor" diyebiliriz. Örnek olarak bir kanaryanın kafamıza konması, kuyruğunu yakalamaya çalışan veya büyük bir köpeğe efelenen yavru kedi, büyükleri taklit etmeye çalışan bebekler gösterilebilir. Yeni nesil animasyon filmlerinde insanlara özgü duygusal tepkiler gösteren robotlar, hayvanlar, böcekler de bu kategoriye alınabilir sanırım.

Bunları Derkenar okurlarıyla sohbet etmek için yazıyorum. Hiçbir uzmanlığım yok. Atladığım maddeler olabilir. Sizin aklınıza gelen başka maddeler olursa, yorumlar bölümünde paylaşabilirsiniz.

Ne gülüyon birader? Açıkta bir şey mi gördün?

İşte birinci ve sonuncu maddeler haricindekiler, bazı insanları gülme komasına sokarken benim somurtmama sebep oluyor. Yeterince zeki ve ince kullanıldığında benim için bazen beşinci madde de komik olabiliyor.

Bu arada, yine birinci ve sonuncu madde dışındaki tüm tekniklerin ortak bir yönü var ki, aslında bu yazıyı toparlamam için beni dürten şey buydu.

Mizahçılar, bu teknikleri kullanırken, bence bir tarafında kahkaha diğer tarafında öfke ve hiddetin olduğu bir tahterevalli ile oynadıklarını çok iyi biliyorlar. Ayar kaçacak olursa, keyifli gülücüklerin birden sert bir öfkeye dönüşebileceğini akıllarından çıkarmıyorlar. Bir anlık gafları yüzünden linç edilmeye çalışılan, programları kapatılıveren televizyon komedyenlerini hatırlayın.

İkinci maddedeki eşek şakası türü komiklikler, zaten aşikâr olarak bu riski taşıyor. Üçüncü maddedeki, şişmanla zayıfın bir arada sergilendiği mizah türünde, ayarı kaçıracak olursanız, şişman insanların şimşekleri üstünüzde olur. Dördüncü madde, zaten aşağılama kökenli olduğu için şaka, çok kolay kakaya dönüşebilir. Beşinci maddede, gizli sandığı ancak kısa bir süre için aralamanıza izin verilir. Kapağı çok açarsanız veya çok uzun süre açık tutarsanız ağzınızın payını bir güzel alırsınız.

Yani bu tür mizahta, komik olan şeyin, aslında kendi başına komik olmadığını, gülmeye sebep olan şeyin aslında yapılan komikliğin karşı ucundaki nahoş bir huyun varlığı olduğunu düşünüyorum. Tıpkı karanlık olmadan aydınlığın, soğuk olmadan sıcağın tanımlanamayacağı gibi, insanın içinde öfke, hiddet gibi duygular olmadığında, bu mizah türünün varlığını koruyacak zemin bulamayacağına inanıyorum.

Başka bir deyişle, bu tür şakalara aslında katıksız komik olduğu için değil de, içimizde öfke ve nefret duygusunun mevcudiyetinden dolayı güldüğümüzü düşünüyorum. Bu duygulardan arınmış olsak, bu tür şakalar bizi güldürmezdi bence.

Bu tür bir mizahın anatomisi ve aslında içinde ne tür bir gizli "düşmanlık" sakladığı, Mizah ve Zekâ yazısında da gayet güzel işlenmişti.

Oysa dikkat ettiyseniz birinci ve sonuncu maddenin tehlikeli bir karşıt ucu bulunmuyor. Gün boyu gülseniz, aşırıya bile kaçsanız kimseyi kırmanız, incitmeniz söz konusu bile değil.

Bu tür mizah, bir gülücük süresi için olsun, üstümüzdeki gerilimi alıyor, en saf haliyle bize hayatın ne harikulade bir şey olduğunu hatırlatıyor sanki.

Gerçekten de yaşamak ne harikulade bir şey, değil mi?

Yorumlar

Ellerine yüreğine sağlık kardeş ne denebilirki denilecek güzel şeyleri demişsin inşaallah yeri ve zamanı geldiğinde anlamlı bir şekilde gülersin.

Selim Ceylan - 18 Mart 2009 (10:54)

Yıllarca bize Mizah'ın "muhalif" bir şey olduğu tekrarlandı durdu. Kimler tarafından? Öncelikle "mizahçılar" tarafından tabii ki.

Yani sokak aralarında ite ite gezdirdiği sebze arabasındaki malları bağıra çağıra öven çığırtkan satıcılar gibi, kendi reklamlarını kendileri yaptı mizahçılar. Bir sürü insan da buna "kek" gibi inandı.

Şimdi ben sormadan edemiyorum. İnsanları ezen, sömüren, tüm imkânlarını kullanarak aptallaştıran ve o aptallar arasından birkaç tanesini baştacı eden bu sisteme ve onun muktedirlerine karşı eser miktarda olsun eleştiri getirmeyen ve "mizahını" bile kazandığı servetle böbürlenerek yapan bu yeni mizahçı kuşağı nedir?

Mizah muhalifse kedi nerede, kedi mizahçıysa mizah nerede? Reklam kuşaklarında banka kartı reklamı yaparak cebini dolduran şu "aç" çocuklar sahiden mizahçı mı?

Seyit Balkuv çok haklı. Ben de uzun zamandır hiç bir espriye gülemiyorum. Ama bu tabii ki hiç gülemiyorum demek değil. Örneğin bir üstteki yoruma kendimce "anlamlı bir şekilde güldüğümü" söyleyebilirim.

Eğlence sektöründe voliyi vurarak kazandıkları paralarla satın aldıkları teknelerle, lüks arabalarla, kerttikleri meşhur aşuftelerle böbürlenip duran, yine de her hallerinden eziklik ve sonradan görmelik akan şu bıngıl bıngıl tombik mizahçılara da acı acı gülüyorum.

Demek ki gülebiliyormuşum…

Yukarıdaki gülme listesine bu gülme biçiminin de eklenmesi ricasıyla…

Necdettin Donyağı - 18 Mart 2009 (15:36)

Merhaba Seyit Bey, Mizah ve Zeka isimli yazıya da sizin olduğunu sanarak yorum bırakmıştım. Ancak o yazı da çok güzel bir yazı. Gülmenin formülünü verdiğinizşu 6 madde aslında ayrıntılı bakıldığında 2, 3 ve 4. Maddeler tek başlıkta birleştirilebilir gibi geldi bana. Hatta işin acı tarafı 6. Madde bile bunlarla birleştirilebilir. Yani kendini büyük, iyi hissetme duygusunun yarattığı bir komiklik gibi geldi.

Örneğin eşek şakaları… Bu şakaları yapan kişi şakaya maruz kalandan çok çok daha fazla gülerler. Çünkü kendilerini "üstün" hissederler. (2. Madde) ve zıtlıkların yarattığı komiklik. Bence burda da kişi kendisinin bu üst ve alt sınırlar içinde "normal" hissederek bir rahatlama duygusuna kapılarak neşelenip zıtlıkların kendisinde tezahür ettiği kişileriden üstün hisseder kendini (3. Madde) ve kuyruğunu yakalamaya çalışan kedinin ve büyüklere benzemek isteyen çocukların acizliği… Olayı izleyen kişide üstünlük hissi yaratır. (6. Madde)

Gizli olanın kısmen aralanmasıyla yaratılan mizaha gelcek olursak… Cinselliğin tabu olmadığı kültürlerde sizce mizah bir espri unsuru değil mi? Ben öyle olduğunu düşünmüyorum açıkçası.

Ama dediğiniz gibi 1. Madde çok hoş ve akıllıca bir mizah yolu. Farklı bir bakış açısıyla bakabilmenin ürünü. Yazınız çok hoştu. Elinizi, klavyenize, zihninize sağlık…

Pınar - 12 Ekim 2009 (23:34)

diYorum

 

Seyit Balkuv neler yazdı?

66
Derkenar'da     Google'da   ARA