Patronsuz Medya

Dönen dönsün, ben dönmezem yolumdan

Seyit Balkuv - 3 Nisan 2009  


Eski arkadaşlarla ne zaman bir araya gelsek, kısa süre sonra konu dönüp dolaşıp iş hayatına geliyor. Hâkeza, yeni tanıştığımız insanlarda da benzer şey oluyor. Sebebi belli tabii, insan gözlerinin yarı kapalı olmadığı tüm zamanını işyerinde ve trafikte geçirirse, başka ne konuşabilir ki?

Bazıları iş hayatını öyle bir ballandırarak anlatıyor ki, sanırsın basmış parayı, koca şirketin patronu olmuş. "15 milyon dolar net kâr yaptık" diyor meselâ (TL demiyor her nedense). "Yaptım" dememek için kendini zor tutuyor adeta. İki tek atıp biraz gevşese onu da diyecek belki. Oysa, örneğin, şirkette sadece bir muhasebe elemanı olarak çalışıyor. Kuru maaşa talim ediyor. Bu ne aidiyet duygusudur, bu ne sadakattir, insanın şapkası yerinden fırlayacak oluyor.

Batı'da yapılan bir araştırmaya göre, aldığı üründen memnun olan her on kişiden sadece ikisi ürünle ilgili başkalarına tavsiyede bulunurken, aldığı üründen memnun olmayan her on kişiden sekizi arkadaşlarına ürünü kötülüyormuş.

Bizde sadakat duygusu öyle gelişmiş ki bu bile tersine işliyor galiba. Sırf hasbelkader sahip oldu diye, döküntü arabasını, televizyonunu, evini yere göğe koyamayan, öve öve bitiremeyenlerle karşılaşmayan var mıdır?

Sosyal yaşantımızda da durum pek farklı değil: Bir camianın üyeleri, kendi aralarında kaynatmaya, fokurdatmaya, iğnelemeye, taciz etmeye, lâfı oturtmaya, yakıştırmaya, yakıştırmamaya, fitne fücur yapmaya bayılır da, dışarıya karşı öyle aslan kesilir, camiasını öyle ballandırarak anlatır ki, o organizasyonun dışında kaldığın için kaderine lânet okuyacak olursun.

Bize giren çıkan yok, isteyen istediği kadar pompalayadursun. Fakat insan kendi sadakati konusunda şüpheye düşüyor bazen. "Benim ait olduğum bir inanç sistemi, bir camia yok mu, varsa da ben ona ihanet mi ediyorum, ben hain miyim, dönek miyim" diye evhamlara kapılacak oluyor.

Halk oyunları dernekleri, dağcılık dernekleri, bisiklet kulüpleri, yelkencilik kulüpleri, fotografçılık dernekleri, müzik toplulukları, rotary dernekleri, mason locaları, ruhsal araştırmalar dernekleri, Pendik sanayici ve işadamları derneği (bir arkadaşım Penisad derdi), vesaire, vesaire. Hangi birinde dediğim türden bir itişme, kakışma yok? Hangisinde dışarıya karşı anlamsız ve sahte bir şişinme yok? Varsa söyleyin, devrisi gün üyelik için gerekli tüm belgelerle beraber, sabah yedide kapısında olmazsam namerdim.

Hem camianı ve inanç sistemini kabak dolması yapar gibi içten içe oyacaksın, hem de dışarıya karşı bulunmaz hint kumaşıymış gibi gazlayacaksın. Bu nasıl bir sadakat duygusudur, vallah insan şallak mallak oluyor.

Aslında sadakat deyince daha çok akıllara evli çiftlerin birbirine taktığı boynuzlar gelir. Keza, orada da durum pek de farklı değil bence. Hatunun veya adamın ilişkisi adamakıllı bozulmuş, iletişim kalmamış, hatta düpedüz başka sevgilisi var, kaçak aşk, meşk, yaşıyor. Velhasıl, evde konuşmaya bile tenezzül etmediği eşi ile arkadaş toplantısına gittiğinde bir sarmaş dolaş, bir sevgi yumağı vitrin görüntüsü veriyor ki değme bekârlara tövbe istiğfar ettirir.

Eee, egonun beslenmeye, "iyi insan" olarak tescil edilmeye ihtiyacı var. Erdem ve itibar konusunda süngüyü düşürmeye gelmez. Kuyruğu dik tutacaksın, kendinin ne düşündüğüne değil, başkalarının senin hakkında ne düşündüğüne oynayacaksın. Kabına sığmaz ihanet duygunu sadakatinin ağırlığıyla zar zor dizginlediğini hissettireceksin insanlara. Sadakatini besili tutmaları için küçük mesajlar yollayacaksın, "açtırma kutuyu, çıkarırım kötüyü" diyeceksin.

Sahi, sadakatin zıddı ihanet veya döneklik mi oluyor? Diyelim ki ait olduğunuz, nemalandığınız camia, kendi lehine, fakat dışarıda kalanların aleyhine bir faaliyet içine giriyor. Siz durumu fark ediyorsunuz. Sadakatiniz gereği sessiz kalacak olsanız, bu işten zarar görecek olan masum insanlara karşı ihanet etmiş olmuyor musunuz? Kaldı ki o zarar gören insanlar da bu ülkenin vatandaşı. Yani, sizin de üyesi olduğunuz başka bir camianın elemanları. Peki, tepki gösterip işi bozacak olsanız, bu kez de ait olduğunuz camiaya karşı bir ihanet yapmış olmayacak mısınız? Artık orada barınabilecek misiniz?

O halde sizin için sadakat olarak algılanan bir davranışın, başkaları için hainlik olarak algılanması normal bir durum mu sayılacak? Sadakat gösterdiğimiz inanç adına, karşıt inanca yakın olan kişilerin zarar görmesine sebep olmak ve bu durumu önemsememek, görmezden gelmek sadakat duygusunun gereklerinden biri midir? Bu durumda hangi davranışı sadakat, hangi davranışı ihanet olarak kabul edeceğiz? Sınıflandırma eşiğini hangi kriterlere, hangi kabullenmelere, hangi kimliklere istinaden belirleyeceğiz?

Gençlik yıllarında sol görüşe, sosyalizme yakın olan bir insanın, ilerleyen yıllarda dinî akımlara yaklaşması örneğini ele alalım. Solcular cephesinden bakarsan, geçmişine ihanet etmiş bir dönek, dindarlar cephesinden bakarsan, doğru yolu bulmuş, Tanrı'nın sadık kulu. Tabii tersi de geçerli, gençliğinde dindarken ilerleyen yıllarda farklı rüzgârlara kapılanlar da var. Bakış açısı yine aynı, değişme yok.

Okuduğum bir kitapta şöyle bir masalımsı imajdan bahsediliyordu: Yaşlı bir adam, küçük bir çocuğa pırıl pırıl, ışıldayan bir kristal küre veriyor. "Bunu sakla, sonra gelip senden alacağım" diyor. Bir süre sonra da gerçekten alıyor.

Kitapta ışıltılı küre, küçük çocuğun aydınlık, tertemiz ruhu ile özdeşleştiriliyor. Küreyi iade etmesi ise büyümüş çocuğun dünyadan ayrılışı, hayatın sonu anlamına geliyor. Emaneti sahibine iade etmiş oluyor yani.

Emanetin küre sahibine gönül rızası ile iadesi veya haciz yoluyla elimizden zorla alınması ayrı bir konu. Fakat esas önemli olan, kürenin saklandığı süre boyunca ışıltısını kaybedip kaybetmediği, bizim tarafımızdan ne derece tahribata uğratıldığı.

Sadakat deyince benim aklıma ışıltılı kürenin korunması geliyor. Gerisi lâf cambazlığı, zihin hokkabazlığı bana göre.

Arada sırada, kendi inanç sistemini ve camiasını bana gazlamaya çalışanlar veya her nedense kendi inanç sisteminin benimkiyle bire bir aynı olduğunu sanıp damardan muhabbete girenler oluyor.

İlgilerine mazhar olmak büyük şeref ama ben peşinen söyleyim; bana pek güven olmaz. Ağzınızdan çıkan iki cümleyi beğeniyor olmam üçüncüsüne karşı olmayacağım anlamına gelmiyor. İçimdeki küçük çocuk ikna olmazsa camiayı anında satıveririm haberiniz olsun.

Küre sadakati konusunda neredeyim, bir fikrim yok. Ama onun dışındakiler için aidiyet ve sadakat duygumun hayli zayıf olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hatta beni sevmeyenler "hain, dönek, güvenilmez, satışçı" gibi ifadeler kullanmak istiyorlarsa rahat olsunlar.

Aman, az daha unutuyordum! Bir tek "boynuzlama" konusunda sadakatim yerindedir. Söyleyim de sonra bir sakatlık olmasın.

Yorumlar

Seyyid Bey, saygılar… Nazım Hikmet de sizin son cümlenizi "yarin yanağından gayrı" diye özlü bir biçimde ifade etmiş zaten.

Bir başka biçimde söylemek gerekirse, yarini boynuzlayan aslında kendi iffetini de bozuk para gibi harcamış demektir.

İki fak fuk bir şak şuk uğruna yalan söylemeye değer mi hiç? Delikanlılığa sığar mı? Asla!

Fakat, diğer yandan, eğri oturup doğru konuşalım. Erkek erkeğe. Sadakate tamam, eyvallah, tabii ki, ama insanın hiç mi gönlü akmaz yahu Nisan güneşinin altında tiril tiril askılı bluzların içinde dolanan o taze çilek tadında o kütür kütür o çıtır mıtır üftadelere?

Hiç mi şişmez insanın yutkunmaktan bademcikleri?

Hadi itiraf et üstad. Kimseye söylemeyiz.

Taşkın Testesteron - 5 Nisan 2009 (01:52)

Fena yerden yakaladınız Taşkın bey, burada kartları açık oynuyoruz kıvırmak olmaz.

Hele şimdi tam bahar geliyor, tüm doğa uyanıyor, papatyalar çiçek açıyor. Çıtır (hatta kıtır) hatunların kırdaki papatyalardan fazlası var eksiği yok. Baktıkça insanın aklına "sendeki işve anamda olsa babam geri dirilir" şarkısı geliyor.

Üstelik çıtır ablalarımız, genetik kod gereği olsa gerek, güzelliklerini sergilemeyi çok seviyorlar. Fakat aynı genetik kod "aşk olmadan meşk olmaz" diyor onlara. Biraz haklılar galiba, olur gibi görünüyor ama olmuyor gerçekten.

Yani neticeten, bizden geçti Taşkın bey. Bizden geçti derken gençken sıraya dizerdik gibi bir anlam çıkmasın. O zamanlar da bir hatunu etkilemem 4 ilâ 6 ay arası zamanımı alırdı. O derece bir ilgi odağı, bir cazibe merkeziydim yani, hesap edin.

Tabii umudu kaybetmek olmaz. Nemfomanyaklar varmış diyorlar meselâ. Ama o da bize denk gelmez ki birader.

Seyit Balkuv - 5 Nisan 2009 (16:51)

Ammanın Seyyid Beyciğim, dua edin de herhangi bir nemfomanyakla yolunuz kesişmesin. Dünyanın en güzel işinin nasıl da işkenceye dönüştüğünü çok acı bir biçimde tecrübe edebilirsiniz. Zaten tüketim düzeni, insanların çoğunu bir türlü tatmin olamama anlamında "sosyal nemfo" ya dönüştürmüş durumda. Hep beraber el çırparak "ay ken get no setisfekşın" türküsünü söylüyorlar.

Taşkın Testesteron - 5 Nisan 2009 (20:30)

diYorum

 

Seyit Balkuv neler yazdı?

58
Derkenar'da     Google'da   ARA