Patronsuz Medya

Emniyet kemerini takar mıydınız?

Rachel Corrie neden 23 yaşında ABD'de mutlu mesut yaşayacakken, Filistin'de bir ev yıkılmasın diye bir buldozere direnirken ezilip öldürüldü?

Kim mesela dünyanın her yerine gidip toplu mezarları kazıp kemiklerden kimlik tespit etmeye uğraşan gönüllüler?

On binlerce insan neden polis bir basın açıklamasını dağıttı ve iki üç çadır yaktı diye Taksim'e akın etti?

Neden Berkin Elvan'ın cenazesi cumhuriyet tarihinin en kalabalık cenaze törenlerinden biri oldu?

Neden mahkemenin bile kimliğini tespit etmekte zorlandığı Festus Okey için senelerdir onu hiç tanımayan insanlar işlerini güçlerini bırakıp mahkeme salonlarını dolduruyor?

Rachel Corrie annesine yazdığı bir mektupta şöyle demişti: Çünkü hesapta böyle bir dünyaya gelmek yoktu ve eğer burada olanlara göz yumarsam dünyanın böyle olmasında sorumluluğum var demektir. Bir başka mektupta da eklemişti: Yaptığımız işin önemli, cesurca, akıllıca, meşru olduğunu bize hükümetimiz ya da medya söylemeyecek. Biz bu işi birbirimiz için yapıyoruz.

Galiba bunu yapabilirsek çoğalıyoruz. Yapamayınca da azalıp çoraklaşıyoruz.

* Özgür Mumcu (Radikal) 26 Nisan 2014

Başbakan'ın cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde cemaate yaptığı davet ne?

Erdoğan da gayet iyi biliyor ki kendisi için en kötü senaryo, yeni kasetlerin kendi adaylığını açıkladıktan sonra ortaya çıkması ve bu kasetlerin cumhurbaşkanlığı seçiminde işini zora sokacak etkiler yaratması. O nedenle adaylığını hemen açıklamıyor ve kazanacağından emin olmadığı bir seçime girerek, bilahare kendisine cemaatten intikam alma imkânı verecek olan güçlü başbakanlık pozisyonunu riske atmak istemiyor.

Erdoğan cemaate bir yandan kavgaya devam edeceksen kasetleri hemen çıkar derken, öte yandan yapılanı şerefsizlik olarak tanımlayıp, cemaat bakımından yapılması gerekeni aşağıdaki örnek yardımıyla açıklayarak bir tür uzlaşma çağrısı yapıyor:

* Vedat Özdan (T24) 23 Nisan 2014

Ermeni Apo'dan Ermeni Gülen'e devlette devamlılık

Devlete hürmet boşuna değilmiş. İstediğini aziz, istediğini hain edebiliyor. Gülen'in de üreticileri arasında olduğu Türk muhafazakârlığının devleti kutsayan ne kadar kirli efsaneleri ve kullanışlı yalanları varsa (devlete itaat, dış düşmanlar, Yahudi ve Hıristiyan düşmanlığı, vatana ihanet vs vs.) hepsi bugün dönüp Gülen ve cemaatinin üzerine çamur gibi atıldı ve üstüne milliyetçi duygular zamkıyla yapıştı. Cemaat'in bugün bu tutarlı muhafazakâr yalanlardan ne kadar tiksindiğini tahmin etmek zor değil. Demek ki anlaşılması için bazı şeylerin başa gelmesi gerekiyormuş. AK Parti'nin Cemaat'le birlikte PKK için dün söylediklerinin neredeyse aynısı bugünAK Parti ve PKK tarafından Cemaat için söyleniyor. Bu bir tesadüf değil: Devlette devamlılık esastır!

Bir süredir, çeşitli Nurcu gruplardan Gülen Cemaati'ne büyük bir tepki var: Devlete karşı gelinmez, hükümetle çatışılmaz diye. Devlete hürmetleri hükümetçe başarılı bir şekilde istismar edilen bu ortodoks Nurcuların aksine Gülen grubundakiler devletin aslında tabir caizse kıçıkırık bir organizasyon olduğunu biliyorlar. Çünkü yakın zamana kadar devletin sahiplerinden biriydiler.

* Mücahit Bilici (Taraf) 20 Nisan 2014

Cahilleşen aydın tipine örnek olarak Pınar Kür

Haklarını yemeyelim; öncülük ettikleri yığınları kendileri göre seviyorlardı. Onların ellerinin kınalarını, yazmalarının kenarındaki oyalarını, hatta sümüklü çocuklarını, aciz bir yaratığa karşı duyulan merhametle seviyorlardı.

Ama acizler hadlerini bilmediler! İleriyi-geriyi, sağı-solu, aşağıyı-yukarıyı birbirine karıştırdılar. Seçkin öncülerin sekiz yaşından on sekiz yaşına kadar öğrendikleri -ve daha sonra da doğruluğundan asla şüphe etmedikleri- bütün değerleri altüst ettiler.

Şu anda hepsi de meniere sendromuna yakalanmış hastalar gibi, baş dönmesi içinde, ayaklarının altından kayıp giden zemine bakamayıp gözü kapalı yaşıyorlar.

* Gülay Göktürk (Bugün) 16 Nisan 2014

1915-2015

Yaşananları hukuki ve teknik bir kavram olan soykırım üzerinden tartışmak yanıltıcıdır. Yaşananlar teknik bir kavrama sığamaz ve bunun içinden ifade edilemez. Mezalim ve katliam insaniyetle bağdaşmaz. İnsanlığın vicdanında mahkum olmak, soykırımla yargılanmaktan daha haysiyet kırıcıdır. Hakikatleri gizleme ve inkâr üzerine kurulan bir düzen devleti ve toplumu hastalandırır ve çürütür.

İttihat ve Terakkiileri gelenlerinin ve bunlara bağlı kadroların, çetelerin ve çapulcuların eylemlerini sahiplenmek ve savunmak insani ve ahlâki bir tavır değildir. Türkiye, yaşatılan mezalim ve katliamları kabul ettiğini ve bundan dolayı toplum ve devlet olarak en yüksek insani değerler olan hakikat, adalet ve insaniyeti savunduğunu, geçmişte bunu yapanların zihniyet ve eylemlerini mahkûm ettiğini bütün dünyaya duyurmalıdır. Bu yapıldıktan sonra Diaspora'da yaşayan tüm Ermenilere yurttaşlık daveti yapılmalı ve kendilerine T. C. Yurttaşlığı verilmelidir. Bu Diaspora Ermenilerinin, atalarının binlerce yıl yaşadığı, mallarını, mülklerini, anılarını ve tarihlerini baskı sonucu bıraktıkları coğrafyaya dönüşleriyle birlikte öfkeye dönüşen acılarını azaltacaktır. Ermenistan sınırı hiçbir koşul öne sürülmeden açılmalıdır. Türkiye, Ermenilerin acılarını azaltırken kendi korku, kompleks ve kaygılarından da kurtularak özgürleşecektir.

* Ümit Kardaş (Taraf) 16 Nisan 2014

İslamcılığın ikinci momenti

Bugün itibariyle İslamcılık kendisinin de aktörü olduğu bir dönüşümle laik cumhuriyet hapishanesinden çıktı. Artık bir dindar cumhuriyet dönemindeyiz. Hareket'ten yerleşik'liğe geçişi yaşıyoruz. Dindar cumhuriyetin İslamcılığı devlet yerine medeniyet kavramını merkeze alıyor. Ulusal kalkınmacılık, dinî ve medeniyetsel bir kalkınmacılık olarak benimseniyor. Ve içerideki despot yerine dış düşmanlara karşı mücadele iddiası ön plana çıkıyor. İslamcılık eskiden tercüme fikir ithal eder ve kaybedecek bir şeyi olmayan bir mahrum kitleye hitap ederdi. Bugün ise dışarıdan tehdit ithal edip kaybedecek çok şeyi olan bir kitleye hitap ediyor.

İbni Haldun'un tabirleriyle hareket hâlindeki bedevi İslamcılık, kentin imkân ve rantı etrafında yerleşikleşiyor. Eskiden devletsiz İslamcılık bütün hatalarına rağmen, Müslümancıydı ama menfaatçi değildi. Bugün ise devletli İslamcılık hem Müslümancı hem de menfaatçi hâle gelmiş bulunuyor. Menfaati için Müslümancı kesilenler de işin cabası. Evet, İslam bu dünyaya sığmaz ama İslamcılık bu dünyayı bulsa, biter. Her milliyetçilik gibi bir Müslüman milliyetçiliği olan İslamcılığın da kof olduğu ortaya çıkınca İslamcılıktan Müslümanlığa, milliyetçilikten adalete geçeceğiz. Şu anda devletle ve devletin imkânlarıyla belki de ilk kez bu kadar yakından tanışan çoğu dindarların ve İslamcı elitlerin kendilerinden geçtikleri bir geçiş dönemindeyiz.

* Mücahit Bilici (Taraf) 16 Nisan 2014

AKP'nin sandık başarısının sırrı ne?

Burada önemli olan bir husus daha var. Rant paylaşımı hem size ve çevrenize zenginlik sağlar, hem de halktan tepki almazsınız. Peki ya muhalefet partileri? Onlar bu düzeni görmüyorlar mı? Elbette görüyorlar. Orada da AKP şöyle bir politika izliyor: Muhalefet meclis üylerine komisyonlarda sembolik görevler veriyor. Sözde katılımcı yönetim adı altında paylaşımcı rant düzenine onlar da bir şekilde ortak ediliyor. Burada onlar da mutlaka rüşvet alıyor ve yolsuzluk yapıyor demiyorum. Karşılıklı olarak birbirinin işini görme, kendi seçmeninin sorununu çözme düzeni kuruluyor. Yani sen onun işini görüyorsun, o da seni işini görüyor. Aksi takdirde her seferinde çoğunluğun dediği oluyor ve muhalefet partisinin temsilcileri hiç bir sorunu çözememiş duruma düşüyor.

Yerel yönetim demek halkla gerçek anlamda temas demektir. AKP merkezi, yani Ankara'yı ele geçirmek istedi. Mantık şuydu: Küçük birimleri ele geçirirsen büyük zaten senin olur. İşe yerel yönetimlerden başladılar ve başarılı oldular.

Özetle, işin özünde Anadolu'ya yakın olma var, hırsla çalışma var, zamanında istikrar ve yapısal uyum programları nedeniyle ihmal edilen sosyal devlet boşluğunu doldurmaya yarayan imar rantını ve hukuksuz ihale düzeninin menfaatlerini parti maarifetiyle paylaşma düzeni var…

Ve muhalefetin şu noktada inandırıcılık sorunu vardı: Halka bu oyunu bozacağını mı söyleyeceksin, yoksa daha iyi oynayacağını mı?

* Vedat Özdan (T24) 16 Nisan 2014

Milli muhafazakâr güç kabarması

Şimdi de Başbakan'ın bütünüyle kendi şahsında vücut bulduğuna inandığı siyasal iradenin karşısında hiçbir etkili karşı gücün kalmaması için yol gösteren, yapılanlara gerekçe uyduran, demokratik ilkelerin ihlal edilmesini veya buna teşebbüs edilmesini mazur gösteren veya bunları anlamaya çalışırmış gibi yaparken bir yandan onaylayanlardan oluşan geniş bir otoriter güç suiistimali şakşakçısı güruh, vargücüyle çalışıyor. İktidar yaltakçısı bu güruhun eteklerindeki çoğulculuk korkusunu ve demokrasi endişesini dökmelerine şahit oluyoruz. Demokratik diktatörlük, askercil demokrasi, milli birlik ve ulusal güvenlik devleti rejimi, postmodern darbe yönetimi gibi bu coğrafyanın tarihsel ucubelerinin bir devamı olarak, bu toprakların bağrından fışkıran otantik bir muhafazakâr otoritarizmle yüzleşme anını yaşıyoruz. İsteyen bunu 'halk ihtilali' olarak tanımlayabilir. Milli iradenin bir ve bölünmez bir bütün olduğu fetişizmi üzerinden yürütülen bu yüzleşme anı, geçen yüzyılda birçok ülkede diktatörlükleri besleyen, destekleyen, iktidar yapan bir otorite ve güç tapınmalı muhafazakâr güven kabarması anıdır.

* Ahmet İnsel (Radikal) 15 Nisan 2014

Yeni Türkiye'nin genç aydınları

Muhakkak, zorlu bir yolun yolcusu onlar. İktidarın hegemonya hamlelerini demokrasi, mahremiyet, milli-gayrimilli, masumiyet veya Türkiye'nin kurtuluşu söylemine oturtma vazifesi kolay değil. Arada bir yol kazası yapıp sürçülisan edenler olabiliyor. İktidar savaşının gündelik muharebelerine göre konum belirleme, buna göre fikir değil ama dil üretme, bu dili iktidar lehine işlevsel bir zemine oturtma zorunluluğu büyük emek istiyor olmalı. Fakat bu emek üretiminin sanıldığı kadar yıpratıcı olmadığı kesin. İnsanın yıpranabilmesi için inanmadığı bir şey yapmak zorunda kalması lazım. Bu zevat ise iktidarı aklama vazifelerinin kutsiyetine kendilerini başından itibaren inandırmışlar. İnanmayıp ekmek kapısı niyetine bu vazifeyi sürdürenler, zaten kısa süre içinde eleniyor veya çok daha aza razı kalıp kıyıda-köşede varlıklarını sürdürüyor. Kıyıda bile tutunamayanlar ise karşı tarafa yelken açıyor.

Türkiye'de aydın, entelektüelden farklı olarak muhalif olmak, dolayısıyla haksızlığa itiraz etmek zorunda değil. Ağzının laf, kaleminin kelam üretebilmesi kâfi. Problem şurada: İktidarın aydını olunca en azından iktidarın yolunu aydınlatabilmek lazım. Bizde ise durum farklı: İktidar yol gösteriyor, bu zümre de o yola sahte bir aydınlık üretmek üzere debelenip duruyor.

* İrfan Aktan (Radikal) 14 Nisan 2014

 

67
Derkenar'da     Google'da   ARA