Patronsuz Medya

Kriz bilançosu: Otoriterleşme

Yargı içinde bir grubun devlet ve hukuk dışı bir çerçevede, bir cemaate ait strateji içinde hareket etmesi, iktidarın üzerine yürümesi, görülmemiş çapta ve nitelikte büyük bir soruna, büyük bir demokrasi ve devlet krizine işaret ediyor.

Öte siyasi iktidarın bu yapıyla mücadele etmek için başvurduğu yolları, 'karşı taraf kendisine yargıyı silah yapmış, iktidar o silaha müdahele ediyor, yargıya müdahele etmek zorunda kalıyor' diyerek geçiştirmek söz konusu olamaz. Zira bu müdahelelerle bırakın kuvvetler ayrılığı ilkesinin ihlalini, hızla yargının hükümete bağlanması istikametinde ilerliyoruz.

Yargının içten ele geçirilmesi ve dışarıdan müdahelelerle adeta çöktüğü bir yerdeyiz.

Bu 'teorik olarak' demokrasinin 'sıfıra yakın bir noktası' demektir.

* Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak) 12 Ocak 2014

İdeal durum ve siyaset

Amacımızın tarafsız ve bağımsız bir yargı olduğu açık… Ne var ki kuvvetler ayrılığı ancak yargının bağımsızlığını garanti edebiliyor, tarafsızlığını değil. Dolayısıyla eğer gerçekten de hukuk devleti olmak istiyorsanız, önce şuna cevap bulmanız lazım: Yargının tarafsızlığını nasıl sağlayacağız? Hayatı durdurup, sanki bir oyun oynuyormuş gibi fiktif bir 'sıfır noktası' yaratılmasını önererek mi? Liberaller tam da bunu öneriyorlar. Meşhur kuramcıları John Rawls, bir toplumsal sözleşme yaratılmadan önce tarafların, yani aslında tüm vatandaşların, birlikte bir 'sıfır noktası' yaratmasını öngörüyor. Buna göre insanlar kimin iktidar olacağından bağımsız olarak, iktidarla toplum veya yürütme ile yargı arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğinde anlaşabilirler. Bu durum gerçekten yaşanamasa bile, sanki yaşanabilirmiş gibi düşündüğünüzde ideal hukuk devleti normlarına yakın tercihlerde bulunmanız beklenir. Bu da söz konusu 'idealin' aynı zamanda doğru olduğunu ortaya koyar.

* Etyen Mahçupyan (Zaman) 12 Ocak 2014

Dost modern travmalar

Devlette bunlar olur da sarsıntı topluma yansımaz mı? Kırgınlığın, küslüğün, kavganın kralı 'yüzde 50'nin içinde yaşanıyor. Bir tarafta AK Parti, diğer yanda 'karşı taraf' denilen Cemaat/Hizmet. Sosyal medyada kavga son sürat devam ediyor. İki taraf da birbirini 'dost modern darbecilik'le suçluyor. İş 'fitne' arayışını çoktan geçti. Yıllarca Aynı dağın yeliyiz biz diyenler birbirine olmadık suçlamalar yöneltiyor. AK Parti, cemaate karşı diğer cemaatlerin desteğini almayı büyük ölçüde başardı. Cemaate dönük 'boykot' çalışması alenen yapılıyor artık. Bazı milletvekillerinin bile sosyal medyadan destek verdiği boykotun kapsamı şöyle: Gazetelerini almayın, TV'lerini izlemeyin, bankalarından paralarınızı çekin, çocuklarınızı kolejlerden, yurtlardan alın, yardımları kesin…

Aile içlerinden dramatik, trajikomik haberler geliyor. Bazı evlere ateş düşmüş. Şöyle örnekler duydum: Erdoğan-Gülen arasında 'kim haklı' tartışmasına girip boşanma noktasına gelen eşler… Düğüne hazırlanırken aralarına '17 Aralık' giren ve nişanı bozan gençler… Her hafta düzenli ev sohbetine giden ancak siyaset tartışmasından dolayı ikiye ayrılan kadınlar… Cemaatin tavrına kızıp bağlarını gevşeten, kopartan ve AK Parti'ye sıkıca sarılanlar da var, bir daha oy vermeyeceğine yemin edenler de… Daha düne kadar siyasi tavrı bir bütün olan baba, anne ve çocuktan oluşan ailenin üç seçmeninden üç farklı tepki gelebiliyor.

* Ömer Şahin (Radikal) 11 Ocak 2014

Erdoğan ne kadar dayanır?

Sahiden Erdoğan'ın sırtında taşıyamayacağı, iktidar iskemlesinde oturamayacağı kadar yük birikti mi?

İlk ağızda akla gelenleri sıralayacağım:

Tümüyle çıkmaz sokağa saplanmış Suriye politikası…

İslam dünyasında bir zamanlar hak etmediği ölçüde yükselmiş itibarındaki aşırı sert düşüş…

Avrupa Birliği ile ilişkileri demokratikleşme yolunda adım atmak yerine, Canınız isterse. Bizi almazsanız biz de Şanghay Beşlisine gideriz gibi çocuksu şantajlar…

Suriye'de düşen savaş jetini toplumsal belleğin unutma bölümüne itiştirince kurtuldum yanılsaması…

NATO üyesi olduğunu unutup Çin'den füze almaya kalkışarak baltayı taşa ve Obama'ya vurmak…

PKK – BDP çizgisine diz çöktürüp barış sürecinde kendi koşullarını dayatabilmek için Barzani ile ittifak arayışı…

Kendi nükleer enerji teknolojisi ile kendi ülkesinin bir bölümünü yaşanmaz hale getirmiş Japonya'dan nükleer enerji santrali siparişi…

Roboski cankırımını -sanki becererilebilirmiş gibi- örtbas etme çabası.

İktidarının en güçlü destekçisi, adeta koalisyon ortağı Cemaat'la iktidar paylaşımını reddedip, Cemaatla papaz olma…

Gezi direnişinde can alan, canavarlaşan polislere Destan yazdılar övgüsü…

Rüşvet, kara para aklama, imar yolsuzlukları, ihaleye fesat karıştırma suçlarının harman olduğu dev yolsuzluk dosyaları…

Yargı erkini devre dışı bırakmaktan başka hiçbir hedefi ve amacı olmayan Yargı erki olmayan devlet modeli için pervasız adımlar atma…

Daha sayayım mı?

Böyle bir yükü hiçbir iktidar taşıyamaz.

Şimdi başlıktaki soruya dönelim:

Erdoğan ne kadar dayanır?

Tabii ki bilmiyorum. Gazeteciyim ben falcı değil.

Ama bildiğim, eğer bir ülkede bu soru sorulmaya başlamışsa bu çok ama çoook manidardır ve eninde sonunda…

* Aydın Engin (T24) 10 Ocak 2014

Kime kumpas kuruluyor?

Devlet, kendinden başka kimseye güveni olmayan, kendini seven, kendinden bir güç, yetki ve kudrettir. Zamanın şartlarına göre kendini koruma görevini şu veya bu ideolojiye, şu veya bu zümreye verir, ama hakikatte o sadece kendisi için vardır, koruma görevini üstlenen, onu ele geçirdiğini düşünür, lakin bir süre sonra sadece muhafız güç olduğunu anlar. Bu devlet kimseyle barışmaz; yeri gelir komünisti döver, yeri gelir işçiyi, Kürt'ü, Türkçü'yü, solcuyu, sağcıyı, başörtülüyü. Bu devleti adam edecek yegâne güç hukuktur, onu koruma görevine talip olanlar ise hukukla kendilerini güvence altına almaya yanaşmıyorlar. Devletin sözlüğü, mekanizmaları, yöntemi ve taktikleri vardır; her birini günün şartlarına göre devreye sokar. Devlet ideolojisine ve beka fikrine en yakın duran milliyetçiler devletin en ağır gadrine uğramış, tabutlarda yatırılıp tırnakları sökülmüş mağdurlardır. Komünistlere karşı ülkücüleri, ülkücülere karşı solcuları, Sünnilere karşı Alevileri, Alevilere karşı Sünnileri, laiklere karşı dindarları, dindarlara karşı laikleri rahatlıkla seferber edebilmiştir. Şimdi dindarları birbirine düşürmektedir.

Bu ülkeye her ne gerekiyorsa bürokratik merkezi doğrudan veya dolaylı yollardan kontrol eden sert çekirdek belirler, bu ülkeye komünizm gerekiyorsa onlar getirir, belki günün birinde şeriatı bile gerekli görebilirler. Siz hiç, bir zamanlar İslamcılık yapmış insanların banka ve faizci sistemi böylesine canla başla savunacaklarını düşünebiliyor muydunuz?

* Ali Bulaç (Zaman) 9 Ocak 2014

Haberler neden klişe dolu?

İster sert ister yumuşak tonda olsunlar klişeler, 'geniş yığınlar'ın gündemdeki konular hakkında bir fikir edinip gündemi takip etmesine yardım ediyor. Ama bunların klişe olduğu unutulduğunda, bazı sorunların daha köklü çözümü de zorlaşabiliyor. Günümüzde televizyonlarda 'krizleri' tartışan profesyonel ağzı kalabalıkların yanı sıra, 'entelektüel'ler, 'uzman'ların bile düşünce sistematiğinin bu klişeler üzerine kurulu olması düşündürücü. Örneğin gündem olan politik sorunlarda, kültür, genel devlet yapısı, evrensel hukuka bakış, toplumsal veya ekonomik düzey gibi çok daha uzun vadeli yapısal unsurların etkileri görülemediği için 3-5 yılda bir aynı sorunları farklı 'subject'ler üzerinden yeniden sanki daha önce hiç yaşanmamış gibi konuşmak da kaçınılmaz hale geliyor.

Şahsen klişeleri önemserim. Çünkü hiç bir şey boşu boşuna klişe olmaz. Ama onların da nihayetinde bir son kullanım tarihi olmalı.

* Cemal Tunçdemir (T24) 9 Ocak 2014

Fethullah Gülen'in mektubunun Türkçe meali

Türkiye'de siyasi iktidara yönetim şartlarını dikte ettirebilecek bir güç artık Cemaat. Bunu yıllar içinde eğitime, bürokrasi içinde yapılanmaya verdiği önemle sağladı.

AKP ise yüzde 50 oyun verdiği güvenle kendini rahat hissetti. Cemaati tehdit olarak gördüğünde ise iş işten geçmişti.

Düşünsenize, Sabah'ın karşı hamle olarak manşete çıkardığı Polis İmamı hakkında yapılan en önemli suç ihbarı, sinyal vermeden sola dönmesi oldu.

AKP sadece medya gücünü kullanarak suyu bulandırmaya çalıştı, bu hamlede de ciddi hatalar yaptı. İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın Bank Asya'yı kast ederek 17 Aralık operasyonundan milyar dolar kazananlar olduğunu iddia etmesi gibi. Merkez Bankası kayıtları bu iddianın asılsızlığını ortaya koydu.

AKP kadroları Gezi olayları sırasında ''Camide içki içtiler'', ''Kabataş'ta türbanlı kadına saldırdılar'', ''Olayların arkasına Otpor var'' gibi yalanları piyasaya sürerek ve meydanlarda arkasında durarak bugünkü kavgada sahip olabileceği her türlü inandırıcılığı ve kentli seçmen nezdindeki itibarı kaybetti.

Dağdan inen kurt masalındaki Yalancı Çoban konumuna yerleştirdi kendisini AKP ve bugün bedelini ağır ödüyor.

* Ergun Babahan (T24) 8 Ocak 2014

27 Mayıs tipi darbe olabilir, endişe verici benzerlikler var!

Ben eminim, binbaşıdır, albaydır, şu an aralarında Bunları bir şey yapıp devirmek lazım, yoksa memleket batacak diye konuşan subaylar mutlaka vardır. Bunların arasından bir adım daha atarak O halde sen, ben ne yapalım diyenler de çıkar. Bir şey bildiğimden söylemiyorum bunları, tamamen sosyoloji çerçevesinde düşünerek yürüttüğüm Bir kurum üç gün içinde ne kadar değişir sorusundan yola çıkarak konuşuyorum. 27 Mayıs'tan sonraki olaylarda bizim asker hiyerarşi içinde davranmayı seçmişti, ama 27 Mayıs hiyerarşiye de karşıydı. Çünkü üst rütbeliler siyasi iktidara karşı bir şey yapmayı düşünmüyorlardı. Şimdi tekrar 27 Mayıs'a dönüş olabilir. Böyle bir ihtimal yok denilip, silinip atılacak şey değil. Endişe verici ölçüde benzerlikler var. Erdoğan'ın ordunun tümüne hakim olduğu yansılsamasına kapılmaması lazım.

2002'de seçim kazanıp geldiğinde dış dünyanın Sakın ha ilişmeyin dediği bir ortam yaratmıştı Erdoğan, ama bu son birkaç yıldır, Orta Doğu'da yaptıkları ve Batı hakkındaki konuşmalarıyla onu sildi.

* Murat Belge → Hazal Özvarış (T24) 7 Ocak 2014

Taşlar yer değiştirirken

Ama ihmal edilmemesi gereken bir değişken daha var. Zaten fazlaca uzattığımız bu yazıya sığmayacak olan işin uluslararası boyutu… Yukarda yazdıklarımız, muhtemel bir Erdoğan planı. Bu planın pürüzsüz bir düzlemde yürütülmesi zor. Çünkü, daha bir kaç gün önce El Kaide uzantılarına silah taşırken enselenen bir iktidardan söz ediyoruz. Yani, Batı dünyası nezdinde kredisini tüketmiş bir iktidar… Hani Başbakan'ın bu aralar sık sık okuduğu bir şiir var, Sezai Karakoç'un… Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır / Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır. Biliyoruz ki, bazı kararlar göklerden değil Batı'dan gelir… Sonuçlarıyla başa çıkılması kolay olmayan, daha dünyevî kararlar…

* Adnan Bostancıoğlu (Birgün) 6 Ocak 2014

'Paralel gazetecilik' devrine hoş geldiniz!

Ama, daha ötesi de var: Başbakan son derece kendinden eminmiş, hatta şakalaşıyormuş, ne kadar etkileyici imiş, yani öyle böyle değilmiş ve kendisi doya doya anlatmış, 'senaryoyu' ayrıntılandırmış, adeta bir TV korku dizisine dönüştürmüş.

İnandırıcılığı öyleymiş ki, hepimiz anında inanmakta mutabık kalmışız.

Yeni kavramlar, daha önce lanse edilip 'kesmeyenler'in yerini almış.

Mesela söyleyince insanın kanını donduran 'küresel saldırı' kavramının yerini, daha fenası, 'küresel suikast' almış, ki hakikaten ötesi yok.

Meslektaşlarımız, sahada hakem bulunmasına delirip, ona verip veriştirmek adına ne ağzına gelirse söyleyen, 'bu hakemlere ne gerek var' noktasına gelip dayabmış mutsuz, cezalı bir futbolcuyu sözünü kesmeden, hak vererek dinler gibi dinlemişler.

'Bağımlı yargı' gibi yepyeni, muhteşem bir kavramla kamuoyunu tanıştırmayı, 'yahu be nedir?' diye sorgulamadan, görev bilmişler.

'Kaos lobisi' gibi laflar da mı duyulmuş? Öyleyse, daha da iyi olmuş.

Sonra, gazeteciler kalmış, ve 'basına kapalı bölüme' geçilmiş.

Evet.

Tekrarlayalım, net anlaşılması için:

Sonra, gazeteciler kalmış, ve 'basına kapalı bölüme' geçilmiş.

* Yavuz Baydar (T24) 5 Ocak 2014

 

69
Derkenar'da     Google'da   ARA