Patronsuz Medya

'Nefes alamıyorum': Başkaldırının farkında mısınız?

İçinde bulunduğumuz dönemde de, Keynezyan ekonomi ve benzeri can simitlerini isteyen çok arasa bulur. Ancak kendilerini sistematik bir tehdit altında görmeyen egemenlerin, böyle bir arayışı yok. Sokak aynı şekilde bunaltmıyor çünkü. Yani egemenler hâlâ nefes alabiliyor. Önümüzdeki yıllarda eşitsizliğe, çevre felaketlerine, iş kazalarına, polis şiddetine, etnik-ırksal-mezhepsel ayrımcılığa karşı yığınla ayaklanma yaşanması çok muhtemel. Fakat 1940'ların aksine egemenler, bunların aktörleriyle uzlaşmak yerine, toptan bir baskı ve ideolojik terör ortamı kurmayı tercih edebilir bu sefer. Ve dolayısıyla 20. Yüzyıl'ın ortasında (hem tarihi, hem coğrafi) bir parantez olarak yaşanan totaliter 1930'lar, 21. Yüzyıl'ın hakim paradigması haline gelebilir. Bu farkın birden çok sebebi var elbette ama, en önemlisi şimdiki başkaldırıların anarşizan doğası. Kendilerini (çoğunlukla) ideolojisiz ve lidersiz olarak tanıtan günümüz ayaklanmaları, yönetenleri siyasi değil kriminal çözümlere itiyor. Yönetenlerin de bu yüzden çok üzgün olduğunu söyleyemeyiz.

* Cihan Tuğal (T24) 13 Aralık 2014

Çekin ellerinizi gazetecilerin üzerinden!

Evet; bu ülkede yolsuzluk değil darbe girişimi olduğuna ve darbe heveslilerinin bakanların koluna gizlice saatler taktığına, yatak odalarına para sayma makineleri koyduğuna, ayakkabı kutularına dolar doldurduğuna inanmamız beklenirken planlanan medya operasyonuna karşı ne yapacağız?

Hangi görüşte olursa olsun, Türkiye'de gazeteciler, demokrasi düşmanlarının kılığına girerek, bir kez daha demokrasi düşmanlarının en büyük zaferi olacak mı?

Bizim cevabımız, hayır.

Kimsenin hukukunu savunmak için sicil sorgulaması yapıp görüşlerini paylaşmamız gerekmiyor.

Kan davası peşinde hukuk devleti tehcirlerine, özgürlük soykırımlarına hayır.

İnsanları korkutmaya çalışarak kendi korkularını sakladıklarını sananlardan korkmuyoruz.

Çekin ellerinizi gazetecilerin üzerinden. Daha düne kadar el ele tutuştuklarınızdan da, hiçbir zaman el uzatmadıklarınızdan da.

* Doğan Akın (T24) 12 Aralık 2014

Nazilerin Atatürk tahayyülü

Almanya'da Birinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye'nin İstiklal Savaşı'na neredeyse saplantı derecesinde bir odaklanma söz konusuydu. Başından itibaren sağcı ve aşırı sağcı Almanlar, Versay Anlaşması'na yönelik rahatsızlıklarını ve öfkelerini, Türkiye'nin Sevr Anlaşması'nı reddetmesiyle kıyasladılar. Atatürk'ün Britanya, Fransa ve Yunanistan'a karşı verdiği savaşı gerçeğe dönüşen milliyetçi bir rüya ve Berlin'deki zayıf ve boyun eğmiş hükümetlerinin takip etmesini istedikleri bir örnek olarak gördüler. Türkiye, milliyetçi Alman basınında pek çok kez, aşağılayıcı anlaşmaların reddedilip değiştirilebileceğini gösteren bir rol model olarak sunuldu. Atatürk'e askeri cesaretinden, Türklere ise anavatanlarına duydukları sevgiden dolayı hayranlık besliyorlardı. Naziler 1919-23 yılları arasındaki Türkiye'ye böyle bir pencereden bakıldığı bir ortamda yeni yeni palazlanıyorlardı; bu bakışa, halkının milli iradesini yorumlayabilecek güçlü lidere duydukları kendilerine has saygıyı da eklediler.

Kitabın en çok yankı getirebilecek kısmı, haliyle Hitler'in Atatürk methiyeleri. Nazi lideri 1933'te iktidara geldikten sonra Türkiye cumhurbaşkanını, nasyonal sosyalist partiyi kurmaya çalıştığı 1920'lerin karanlık günlerinde parlayan bir yıldız olarak niteliyordu. 1938'de Hitler, Nazilerin Atatürk'e dair tahayyülünü şöyle özetlemişti: Atatürk, bir ülkenin yitirdiği kaynakları seferber etmenin ve yenilemenin mümkün olduğunu gösteren ilk liderdi. Bu bakımdan Atatürk bir öğretmendi; Mussolini onun ilk öğrencisidir, ben de ikincisi…

* Joost Lagendijk (Zaman) 10 Aralık 2014

İki tane aklıselim baayan, heyecan yaparak kapıdan giriş yaptılar…

Birileri Osmanlıca peşinde koşarken dilimiz elden gidiyor, bozuluyor, yoksullaşıyor, kimliksizleşiyor, kuralsızlaşıp kaosa yuvarlanıyor da ondan. Oysa toplumların ve kişilerin kendilerini sözlü-yazılı ifade biçimleri ve olanakları düşünme yetileriyle, kimlik gelişmeleriyle, kültürel zenginleşmeleriyle iç içedir. Dil fakirleşirse, bozulursa, lumpenleşirse, duyguları ifade eden sözcükler, fiiller bilgisayar dilinin mekanikliğine kurban edilirse kişinin de toplumun da düşüncesi daralır, fikir dünyası, sanatı, edebiyatı geriler, sıradanlaşır.

Eğitim Şura'sı vesilesiyle eğitimi tartıştığımız şu günlerde benim de bir önerim var: Kürtçe Türkiye'nin bütün okullarında 4. Sınıftan itibaren zorunlu ders olmalıdır. Gerekçem, dedelerin mezar taşlarını okuyamamak türünden değil. Bu ülkede nüfusun ortalama yüzde 25'i Kürtse ve Kürtlerle Türkler iç içe yaşıyorlarsa, böyle devam etmesini istiyorsak, Türklerin Kürtçe Kürtlerin Türkçe öğrenmeleri elzemdir.

* Oya Baydar (T24) 7 Aralık 2014

'Üst akıl'ı bilmem ama bu akılla sonumuz felaket: Ya faşizm ya çözülüş

Malum, hayat, dolayısıyla hayatın tüm alanları ve tabii siyaset karmaşıktır; insan bu karmaşıklığa anlam vermek için akıl yürütmek adına çabalar durur. Daha doğrusu, çabalasa iyi olur. Yoksa akıl, kolaycılığa sığınıp sığlaşır. 'Üst akıl' gibi kavramların önünü açan, toptancı, komplocu, propagandist zihniyet böylesi bir kolaycılığın ürünüdür.

İşin başka bir boyutu da var. İnsan kendini sorgulamak ve sorumluluk yüklenmekte kolaycılığa kaçmaya temayüllüdür. Komplocu, sığ, propagandist düşünme biçimleri aynı zamanda bu türden bir kolaycılığın ürünüdür.

Dünyayı 'gizil' mekanizmaların idare ettiği fikri, her şeyi bu gizil güce bağlayarak kolayca izah etmenize yardım ettiği gibi, sizi kendinizi sorgulamaktan ve sorumluluk yüklenmekten kurtarır. 'Ne lüzüm var acaba yanlış bir şeyler mi yapıyoruz diye canımızı sıkmaya' der, bizden başka herkesi, Berkin Elvan adlı çocuktan, 'dünyayı yöneten üst akıl'a kadar herkesi ve her şeyi mesul tutarız olur biter. Olan biten budur.

* Nuray Mert (Diken) 1 Aralık 2014

Uzayda hayat var!

Dünyamız kendi etrafındaki turunu 1 günde tamamlıyor. Bu yazıyı okuyacağınız, bir politikacıya kızacağınız, sıcak bir çay veya kahveye sevineceğiniz günde. Dünyamız Güneş'imizin etrafındaki bir turunu 1 yılda tamamlıyor. Okulda bir üst sınıfa geçeceğimiz, takımımızın şampiyon olacağı, doğum gününüzü kutlayacağınız bir 1 yılda. Güneş'imiz ise, Samanyolu Galaksimizin merkezi etrafındaki bir turunu 225 milyon ile 250 milyon arasında bir sürede tamamlıyor. Bu süreyi biz 'insanlar' bilmiyoruz. Çünkü ite kaka geçmişimizi en fazla birkaç milyon yıl geriye götürebiliyoruz. Aslında dinozorlar 150 milyon yıl kadar bu gezegende yaşamayı başardılar(gelişmiş bir beyne sahip olmamanın avantajı belki de). 150 milyon yıllık ömür, 1 galaktik(veya kozmik) yıl için yeterli bir süre değil ama esaslı bir göktaşının Dünyamıza çarpmasına tanık olmaya yetecek bir süre. Samanyolu çok büyük ama o da Evren'de bir nokta. Evrenin bildiğimiz kadarında, Samanyolu galaksisi gibi yüz milyarlarca galaksi var.

* Cemal Tunçdemir (T24) 30 Kasım 2014

Mülteciler ve ablam

Tıkıldıkları mülteci kümeslerine dayanamayıp şehirlere dağılıp; ev, iş ve ekmek arayan insanların çaresizliğini anlamadığımız gibi suistimal de ettik. Haftalığı 20 liraya it gibi çalıştırıp parasını dahi vermeyip dilenmeye mahkum ettik ama dilendikleri için daha çok nefret ettik. Dilenmeyip kendi işini kuranların dükkanlarını taşladık. Orospularımız bile vizitesi 20 lira olan Suriyeli fahişelere piyasayı aşağıya çekiyorlar diye saldırdı. El kadar kız çocuklarını Türk erkeklerine eş, Türk kadınlarına kuma olarak vermek zorunda kaldılar. Bu çaresizliği basınımız Suriyeli kadınların yuva yıkıcı aşüfteliği olarak üç noktalı imalarla yazdı. Ev vermedik, iş vermedik, aş vermedik düştükleri çaresizlikten suça yöneldiler ve lafı yapıştırdık GÖRDÜN MÜ BAK BİZ HAKLI ÇIKTIK.

* Siminya 29 Kasım 2014

Kader kredisiyle dindar sarhoşluğu

Bütün olumsuzluklara rağmen kaderin açtığı kredinin tüketilmesi gerekiyordu. Neyin kredisiydi bu? Türkiye toplumunun müterakim mağduriyetinin sona ermesi, toplumun devleti ele geçirmesi için kader nezdinde birikmiş bir borç vardı. Kemalist geçmişin yolaçtığı mağduriyetten dolayı dindarlar kaderden kapsamlı bir jest görecekti. Dindarlar ve özellikle İslamcılar esaslı bir iktidar ziyafetine buyur edildiler. Toplumun hakettiği bu ziyafet sofrasına toplum adına elit olmaya namzet bir siyasi kadro oturdu. Erol Taş'a taş çıkartacak bir kabalıkla ve adab-ı muaşeret tanımaz bir üslupla nakde çevrildi bu kredi. Nice beş para etmeyen kişi ve kişilikler, kapılar açılınca içeri hücum etti. Kaht-i ricalden dolayı adam yerine konmuş nice kifayetsiz muhteris eşhas önlerine çıkan yerlere kondu. Halka verilen bir özgürleşme ve zenginleşme hediyesi, onu halk adına teslim alan miskin postacıların ve riyakâr arsızların emaneti iğdiş etmeleri ile murdar edildi.

* Mücahit Bilici (Taraf) 29 Kasım 2014

AKP'yi kim iktidar yaptı?

Sadece Kemalistler mi hatalıydı? Merkez sağın muazzam bir yolsuzluk çamuruna batmış olması ve ciddi bir ideolojik kriz içerisine yuvarlanması da AKP iktidarının gelişinde ve devamında etkili oldu. MHP'lilerin Kürt meselesi konusundaki katı tutumları da çok sayıda Kürt seçmeninin AKP'ye yönelmelerini hızlandırdı.

Liberallerin AKP'ye katkısı olmadı mı? Oldu elbette. Liberaller ve Gülen Cemaati'nin aydınları, AKP'yi Batılıların anlayacağı bir dile tercüme ettiler. AKP'yi ılımlı Müslüman bir parti olarak sundukları gibi, yine Batılı siyaset çevrelerinin anlayabilecekleri bir demokratikleşme söylemi içerisinden meşrulaştırdılar.

Liberaller bunu yaparken, sadece çıkar beklentisiyle mi hareket ettiler? Belki bazıları öyle yaptı ama çoğunluk, 90'ların karanlığından çıkabilme umuduna sarılmak istedi. O zamanlar, demokratikleşme konusunda küresel bir iyimserlik de mevcuttu. Liberaller de solcular gibi, tarihin olumluya doğru ilerlediğine dair aldıkları eğitimi kolayca gözardı edemiyorlar.

* Yüksel Taşkın (Taraf) 29 Kasım 2014

IŞİD'in asıl tehdidi

Eğer ki, belki de onlarca yıl sürecek bir savaş ortamından bahsediyorsak, çatışmaların odağındaki IŞİD, ordusu olan bir terör örgütü olarak nasıl bir tehdit oluşturuyor peki?

Bu sorunun asıl yanıtı bence Teksas Austin Üniversitesi'nden Profesör Gregory Gause'un dikkat çektiği noktada gizli; nasıl olup da, bu bölgedeki devlet yapıları uçtu gitti? Tamam, Irak ve Suriye, farklı farklı sebeplerle keşmekeş içinde; ama ya, kurumlar nerede? Ortada, devlet namına kalan hiçbir şey yok; adeta üfleyince resmî ne varsa uçup gidiyor.

İşin özünde, Suriye ve Irak'ın güçlü adamları, kendileri devlet olmaya çalıştı. Türkiye'de de benzer bir yönelim var. Devlet ve tek lider ve tek parti birleşiyor, tek ve aynı hâle geliyor. Tabii kurumlar da, giderek zayıflıyor. Giderek Suriye ve Iraklaşan, zafiyet içinde kurumlara sahip bir devlet yapısı olan Türkiye'yi günü gelince, üfleyip savuran çıkar elbette.

* Sezin Öney (Taraf) 29 Kasım 2014

Aydın kötücüllüğümüzün kaynağı

Ötekilerden, çoğunluk aydınlardan söz etmek istiyorum: Aydın sıfatını yüklenmiş, öyle sunulan, öyle sayılan, kendilerini belli siyasal-ideolojik çevrelerle, mihraklarla özdeşleştirmiş olanlardan… Bunlar daha popüler, daha görünürlerdir, toplumca tanınır, bilinirler. Tahsil-terbiye görmüş, okumuş, dünyayı tanımışlardır; yazarlar, çizerler, konuşurlar. Diğer kümedeki entelektüellerden ayrıldıkları nokta: Mensup oldukları kesimin, parçası oldukları mahallenin veya siyasal- ideolojik merkezin çizgisini, doğrularını, ezberlerini sorgulama, eleştirme, değiştirme yeteneğinden uzak oluşlarıdır. Uzaktırlar, çünkü böyle bir sorgulama derin ve sürekli derinleştirilen bir birikim, farklı görüşleri bilmekle yetinmeyip anlamaya çalışma, çifte standartlardan kurtulma, bağımsız bir kafa, bitmeyen bir hakikat arayışı, gereğinde yalnızlaşmayı göze alacak medenî cesaret gerektirir. Gerçek aydın yaşama, insana, evrensel değerlere, demokratik özgürlüklere, adalete ihanet etmemek için kendi siyasal-ideolojik mahallesine başkaldırmayı göze alabilendir, gerektiğinde toplumun algılarıyla birlikte kendini de değiştirebilendir.

* Oya Baydar (T24) 26 Kasım 2014

 

75
Derkenar'da     Google'da   ARA