Patronsuz Medya

Necdet Özel'in darbe yapmasını mı istiyorsunuz

Siz demiyor muydunuz, Batı demokrasilerinde genelkurmay başkanlarının adı sanı bile bilinmez diye.

Eğer Erdoğan'la siyasal olarak varsa alıp veremediğiniz, onunla kendiniz baş edeceksiniz.

İtaatsizlikse, siz itaatsiz olacaksınız…

Sadece seçimden seçime değil…

Ev ev, sokak sokak, meydan meydan…

Şiddet görseniz bile, siz sapmadan…

Ve yılmadan usanmadan korkmadan.

Ne kirli çamaşırı varsa saçacaksınız…

Ordudan asla umurunuz olmayacak…

Onu iktidardan işte böyle kovacaksınız.

* Namık Çınar (Taraf) 6 Haziran 2014

Toplumsal meşruiyet!

Bu din hidayetin kullara bırakılmayıp Allah'tan olduğunu belirtmektedir. İnsanların kendi özgür iradelerini kullanarak hidayeti veya sapkınlığı seçmeleri belli bir özgürlüğe sahip olmalarıyla mümkündür. Özgürlüğü elinden alınmış veya Müslümanların mutlak baskısı altında yaşayarak hayatını geçirip ölen birinin ahirette yüce Allah'a diyeceği şudur: Rabb'im, Müslüman kulların bana özgürlük tanımadılar ki seçimde bulunabileyim. Bu demektir ki hangi din, inanç ve felsefi kanaate sahip olursa olsunlar, insanların toplumsal gerçeklikleri vardır, toplumsal olarak var olmaları meşrudur yani Şeriat'a uygundur. İslam haktır, diğerleri batıldır, dolayısıyla yönetim mutlak olarak Müslümanların elinde olmalıdır diyenler, İslam imanının diğer inançlara üstünlüğünü bahane edip, gerçekte iktidarın kaynaklarını kendi tekellerine geçirmenin politik teolojisini yapıyorlar.

* Ali Bulaç (Zaman) 5 Haziran 2014

Emevî geleneğinin sürekliliği

2002'de AKP, Sünnî referansla çevreden merkeze geldiğinde bu statükoyla karşılaştı. AB dış dinamiği ve işbirliği yaptığı iç dinamikle önce merkezde ve iktidarda kalma mücadelesi verdi. Bu arada kendisini alaşağı edecek askerî vesayet rejimini geriletti. 2010 Anayasa değişikliği ile yeni bir anayasa umudu verdi. 2011'den itibaren ise dış ve iç dinamikleri devreden çıkararak, bürokratik kurumları saydam hâle getirmeyip aksine iktidara bağlı kapalı çalışır hâle getirerek ve insanı ve doğayı dışlayıcı merkezden rant dağıtan bir sistemi en uç noktaya taşıyarak eski statükonun tek adamla devamı sürecine girdi. Böylece Sünnî referanslı AKP, Sünni İslam'ı, tıpkı Cumhuriyetçilerin merkezde araçsallaştırması gibi siyasi güç ve rant uğruna araçsallaştırdı ve Cumhuriyet kurumu olan DİB'i sahiplendi.

Böylece 2002 yılına kadar iktidarda olan siyasi gücün zihniyeti ve uygulamasıyla, 2002'den sonraki arasında hiçbir fark olmadığı anlaşıldı. Sadece birinde devlet Sünnîliği sosuna bulanmış Türklük, diğerinde Türklük sosuna bulanmış devlet Sünnîliği vardı.

Türkiye bu gerilim, çatışma ve demokrasisizlik hâliyle belalı bir çatışmaya gidebilir.

* Ümit Kardaş (Taraf) 3 Haziran 2014

İhtilâl ve iktidar

Halk ihtilâlinin temsilcisi AKP'nin icraatı Fransız İhtilâlinin bazı evrelerini çağrıştırıyor. 2002'de büyük bir enerjiyle yola çıkıldı. Farklı çevrelerin katılımı sağlandı. Eski Türkiye'den miras kurumlar yerlerinden oynatıldı. Ezberler bozuldu. Kurumlar AB uyum süreci vasıtasıyla çağın eğilimlerine uygun şekilde demokratikleştirilmeye başlandılar. 2006'dan itibaren ihtilâlci dinamiğin nefesi kesildi. Sarsılmış kurumlar lağvedilmekle kaldılar. Anayasa yazım çalışmasının akamete uğratılmasıyla kurumların demokratik dönüşüm olasılığı rafa kalktı, buna koşut olarak iktidarın tasarrufları, kurumların işlev ve işleyişlerinde iktidar sahibine doğrudan biat etmelerine önayak oldu. Böylece iktidarla devlet bütünleşti, konsolidasyona gidildi. Şimdi ihtilâl artık kendi çocuklarını yiyor. Zorbalık gitgide artıyor. 3. Napolyon misali bir darbe ve resmî rejim değişikliğine doğru yol alıyoruz. Hatta müstakbel başkan, başkanlık sistemine gerek dahi kalmadan fiilen devlet oldu. Ve olan bitenin ihtilâlle filan alâkası kalmadı.

Bugün büyük yanılgı, ihtilâlci dönemin AKP'sine bakarak siyaset hesapları yapmaktır. Zaman, ihtilâlin önderlerini iktidar, halkı da ihtilâlci yaptı. İktidar eski ihtilâlcilerdeyse dinamik bundan böyle, AKP tabanının hatırı sayılır bir kısmı da dâhil, halkta.

* Cengiz Aktar (Taraf) 3 Haziran 2014

Hanzala'nın sırtını döndüğü artık sensin!

Yalanla, talanla, iftirayla, sözlü ve fiili şiddetle abad olunamayacağını iyi bilirsin. Ama Polis talimat aldı, A'dan Z'ye gereğini yapacak diyen muktedire gereği nedir; dövmek mi, öldürmek mi, boğmak mı diye sormazsın! Bir gencin katil zanlısı polisi tutuklamazken Gezi eylemcisine 98 yıl isteyen adalete kefilsin! Bir de #ihanetinyıldönümü diye hashtag atarsın… İktidar uğruna tüm kutsalları tüketilen mümin kardeşim! Sen yolsuzluğa, kibre, yalana, tahkire saranlarla saf tuttukça Müslüman'ın yakasına yapışan kirin de ortağısın! Bugün de direndik elhamdülillah! diyen gencin ihaneti, muktedirin içindeki diktatörü açığa çıkarmasıydı. Güzel bir ihanetti, bilesin!

* Fehim Taştekin (Radikal) 2 Haziran 2014

Gezi'de ne oldu? Kim, ne anladı?

Gelelim, yürüyen yüz binlerce insana. Temel duyguları; bıkkınlık, Başbakan antipatisi ve hatta giderek bir kişiye yönelmiş nefret olduğu kanısındayım. Neoliberal siyasetle derinleşen yoksulluk, etnik/kültürel/dinsel sorunlar vs elbette önemli. Ancak sanırım Gezi, bir insanın siyaset yapma tarzının toplumu ne hale getirebileceğinin de kanıtı oldu. Cumhuriyet tarihi her zaman çatışmalıydı ve liderler her daim sorunların bir parçasıydı. Buna mukabil herhalde ilk kez bir kişi, tek başına, 'toplumsal/siyasal sorun' olmayı başardı. Türkiye'nin bir kabuk kırıklaması yaşadığı, İslamcılık ve Kürt meselesi gibi yakıcı sorunların aynı anda tartışma konusu haline geldiği, 'zahmetli zamanlar' yaşadığımız doğru. Yine de sabahtan akşama hukuk/siyaset bilimi/sosyoloji jargonu paralansa da nafile kalabiliyor, çünkü bir de Erdoğan gerçeği var. 'Bıkkın' kitleler içinde her görüşten yurttaş vardı. 'İki ayyaş' ifadesine bozulanlar, 'kabadayı' tavırlara tahammül edemeyenler, ulusalcı kaygılarla sövenler, yoksul mahallelerin kızgın delikanlıları, betonlaşmaya direnenler, polis şiddetine tahammül etmeyenler vb Eylemciler arasında darbe heveslileri yok muydu? Olmaz mı? Ancak tüm renkler içinde belki de en solgun renk onlardı. Gezi sürecini 'darbe denemesi' şeklinde okumak, olsa olsa AKP'den beslenen akıl danelerinin fantezisi olabilir. Bir kez daha: Gezi'nin en etkileyici yanı, sahiplenilememesiydi.

* Murat Sevinç (Radikal) 1 Haziran 2014

Erdoğan, Sisi'nin seçim galibiyeti sonrası hâlâ sandık diyecek mi?

Evet, bugüne kadar Erdoğan'ın sandığa dayalı demokrasi teorisini savunanlara itiraz eden bizdik, sanırım artık buna gerek kalmadı. Mısır'daki Cumhurbaşkanlığı seçimleri Sayın Başbakanın teorisini yerle bir etti. Hala ısrar ederlerse de ortaya çıkan formül en başta bu teoriyi savunanlaın canını sıkacak. [Sandık = Demokrasi / Demokrasi = Sisi]

Darbeci, diktatör, faşist. Kim hangi sıfatı kullanırsa kullansın, Sisi artık Mısır'ın Cumhurbaşkanı olma yolunda. Üstelik seçimle, yani Milli İradeyle. Ülkesini iç savaşın eşiğini götürmüş olsa da, katliam gibi idam kararları verdirmiş olsa da, Abdülfettah El Sisi sonuç itibariyle sandığın kazanı.

Gelelim katılım düşüktü meselesine, evet Mısır seçimlerinde katılım düşüktü. Ama Mursi'nin Cumhurbaşkanı olduğu seçimlerde de katılım düşüktü. Birinci turda %46. 42 ikinci turda ise % 51. 85 gibi bir katılım vardı. Mursi'nin aldığı oy ise, ilk turda % 24, 78, ikinci tur da %51, 73'tü. İkinci turda Mursi'nin akibinin aldığı oy ise %48, 27'di. Şu işe bakın ki, Sisi'nin aldığı oy oranı ise ilk turda %97. Hazret işi birinci turda bitirdi.

Şimdi biz bu duruma ne diyeceğiz; demokrasinin cilvesi mi?

* Haluk Temel (Radikal) 30 Mayıs 2014

Gülen Cemaati için özeleştiri vakti

Evvelce yazdım, tekrar yazayım: Gülen Cemaati maalesef dünyanın en bencil cemaatidir. İslam'a hizmet misyonu ile hareket ediyor olması bu gerçeği değiştirmiyor. Birey olarak en fedakâr insanlardan oluşan bu cemaat, grup olarak son derece bencil bir şekilde hareket edegeldi. Cemaat haksız yere her şeyi sadece kendine istediği, başkalarını dikkate almadığı için bugün her şeyden haksız yere dışlanıyor. Şu anda resmî olarak size karşı yapılan şeyi, siz sivil olarak diğer cemaat ve gruplara yaptınız. Dışlanma aynasında gördüğünüz sevimsizlik, sizin başkalarına görünen suretinizdir.

* Mücahit Bilici (Taraf) 28 Mayıs 2014

Haysiyetsizlik

Bazı konular üzerine yazıldı da aslında. Başkaları da yazdı. Olmadı. Olmuyor. Bu düzen sürdükçe olmayacak da. Şimdi, sayılar üzerine konuşulacak ve sayı arttıkça tepki gösterilen süre uzayacak, hepsi bu… Düzen değişmedikçe. Toplumun önemli bir kesimi ve iktidardakiler, kader kısmet diyerek, işi Allah'a havale edecek. Onların işi kolay. Kalanı, tepki gösterecek. Tepki göstereceklerin önemlice bir kısmı, bu konularla 'aslında' ilgilenmeyenlerden olacak. Tepki duyması gerektiğini düşündüğünden, bir süre kızgınlıkla söz edecek olup bitenden. Üç beş güne unutacak. Tabii kimisi daha içtenlikle üzülecek ancak yararı olmadığını bilerek. Çok ama çok küçük bir kesim ise bilinçli bir tepki sergileyecek. İş yasalarından, taşeron işçilikten, mevzuatta iş güvenliğiyle ilgili sorunlardan, işçi ölümlerinde kırdığımız rekorlardan, Anayasa'daki sorunlardan, işyeri hekimliğinin sorunlarından, cezasızlıktan vs söz edecekler. Söz konusu kesim kısa bir süre TV'lere çıkarılacak. Ancak karşılarına da mutlaka bir iki maymun koyacaklar ki iktidarın gönlü olsun. TV'nin namlı maymunlarından biri ikisi, Soma katliamını mutlaka Gezi ile ilişkilendirecek ve yüzyıl öncesinin kazalarından söz edecek. Hiç utanmadan 'kaza' diyecekler. 'Keşke olmasaydı' buyuracaklar. 'Rahmet ve sabır' dileyecekler. Basın, konuyla kısa bir süre ilgilenecek, bir iki tören ve cenaze derken gündem değişecek ve çok değil iki hafta içinde cumhurbaşkanlığı tartışması aynı hararetle başlayacak. Peki, sorumlu? Emin değilim. Sayı büyük olduğu için muhtemelen en garibanlarından bir iki yetkili hakkında soruşturma ve belki de ceza. Düzen değişmedikçe. Herhangi bir siyasetçi, bakan, istifa edecek mi? Neden etsin ki, onlar mı öldürdü? Bu kadar.

* Murat Sevinç (Radikal) 19 Mayıs 2014

Coğrafya derslerinin masum kasabası: Soma

Nasılsa sağ kurtulmuş bir işçi, kurtarma çalışmalarında belki biraz daha fazla gayret gösterilir umuduyla Aşağıda mühendisler de var diye bağırıyor çaresizce. Bir maden işçisinin hayatının '0' değerinde olduğunun öylesine farkında ki. Ve ne acıdır, bunu öylesine içselleştirmiş ve kabul etmiş durumda ki.

Herkes aptalca bir romantizmle nezaketine ve aldığı aile terbiyesine vermek istese de o genç işçinin ambulansta botlarını çıkarmak
istemesinin tek nedeni bugüne kadar gördüğü muameledir. Madende kömür çıkarmadığı zamanlar dışında da tırnaklarının arasından ömür boyu çıkmayacak kömür karasından madenci olduğu hemen anlaşılan işçinin, varlığıyla bile dünyayı rahatsız ettiğinin bilinçdışı bilgisinin dışavurumu o tepki sadece.

Bu sorun bu hükümetin sorunu değildir. 1990 yılında da Soma kömür işletmeleri aynı durumdaydı. Bundan 20 yıl sonra da başka bir hükümet zamanında da yine böyle kalacak. Bu yaşananların sorumlusu bizleriz.

* Alper Hasanoğlu (Radikal) 18 Mayıs 2014

Mikrobik fıtrat

Bir vakitler ezildiklerini söyleyenlerin gözü dönmüş rövanşizmleriyle yarattıkları Türkiye işte bu! Tüm bu acılar, sokakta katledilen gençler, gazlanan milyonlarca insan, tersanelerde, madenlerde taammüden toplu katliama uğrayan işçiler, gelecek kuşaklar düşünülmeden umarsızca yok edilen çevre, yaratılan toplumsal kutuplaşma, siyasette ahlâksızlığın boğaz hizasına geldiği bir ortam, orantısız yolsuzluklar ve sömürü düzeni Türkiye'nin ödediği büyük bir bedel olarak geçecek tarihe. Keşke kısa vadede ödenip bitse de bu bedel, demokratik ve özgür bir topluma uyanabilse Türkiye halkları… Ne yazık ki öyle olmayacağı görünüyor, biraz daha kan, biraz daha acı, biraz daha rezillikle geçecek günler…

* Ceyda Karan (Taraf) 17 Mayıs 2014

 

65
Derkenar'da     Google'da   ARA