Patronsuz Medya

Kazamatlar kazılırken

2002'de AKP'nin seçimi net bir şekilde kazanmasının ardından gelen Kemalist ya da ulusalcı ya da Batılılaşmacı --her neyse adı-- tepki, bu ayrımın bu toplumda ne kadar köklü ve belirleyici olduğunu gösterdi. Ama aynı zamanda, sınırlı ölçekte de olsa, sözkonusu iki ucun bazı temsilcilerinin birtakım ciddi konularda da birbirlerine yakın düşünceler üretebildiğinin işaretleri görüldü. Bu yaklaşmanın zemini demokrasi mücadelesiydi.

Bu sınırlı süreci sona erdiren, Tayyip Erdoğan oldu. Karar anı da, hep bildiğimiz gibi, Gezi direnişidir. Ancak, bence o direniş böyle bir kararın oluşmasının değil, uygulamaya konmasının vesilesidir. Tayyip Erdoğan (onun sözcüsü ve temsilcisi olduğu zihniyet ya da siyasî çizgi) böyle bir yakınlaşmadan hoşlanmıyordu. Erdoğan'ın ideolojik cephesini meydana getirenlerin bazılarının bu yeni politikaya nasıl dört elle sarıldıklarını görmek, yakınlaşmadan tedirgin olanların hiç de az olmadığını ortaya koyuyor.

Bence yanlış, uzun vadede çok zararlı bir politika bu. Ulus diyenlerin millet diyenleri, millet diyenlerin de ulus diyenleri boğazlamaya her an teşne olduğu bu toplumsal ortamda, bu politikanın anlamı ateşle oynamak.

* Murat Belge (Taraf) 21 Ekim 2014

AKP ve IŞİD: İslamcılık ile Şiddet

Şiddet deyince şaşırmayın; şiddet var şiddet var. Örgüt tarafından yapılanı var, kanun çıkararak yapılanı var. Özellikle de, zaman ve zemine göre düşünün. IŞİD insan kellesini Suriye ve Irak'ta uçuruyor, AKP ise çok daha medeni bir zeminde çalışmak zorunda: Vergi kontrolörlerini salıp şirket kellesi (Koç Holding, Aydın Doğan), O zaten batmış deyip banka kellesi (Bank Asya), telefon edip gazeteci kellesi, bizzat değiştirdiği HSYK yasasını defalarca değiştirip savcı-yargıç kellesi, Paralel deyip deyip başta polis olmak üzere memur kellesi uçuruyor. Ardından da kanun çıkarıyor: Mahkemeyi kazansalar bile göreve 2 yıl dönemezler.

Kelle uçurma derken, unutmadan: Bank Asya zaten batmış misali, Kobani düştü düşüyor diyerek, Suriyeli Kürt kellesi…

AKP ve şiddet bahsinde bazı demeçleri hatırlatayım da, konuşanlar neyin yöneticisidir, tereddütte kalın:

İçişleri Bakanı Âlâ: Şiddet misliyle karşılık bulur. Başbakan Davutoğlu: Teröristler bir iki saat içinde cezalandırıldı. Numan Kurtulmuş: Elleri, beyinleri kırılacak ve ezilecek.

Üstelik AKP, önümüzdeki günlerde şiddeti önlemek için kendi şiddetini artıracağını haber veriyor: Cumhurbaşkanımız: Artık ne polisimizin ne askerimizin kalkanla bu işin önüne geçmesi mümkün değil. Gereği neyse onu yapacaklar. Başbakanımız: Yakılan her TOMA'nın yerine gerekirse beş TOMA on TOMA alınacak. AKP, tasfiye ettiği 12 Eylül'ün yasalarını getiriyor, hayırlı olsun.

* Baskın Oran (Agos) 17 Ekim 2014

Eski haki, yeni yeşil Türkiye

Hükümetin tavrının başından beri dediğim dedikçi olduğunu zaten biliyorduk. Ancak gelinen noktada PKK'ya prestij kaybettirmek için hamle yapmak, çözüm sürecinden tamamen vazgeçmek anlamına gelir. Ya da milliyetçi oylara oynamak gibi bir gayeleri var. Bir de tabii eğri oturup, doğru konuşmak gerekirse; Kürt seçmenlerin yüzde 50'sinin Ak Parti'ye oy verdiğini unutmamak gerekiyor. En önemlisi; eskiden PKK devletle çatışırdı fakat yaşanan son olaylarda gördük ki artık iş sokağa döküldü ve camialar arası bir tartışmaya dönüştü. Bu çok daha tehlikeli bir durum… Bu, Suriyeleşme ya da Bosnalaşmadır.

* Soli Özel → Tunca Öğreten (Taraf) 17 Ekim 2014

Kürtlerin isyanı, iktidar, HDP: Asıl mesele barış sürecindeki binbir çelişki

Çoğulculuk sosyal dinamiklerin baskısıyla olursa sağlıklı olur. Kürt siyasi hareketini baskılamak adına 'ısmarlama çoğulculuk' veya ısmarlama çoğulculuk tartışması, Kürt meselesinin çözümüne fayda değil, olsa olsa zarar verir.

Diğer taraftan, Kürt siyasi hareketinin siyaseti okuma, yönetme konusunda zaafları tabii ki olabilir; azdır çoktur ama vardır. Ancak, bugün karşımıza çıkan en önemli sorun, gerilim alanlarının taşmasıyla önü açılan isyan dinamiklerini görmezden gelerek bir kez daha Kürtlerin sesinin baskılanma çabası.

HDP'yi veya başka aktörleri de bu baskının araçları haline getirme çabası büyük bir aymazlık olur. Türkiye'de yaşayan hepimiz büyük bedel öderiz, bile bilmeye kendimize bu kötülüğü yapmayalım.

* Nuray Mert (Diken) 15 Ekim 2014

Devrim İhraç Edilemez. Demokrasi de…

1970'li yıllarda Türkiye ve dünya solunda yakıcı bir tartışma konusu vardı: Devrim ihracı!

1917 Büyük Ekim Devrimi'nin ardından Rusya dışındaki ülkelere devrim ihraç etmeye kalkışan, devrimin ihraç edilebileceğini savunan çok kişi ve hareket çıktı.

Bu tezlere temel Marksist metinlere dayanılarak cevaplar verildi: Eğer dendi, bir toplumda, bir ülkede üretici güçler, sosyal ve siyasal olgunluk gelişmemişse, bir devrimin ülke içindeki objektif ve sübjektif koşulları olgunlaşmamışsa devrim mümkün değildir. Devrim ihracı ise o halkı çoğu kez kan göllerinde boğacak bir maceracılıktır. Marksizm, devrimci maceracılığı kesin olarak reddeder.

Bu tartışmalara zaten daha sonra hayatın kendisinden acı ama açık seçik cevaplar geldi:

Devrim ihraç edilemez!

Peki, demokrasi ihraç edilebilir mi?

Kanımca cevap devrim ihracı tartışmalarından çok farklı değil.

* Aydın Engin (Cumhuriyet) 15 Ekim 2014

İç savaşın başındayız

İnsanoğlu toprak yiyen bir canavardır ve toprak yemek için, onun üzerindeki öteki insanları da yer.

Ortadoğu'da büyük etnik-din gurupları, büyük devletleri de kollayarak yeni toprak yeme kavgasına girmişlerdir. Ve bu süreçte birbirlerini yiyeceklerdir.

Bölgenin dış güçleri ise bu yeme sürecinin uzamasına yarayacak leş kargalarından başka bir şey değildirler.

Amerika, Avrupa, Rusya, Tahran, Tel Aviv ve Riyad, hepsi ama hepsi, insanların birbirlerini yeme sürecinden kendileri için en kârlı olanı çıkarmaya çalışacaklardır.

Bir başka kural da şudur: Bu kavgada en çok zarar görecekler, kuvvetli iç ittifaklar kuramayıp, dış güçlere bel bağlayanlar olacaktır!

* Taner Akçam (Taraf) 14 Ekim 2014

Kobane ve Çözüm Süreci

Eğri oturup doğru konuşalım: Bu kadar farklı aktör ve hiyerarşi üretirseniz, kimin hangi yetkiyle neyi ne zaman söylediğini takip edemezsiniz. HDP'nin söylediği Kandil'den; Kandil'in söylediği Önderlik'ten veto yeme ihtimaline sahip olduğunda, tutarlı çizgi oluşturmak zorlaşır. Bazen bu aktörler kendi güçlerini diğerlerine belletmek adına, sert ayarlar verme yoluna gidebilirler. Burada yapısal bir zaaf olduğu açık.

Tüm bu yaşananlarda Çözüm Süreci'nin dolaylı veya örtük biçimde pazarlık masasına konulması beni rahatsız ediyor. Gerillayı aktifleştiriyoruz, Çözüm Süreci bitmiştir gibi açıklamalar, zaten beceremediğimiz güven inşası meselesini daha da dinamitliyor.

Kobane hepimize şunu göstermeliydi: Her ne pahasına olursa olsun bu ülkede barışı inşa etmeliyiz. Hükümeti Çözüm Süreci'nden yana baskı altında tutmakla, ya hep ya hiç anlamına gelen maksimalist duruşlarla sıkıştırmak arasındaki farka siyaset diyoruz…

* Yüksel Taşkın (Taraf) 14 Ekim 2014

Şiddet pornosu mu şizofreni mi?

Tüm bu karmaşayı yönetmesi gereken hükümet seçim kazanma uğruna kutuplaşmayı teşvik etti. Medya, aydınlar, üniversiteler bu karmaşıklığı anlamaya değil partizanlığa ve kutuplaşmaya kurban verilerek sığlaştı, ıssızlaştı.

Şimdi yaklaşan felaketin öncü sarsıntılarını bile anlamaktan ırak, kimimiz hükümetin hatalarını gerekçelendirmek ya da meşrulaştırmakla meşgulüz kimimiz de her felaketi Erdoğan'a bağlamakla.

Kimimiz Kürtlere uygulanan şiddetin görüntülerini yayıyor, kimimiz bazı Kürtlerin uyguladığı şiddetin. Kimimiz PKK'nın öldürdüklerinin masumiyetini kimimiz HUDAPAR'ın katlettiklerinin masumiyetini destanlaştırıyor. Şiddeti, ölmeyi-öldürmeyi karşı tarafın şiddeti üzerinden anlattığımızı ve reddettiğimizi sanırken, giderek şiddet pornosu düşkünlerine dönüşüyoruz.

Sanki yarın sabah farklı güneşlere uyanacakmışız gibi. Sanki farklı kadere yürüyormuşuz gibi. Sanki farklı kimliklerin, farklı siyasi fikirlerin farklı cehennemleri varmış gibi.

* Bekir Ağırdır (T24) 11 Ekim 2014

Davutoğlu Bingöl saldırısı ile ilgili yalan mı söyledi?

Akla gelen sorulardan ilki Başbakan Davutoğlu o gün yalan mı söyledi? oluyor. Yani o gün gerçekten birileri cezalandırıldı mı yoksa o açıklama kamuoyunun tepkisini azaltmak (ya da intikam duygusunu tatmin etmek) için mi yapıldı?

Diğer soru ise eğer birileri devlet tarafından cezalandırıldıysa bunlar gerçek suçlular mıydı yoksa olayların sıcaklığıyla devlet terörü yüzünden kim vurduya mı gittiler? Bu cezalandırma nasıl yapıldı?

Davutoğlu'nun teröristler cezalandırıldı açıklamasından anlaşılan, saldırının devlet için olağan şüphelisi olan Kürt hareketinden birilerinin öldürülmesi. Oysa PKK saldırıyla ilgilerinin olmadığını açıklamıştı.

* Volkan Algan (Sol) 11 Ekim 2014

İslamcılığın cesareti ve süreçteki zaaf

Bir yerde adalet mihnete, haklar da sadakaya çevrilip veren ele borçlanmaya sebep kredi hâline getirilmişse orada adalet gecikmiştir, harcanmıştır. Haram olan faizi(ni) yemek için o haklar sermayesini elinde tutan gasıp bir bankerden veya bankadan farkın kalmaz. Muhatabını sonunda vandal yapar, kendini banka misal yaktırırsın.

Hakiki bir Barış Süreci Kürdlerden resmî devlet özrü dilemek ve anayasal düzenlemeyle hakları naz ve pazarlıksız iade etmeyi gerektirir. Kürdlerin gasp edilmiş haklarının iadesinin faturasını sorumluluk alması gereken Türklere çıkartmayıp, bu bedeli Kürdlere çıkartmak ve onları kendi siyasi konforunun bekleme odasında tutarak bir nevi dilenci yapmak yanlış bir yoldur. Hakları için başkasını kendine dilenci yapan, öfkeleri için de başkasına dilenci olur.

* Mücahit Bilici (Taraf) 11 Ekim 2014

IŞİD'in devleti, Kürdlerin milleti

Eğer nesebi gerçekten sahih ise IŞİD belki de Arapların ilk modern devleti. Yönetim biçimi anayasal diktatörlük. İnanç ve korkunun cem olduğu bir kanun hâkimiyeti var. Kanunlar vahşi ama kanun ortaya çıkmış görünüyor. Vahşeti, kafa kesmeleri hem bedevilikten hem devlet olmasından. İslam medeniyetinin kendi saatinin durduğu zamana geri dönüp tarihi tekrar oradan idame ve ikame etmeye çalıştığı için IŞİD sanki başka bir zamandan bugüne gelmiş gibi. Kanlı ve canlı bir vecd hâli ortaya çıkmış. Ölmeye hazır olmanın husule getirdiği kendinden geçme onları özgürlüğün eşiğine getirmiş: Devrim ortamlarında hissedilen bir aşkınlık hâli. Sıfırdan başlayıp tarih sahnesine giren bir özne ile karşı karşıyayız denebilir.

* Mücahit Bilici (Taraf) 8 Ekim 2014

IŞİD'e terörist diyerek sorun çözülmez

Sonuçta, IŞİD'in evrensel İslam söyleminin uzun vadede çok fazla bir anlamı yok. Nasıl ki Bolşevikler bir Rus hareketi olarak kaldı ise, IŞİD de Sünni Arap hareketi olarak kalır.

Ama bu Sünni karakteri nedeniyle, ne Türkiye'nin ne de diğer bölge Sünni devletlerinin IŞİD'e karşı ciddi bir savaşa gireceklerini zannetmiyorum. Çok zayıf bir ihtimal bu.

Ancak ve ancak IŞİD yerine konabilecek, Sünni Arapları temsil edecek bir başka iktidar odağı bulunur veya yaratılabilirse bu olanaklı olur. Bu da şimdilik ufukta gözükmüyor.

Ayrıca eklemek gerekir ki, İngiltere, ABD ve diğer Batılı devletler saldırdıkça Sünni Araplar daha çok kenetleneceklerdir.

Savaşları daha çok anti-Emperyalist olacaktır.

* Taner Akçam (Taraf) 7 Ekim 2014

Türkiye bu savaşa girmek ve Kobane'yi kurtarmak zorunda

Bugün ise durum tamamen farklı. Doğru, aynı zamanda bir mayın tarlası gibi tuzaklarla dolu. Ama en temel gerçek şu: Gerek Suriye ve gerekse Irak'ta devlet otoritesi diye bir şeyin kalmadığı koşullarda, ortaya İD gibi bir örgüt, bir kuvvet çıkmış bulunuyor. Son derece zalim, saldırgan, hunhar, sınırsız derecede kıyıcı ve kan dökücü, hem topluca hem bireyler bazında merhamet duygusundan tümüyle yoksun bir akım bu. Cihadizmin aman (verme) kavramını da tanımayan en uç noktası. Tek mesajı var: Ya bize katıl, ya da kafanı keseriz. Evet, Barack Obama güzel söylemiş: Network of death; bir ölüm ağı, şebekesi, makinesi. Ve bütün bölge halkları, kendinden başka herkes ve her şey, şimdi bu korkunç tehditle yüz yüze. Öncelikle buna karşı çıkmak ve bunu durdurmak zorunlu.

* Halil Berktay (T24) 5 Ekim 2014

 

74
Derkenar'da     Google'da   ARA