Aksu, yüzünü barışa dönmüş, barış görüşmelerinin yapılmasını, silahların susturulmasını ve gençlerin ölmemesini isterken; ona çemkiren zevat, Roboski'de savaş uçaklarıyla öldürülenlere katırlar
benzetmesi yapacak kadar aşağılık bir yerdedir, insan denen türün düşebileceği en dip noktadadır.
Son birkaç ayda yaşanan ve at izinin it izine karışması
deyiminin somutlandığı bu tozlu ve dumanlı havadan medet umup, sanki meşruymuş gibi, sanki söyledikleri makul şeylermiş gibi gezinenler, hiç heveslenip hayaller kurmasınlar. Basireti bağlanmamış, idrak ve yargı yetisini yitirmemiş insanlar, kimin ne yaptığını, nerede ne zaman ne söyleyip yazdığını çok iyi biliyor ve unutmuyor. 3
Bir kışladan atılan havan bombasıyla paramparça edilen Ceylan Önkol'un yasını tutanlarla hemdert olan Aksu'yu da; Roboski'de öldürülenler için neredeyse savaş uçaklarının altında ne yapıyorlarmış kardeşim ya
diyecek kadar izansız cümleleri olan Özdil'leri de iyi biliyoruz.
Abdullah Gül'ün tavrı ne olur? Gül, Erdoğan'ın planına tamam
der mi ya da dedi mi?
Abdullah Gül'ün başbakan olması için önce milletvekili olması gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı ile genel seçimler arasındaki o bir senelik süre boyunca boşta kalmış olacak. İşsiz bir Abdullah Gül olacak. Bunu isteyeceğini sanmıyorum. Gül, Erdoğan'la anlaşarak cumhurbaşkanlığını devam ettirmek isteyecektir gibi geliyor bana. O yüzden de küçük küçük sıkıştıracaktır. Bazen ondan yana tavır sergileyecek, bazen bir iki açıklamayla farklılığını gösterecek vs Eğer kopacaksa, yani Cemaat desteği ile ya da AKP içinde daha AB'ye yakın bir kesimle kopup daha merkez sağ bir parti kuracaksa, çok erken. O yüzden renk vermeyecektir gibi geliyor. Ama şu anda Gül'ün fazla renk vermemesi iki durumda da onun işine yarayabilir. O yüzden bana mantıklı geliyor şu anda yaptıkları.
Ama renk vermemesinin ötesinde Erdoğan'a daha yakın duran bir pozisyonu yok mu?
O da pazarlık ihtimalini bize gösteriyor. Belki de ikisi bir pazarlık içindeler. Zaten Erdoğan'ın yerel basın temsilcileriyle yaptığı toplantının kapalı oturumunda Cumhurbaşkanı tekrar Abdullah Gül olabilir
dediği basına yansıdı. Bir süre sonra yalanlandı ama o toplantıda olan kişiler böyle bir konuşmanın olduğunu doğruladılar. Yani, böyle bir ihtimalinin olduğuna dair de işaretler geliyor.
Demek istediğim, iktidar ile aynı genel politik iklimin, aynı zihniyet kalıbının içinde kalarak sahiden yeni, farklı bir yaklaşım getiremezsiniz. Farklı bir zihniyet ve söylem kullanmanız gerekir. CHP örneğin, farklı bir şey söylüyor mu? Var olanın, genel geçer kabul edilen kalıpların dışına çıkabildi mi? Bence sadece aslında iktidarın kurmuş olduğu politik sahne içinde ona lâf yetiştirmeye çalışıyor ve tabii böyle olduğu için de hep geriden gitmeye mahkum oluyor. Yani gündemi sahneyi kuran belirliyor ve siz de o sahnede size düşen negatif, muhalif rolü oynuyorsunuz. Bu hem partinin kendi içindeki çatışmalardan, hem de cesaretsizlikten kaynaklanıyor ama sonuç olarak kurulan politik sahne, iktidarın kurduğu sahne. O sahnenin içinde bir rolünüz var ama sahnenin kendisini değiştirmeye cesaret edemiyorsunuz. Muhalefetin o sahneyi değiştirmesi lazım; cesaret çok önemli bir politik erdemdir. Aslında yerel seçimler bu açıdan CHP için bir fırsattı ama kullanmamayı seçti. BDP'nin de aynı şekilde fırsat kaçırdığını düşünüyorum.
Sınır ihlali
gerekçesiyle düşürülen Suriye uçağının, düşme anının haber kanallarından canlı yayımlanabildiği, TSK'nin resmi açıklamasından bir buçuk saat önce Başbakan'ın seçim mitinginde pilotlarını tebrik ettiği bir ülkede yaşıyoruz artık.
Üç yıldır, 900 kilometrelik hat boyunca delik deşik olmayan kasaba, sınırı ihlal edilmeyen köy kalmamışken, kamyon kamyon silahı sınır ötesine aratmadan taşımak uğruna kanunlar değiştirilip yargıçlar savcılar dağıtılırken, uçak düşürmenin ülke güvenliğiyle ilgisinin daha ayrıntılı bir izaha ihtiyacı var.
Kendisine boyun eğmeyen herkesin hayatını dar etmeye yeminli bir iktidarın yönettiği Türkiye'de, sınır ihlali
deyiminin anlamı çoktan değişti çünkü.
Bir kere siyaseti gözden kaçıran biz
değiliz, sizsiniz. Çünkü size göre siyaset yapma hakkına sahip olan sadece AKP; bunun dışında her aktör hükümeti devirmeye çalışan gayrımeşru bir yapının parçası. Dahası, seçmen desteğine sahip olduğu için AKP'nin her yaptığı meşru.
Otoriterleşme dediğimiz ise sadece bir algıdan ibaret. Bu iddianız da başlı başına siyasi. Yani siz aslında analiz yapmıyor, siyaset yapıyorsunuz. Uzunca bir süreden beri AKP'nin politikalarını destekleyen, onları meşrulaştıran, dolayısıyla sözünü ettiğiniz otoriterleşme algısının
pekişmesini kolaylaştıran, hatta buna katkıda bulunan bir organik aydın
ya da ideolog
gibi davranıyorsunuz. Belki siz kendinizi hayalinizdeki özel dünya içinde öyle görmüyorsunuz ama hazır lâf algılardan açılmışken hakkınızdaki algı hem AKP'yi eleştiren, hem AKP'yi destekleyen çevreler gözünde böyle. AKP'nin vitrin demokratı
olarak görülüyorsunuz.
Elbette bu onların sorunu deyip geçebilirsiniz. Kimsenin de buna itiraz etmeye hakkı olmaz. Yine de kişisel tanışıklığımıza da dayanarak bir soru sormak istiyorum (elbette cevap vermekle yükümlü değilsiniz): Bu yazdıklarınıza gerçekten inanıyor musunuz?
Şimdi, elinizi vicdanınıza koyun böylesi bir dünyanın merkezinde olanın, körleşmesinde şaşacak ne var? Bileğini bükemeyenlerin el öpmesiyle başladı her şey. El sıkışması değil (öylesi çok onurlu ve umut vadedici olurdu), el öpmesiyle. Sonra el öpme kuyruğu uzadı; koca koca iş adamları el oğuşturup gerdan kırmaya başladı, dün dudak bükenler eteğine yüz sürdüler.
Aslında her şey para pul değil veya yalnız o değil, herkes için bir imkân, bir hedef vardı; akademik mevkiler, bürokratik, diplomatik mevkiler, medya alanında sahneye çıkma, sahnedekiler için ne olursa olsun o sahneden inmeme yarışı, bir saadet/sadakat zinciri şeklinde uzadı gitti. Sus deyince susan, yap deyince yapan, yapma deyince yapmayan bu kadar çok ve çeşitli insan, iktidarda olanı şımartmaz mı, elini yükseltmez mi? Alem buysa, gerçekten de kral o değil mi? Onu kral ilan etmediler mi? Alem bu değil miydi?
Belli ki bu ülkeyi AKP de yönetmiyor. Reis ve çevresine zamanla ördüğü dar bir kadronun hayal ve kapris dünyası milyonlarca insanın kaderini belirleyemez.
Korku ve panik içerisinde kendi kendine hapsolmuş bir siyasetçi, kariyerini, iktidarını, kurduğu ballı düzeni koruyacak diye bu muameleyi görüyoruz.
Oysa cin şişeden çıktı. Gezi olmamış gibi davranamazsınız. O tapeler hiç duyulmamış gibi hayatınıza devam edemezsiniz.
Seçim sonuçlarına hile karışmazsa ve sonuçlar tanınırsa.
Bu seçim olmaz diğer seçim. O da olmazsa sonraki seçim. Gideceksiniz sayın reis.
Biz de ileride çocuklarımıza işte böyle biri vardı interneti falan sansürlerdi diye anlatacağız. O da gerçekten konuşacak konumuz bittiğinde. Sizin çocuklarınız, torunlarınıza ne anlatacak?
Ben yerinizde olsam biraz buna kafa yorardım.
Kendi ikbaliniz için zulmediyorsunuz. İnsanlar da bu zulmü reddediyor.
Özetle, yolun tamamının değilse de bir bölümünün sonuna geldiğimizi düşünüyorum. Evet, genişçe bir taban Erdoğan'ın yanında duracaktır, hatta belki de bu taban gitgide agresifleşecektir. Ancak uzun vadede AKP'nin daha yumuşak ve ılımlı bir çizgiye çekilmek zorunda kalacağını düşünüyorum.
Bu kadar lafı niye ettim? Asıl meseleye gelmek için: AKP, Gezi Direnişi'nin de etkisiyle, ya da bana sorarsanız büyük oranda bu direnişin çizdiği yeni politik hat sayesinde kendini bu yola soktu. Yani aslında AKP'yi tapelerden, müesses nizamdaki rakiplerinden önce ve en az onlar kadar, sistem dışı bir hareket, hiç hesapta olmayan bir hareket zayıflattı, 'yenilmez, sarsılmaz' imajını yıktı.
Bu yüzden, eğer mesele ilke değil taktikse, orada da büyük bir baskı hissetmenin âlemi yok. Oyun zaten ne zamandır –her ne kadar öyle görünse de– kurulu düzenin aktörleri arasında oynanmıyor. Sistem içi muhalefet, sistem dışı muhalefetin arkasından, hem de epey arkasından geliyor. Öncelikle o güce sırtımızı dönmeyelim derim. Buradan yola çıkınca, gerisi zaten gelir.
Başından beri benim süreçle ilgili tespitim şu: Bu 'içeriden destekli uluslararası bir operasyon'dur. Hizmet asli aktörü değildir, sistemli bir biçimde sürece dahil edildi. Yöneldiği nihai hedef önce Hizmet Hareketi'nden başlamak üzere hükümet ve sonra diğer cemaatlerin eksizleştirilmesidir. AK Parti hükümetinin dış politikada işlediği vahim hatalar, var olan gücü, potansiyel imkânları ve yapabilecekleriyle münasip olmayan söylem ve iddiaları, Suriye ve Mısır'da işlediği ağır hatalar onunla bölgede yol alınmayacağı kanaatinin hasıl olmasına yol açtı. Yeni Osmanlıcılık adı altında Osmanlı'nın hüküm sürdüğü 20 milyon km2 üzerinde kurulmuş bulunan 50 ülkeyi siyasi nüfuzu altına geçirmeye kalkıştı; Yeni Osmanlı projesine göre Araplar üzerinde yeniden hakimiyet kurulacak, İran bölgede durdurulacak ve Kürtler, Yeni Osmanlı çiftliğinin kâhyası olarak kullanılacaktı.
Bugün cezaevlerinde kabaca on bin Kürt bulunuyor ve bunların yaklaşık beş yüzü hasta. Yüze yakını ise ağır hasta. Güneş'in tahliye için müracaatları henüz netice vermiş değil. Dosya Yargıtay'da… İlginç olan, kendisiyle tıpatıp aynı durumda olan birinin aynı mahkeme tarafından tahliye edilmiş olması.
Bu tablo bir bütün olarak yargının 'adalet' değil, açıkça ayrımcılık müessesesi olarak işlev gördüğünü, insanlık ve vicdanın ise ideolojik bir perdenin ardında yitip gittiğini gösteriyor. Düşünün ki halen Diyarbakır Cezaevi'ndeki konuşma zorluğu çeken, çevresindekileri zor tanıyan, yemeğini yemek için başkasına muhtaç olan bir mahkûm bile tahliye edilmiyor. Mahkemenin makbul bulduğu değerlendirmeye göre, kendisi tehlike arz etmiyormuş ama tahliye olduğunda propagandaya alet edilebilirmiş…
Başbuğ'un şikâyetçi olduğu insaniyet eksikliği, kendisinin sandığından çok daha derin boyutlarda. Bunda suçu olmayan tek bir kişi bile yok ama yönetimde payı olmuş olanların sırtındaki vebal şimdiki 'insanlık' arayışını epeyce patetik hale getiriyor.
Bir insan, kendi içini tam dolduramadan siyasi bir yönelişe girip güç sahibi olunca, siyasi yönü çok güçleniyor ama içi boşalıyor, manevi dünyası yokoluyor, hissetmiyor, vicdanı kayboluyor. Bu, hastalıklı bir durum. AK Parti de böyle. Güçlü hale gelmiş insanlar, ama eski idealleri yok artık. Bu çok büyük bir kayıp. Hazza değil de zora talip olan bir insan olarak, bir hayat inşa ediyorum
diyen bir insanın içinin boşadığını düşünün. Yine namazını kılıyorsun, oruç tutuyorsun ama hissetmiyorsun. Berkin'in ölümü piyasayı ne kadar etkiler?
diye bir soruyu kabul edemezsin! Vicdan dışı bir soru bu! Erdoğan da vicdanıyla başbaşa kalıp Ben ne yapıyorum?
diye kendine sorduğunda pek iyi cevaplar veremez herhalde.
* Ömer Faruk Gergerlioğlu → Tuğba Tekerek (Taraf) 17 Mart 2014
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.