Patronsuz Medya

Şanhgay 5'lisi niye cazip? Tayland'dan Türkiye'ye sıkıntı aynı: Yolsuzluk!

Bugün gelinen nokta, İslâmi ahlâk ve değerleri savunduğunu söyleyen, muhafazakâr bir toplumun iki yüzlülüğünün açık göstergesi.

Toplumun asıl ihtiyacının ahlâk devrimi olduğu bu seçimde bir kez daha ortaya çıkacak. Çünkü, gönül verdiğiniz parti hangisi olursa olsun, sandıkta hizmetten çok kendi zenginliğini düşünen isimler arasında tercih yapmak durumunda kalacaksınız.

Avrupa Birliği ilkelerinden uzaklaşıp Şanghay Beşlisi'ne talip olmamız tesadüf olmasa gerek. Sayıştay ve Meclis denetiminin iğdiş edildiği, yolsuzluklarına kızılan kimi bakanların tokatlanarak cezalandırıldığı bir toplum düzenimiz var. Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan gibi olmak istiyoruz.

Dünya siyasetinde Ankara'ya en yakın isimlerin Putin ve Berlusconi olması bile birçok gerçeği açıklıyor.

Hepsinin ortak bir noktası var: Tek adam tarafından yönetilmeleri, hukukun üstünlüğünün olmaması ve yolsuzluk.

* Ergun Babahan (T24) 28 Kasım 2013

AKP'nin elinde Cemaat'i bitirebilecek bir arşiv var

Dershaneler bir neden değil sonuç. Ve öğrenciler dolayısıyla aileler eğitim sisteminin kanserli uru diyebileceğimiz dershanelere mahkûm. Cemaat de bunu bildiği için sınava bağımlı bir eğitim öğrenim sisteminin içinde dershaneler gibi herkesin hassasiyet gösterebileceği bir konuda kendini kolaylıkla mazlum gösterebileceği alanı tartışmaya açtı.

Ancak konunun çatışan taraflarından ikisinin argümanları da yalan. Mesele ne eğitimde yaratılan fırsat eşitliği ne de dershanelerin bir kene gibi halkın kanını emmesi. Sorun 3-5 dershane meselesi değil. Siyasi. Devlet erkinin paylaşılması meselesi. Öte yandan dershaneler Cemaat için ciddi bir finans ve insan kaynağı. Yıllık 4 milyar liranın üzerinde bir ciroyu barındıran sektörün yüzde 25'inin Cemaat'in elinde olduğu yazıldı. Ki bu paraya sınava hazırlık kitapları ve dershaneler içinde oluşturulan daha pahalı özel sınıflar üzerinden dönen parayı da eklediğinizde devasa bir bütçe çıkıyor karşımıza. 1 milyondan fazla öğrencinin de bu sistemin içinde olduğunu düşününce işin insan kaynağı da ortaya dökülmüş oluyor.

Bana kalırsa AKP hükümeti dershanelerdeki Cemaat ağırlığını ki bunun içine okullar, yurtlar ve Işık Evleri denilen öğrenci evlerini de kattığımızda ortaya çıkan tabloyu bir milli güvenlik meselesi olarak ele aldı. O milli güvenlik meselesinin içinde AKP ve Erdoğan'ın siyasî geleceği de önemli bir yer tuttuğu için dershaneleri kapatmakta bu kadar kararlı görünüyor. İlginçtir, bu konuda Erdoğan hükümetine danışmanlık yapan isim de eski bir Cemaatçi.

* Ahmet Şık → Barış İnce (Birgün) 27 Kasım 2013

Büyük bir Gezi operasyonu mümkün mü?

'Her Türkiyeli bir gün kodesi tadacaktır' esprisi zaman ilerledikçe ete kemiğe bürünüyor.

Ülkenin dönüştüğü korku imparatorluğu hız kesmiyor ki.

Gezi Parkı olaylarında yaşananlara o cepheden kimse nedenlerini anlamak için bakmadı ki.

Hangi hamleler, hangi üslup bu 'ayaklanmaya 'neden oldu diye düşünen olmadı ki.

Aksine telekinezi, faiz lobisi, gezi zekâlılar gibi argümanlar yaratıldı.

Sonuç şu; Şaşırma eşiğimiz çok düştü. Normalde güleceğimiz şeyleri de ciddiye alır olduk, çünkü biz gülerken gülerken gerçek oldu o espriler.

'Dünya buna müsaade etmez, Amerika mutlaka dur der' filân gibi tespitlerin de çoğu zaman havada kaldığını, Türkiye'nin dış politikaya uyumlu, herhangi bir bilinçle hareket etmediğini de deneyimleyerek anladık.

* Tuğçe Tatari (T24) 27 Kasım 2013

Ey cemaat, ey AKP! Millet kara propagandadan çökerken neredeydiniz?

'AK Parti'yi ve Gülen cemaatini yıpratma 'adlı bir suçun iddianamelere sokulduğu bir hukuk rejimindeyiz. Yıpratılmaması özgürlüğün şartı haline gelen bu iki siyasî oluşum, birlikte yaptıkları bu rejimi birbirlerine karşı kullanacak noktaya geldiler. Gülen cemaatini hükümeti devirme planları yapan bir örgüt gibi sunacak iddianame hazırlamak, yüzlerce kişinin hapiste olmasına neden olan KCK iddianamesinden daha az zahmetlidir. Çok net söylüyorum, tık diye bir gecede yazarlar. Devasa bir makineyi gayrı hukuki, gayrı nizami ve gayrı insanî olarak çalıştırıp Tazmanya canavarı gibi ortaya sürdüler. Şimdi neyi ne zaman ezeceği belli değil. Olay budur.

* * *

Şahsen ben de, birçok insan gibi, bu kaotik kavşağa çıkmamayı, bu konuya girmemeyi tercih ediyordum. Fakat Yiyin birbirinizi demek de ne ilkeye ne de hakikatli insanîyete sığar. O nedenle söylemeden edemeyeceğim: Dershanelerin mantığını beğen beğenme, demokratik bir ülkede kapatma gibi bir müdahale yapılamaz. Bugün cemaate yapılanlar ancak siyasî bir çökertme gayesiyle izah edilebilir. Aynı son 5-6 yıldır başka siyasî oluşumlara, zihniyetlere yapılanlar gibi. Buna itiraz etmek, her demokratın ilkesel duruşu olmalıdır.

* Ezgi Başaran (Radikal) 27 Kasım 2013

Pardon, küçük dereleri boşuna mahvetmişiz!

Hafta içinde hakikaten insanı ortadan çatlacak bir açıklama geldi Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'dan. Öncesi hepimiz için muhteşem bir şaşkınlık. Diyordu ki, Haklısınız, HES'lerle ufak dereleri mahvediyoruz. 'Su akar, Türk bakar', 'Bundan sonra dereler bizim istediğimiz gibi akacak'a devşirilerek neredeyse ulusal bir politika haline gelmişken, Türkiye sathında dokunulmamış dere, suyu için mücadele etmeyen az köylü kalmışken, bir bakandan böyle bir itirafın gelmesi tarihi olarak nitelendirilebilir. Vaadi de var Bayraktar'ın: 10 megavattan az enerji üretecek HES'lere kesinlikle izin vermeyeceğiz. Bundan sonra bunun hesabını sorarsınız.

En azından zararın neresinden dönülürse kârdır deme ihtimali varken Bayraktar'ın dilinin altındaki bakla göründü. Türkiye'nin ithal ettiği enerji miktarından yakınarak 'böyle küçük dere işleriyle 'altından kalkılamayacağını, nükleer enerjinin şart olduğunu söylüyordu. Yerel ve ulusal ölçekte, yılların HES karşıtı mücadeleleri, birden nükleer enerji argümanına sırt yastığı oluvermişti.

Bu sayede mahkeme koridorlarını öğrenen, her yargı kararına dikilen yeni kılıflardan yılmayan, kaybederek mücadele etmeyi öğrenen, bu sayede politize olan, suyun her biçimde ticarîleştirilmesine itiraz eden, günlerce nöbet tutan, bizzat yargılanan, ceza ödeyen, köyüne, toprağına, suyuna sahip çıktığı için pataklanan, yerlerde sürüklenen, gaz yiyen ve de toplumun geneli nezdinde kriminalize edilen o insanlar meğer haklıymış. Tüh. Haydi sarılıp öpüşüp nükeer planlarımıza bakalım şimdi.

* Pınar Öğünç (Radikal) 25 Kasım 2013

Yeni Türk kimliği Müslüman milliyetçiliğidir ve İslâmi burjuvazi inşa eder

Toplumun gelir seviyesi düşük veya sınıf atlama aşamasındaki bölümü otoriter ve ataerkil değerlere ve pratiklere bağlı kalmayı tercih ediyor. Bu manada Başbakan Erdoğan'ı rahatlatıcı buluyorlar. Değişim, özellikle sosyal merdivende bir üst basamağa ayağını dayamış olanlar için korkutucudur. İstikrar ve düzen ise ticarete iyi gelir. İşte bu yüzden Başbakan Erdoğan Gezi protestocularını kamu malına zarar veren, küçük esnafın işini bozan kişiler olarak şeytanlaştırmıştı. Bununla da yetinmemiş, bir Kemalist reçeteye sadık kalarak, dış güçlerin ve Türkiye'nin kredi notunu düşürmek isteyen Yahudilerin kontrolünde olduğunu vurgulamıştı. İşte bu söylemler ekonominin herkese eşit oranda iyi davranmadığı gerçeğini perdeliyor. Halbuki 2013 Gallup araştırması, üç Türk'ten birinin fakirlikle mücadele ettiğini söylüyor. Bu rakam bir önceki yıl yüzde 18 civarlarında, yani yarı yarıyaydı.

* Jenny White → Ezgi Başaran (Radikal) 25 Kasım 2013

'Şimdilik aslolan mutsuzluktur'

Bir terapist olarak bana geldiğinde ona ne diyebilirim? Yıllardır aldığın antidepresanı kesme, çünkü 'bağzı şeylere' tahammül edebilmek için ben de çaresizce antidepresan kullanıyorum bu ülkede dışında. Çünkü istenmiyoruz. Dışlanıyoruz. Hayatta kalabilmek için Müslüman olmak zorunda kalan Ermeniler gibiyiz. Başımıza her an bir şey gelebilir. Bu nedenle sesimizi çıkarmaktan korkuyoruz artık. Çünkü benim iki çocuğum var ve okul taksitlerini ödemem gerekiyor her ay. Üstelik iktidarı, gücü hisseden herkes aynı şiddete başvurmaya hazır bu ülkede. Kimsenin kimseyi kınamaya hakkı yok. Yolunu bulup zengin olana Helal olsun! denilen bir ülke burası. Fatih Terim'le ilgili yazdığım yazıdan sonra elit Galatasaraylılarımızdan biri Baban dışarı boşalsaydı keşke! diye yazdı bana.

Bir süredir gülemiyorum. Gülmek aptallıktır artık. Danışanıma verebilecek bir tavsiye de bulamıyorum. Varoluşsal kaygılarını anlamaktan ve ona sarılmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Turgut Uyar'ın dediği gibi: Şimdilik ve daha birkaç zaman.

* Dr. Alper Hasanoğlu (Radikal) 24 Kasım 2013

Erdoğan-Putin zirvesi: Kabak tadı veren şaka ve artık bozulan 'kimya'

Eğer Türkiye, ŞİÖ ile diyalog ortaklığını gerçekten yetersiz buluyor ve sadece ticarî işbirliği modellerinin gelişmesiyle değil, tam üyelikle ilgileniyorsa, en azından örgütün patronları Rusya ve Çin'in tepkisini çekmeyecek bir Ortadoğu siyaseti oluşturması gerekmez mi?

Bunun için de hiç değilse mezhepçi ve kendini dev aynasında gören dış politikadan vazgeçerek işe başlayabilir. Rusya ile son yıllarda bozduğu ilişkileri onarmak için girişimlerde bulunabilir. Üst düzey temasları, zaten bilinen kendi görüşünün pek diplomatik sayılmayacak bir üslupla uzun uzun sergilenmesi çabasından çıkarıp ortaklık zeminine taşıyacak hamlelere yönelebilir.

Aksi halde zirveler yapılmış olmak için yapılır; görüşme süreleri minimuma iner; biz de içeriği zayıf toplantılar, magazin haberleri veya en iyi ihtimalle karşılıklı olarak turizm yılı ilân etme girişimi gibi (cuma günü bunu Putin önerdi) inisiyatiflerle oyalanmak zorunda kalırız.

Bu arada uluslararası partnerlerimizle görüştükçe dünyayı görmez, konuştukça kimseyi duymaz bir halde değerli yalnızlığımızı kutsal çaresizlik düzeyine taşırız.

* Hakan Aksay (T24) 24 Kasım 2013

Komplo teorilerinin parlattığı adam

Aslına bakılırsa içinde bulunduğumuz dönemde Altındal'ın tezlerinin eleştirisi pek bir önem taşımamaktadır. Üzerinde düşünülmesi gereken esas şey komplo teorilerinin günümüzdeki gücü ve etkisidir. Hatayı boyunca komplo teorileriyle haşır neşir olan ve bunu hiç inkâr etmeyen Aytunç Altındal'ın televizyon kanalları tarafından siyasi analizci mertebesine getirilmesi çok düşündürücüdür. Siyasi sistem ve medya, komplo teorisyenlerine danışmadan adım bile atamaz hale gelmiştir. İşin kötüsü bu durum kısa vadede düzeleceğe de benzememektedir. Sağlığında Altındal'ın tezlerini fütursuzca kullananların, onun ölüm şeklini bile malzeme yapmaktan çekinmemesi durumun vehametini göstermesi açısından önemlidir. Altındal'ın zamansız ölümü kadar siyaseti ve medyayı saran bu amansız hastalığa da üzülmek gerekmektedir.

* Haluk Hepkon (Radikal) 22 Kasım 2013

'Cumhuriyet değerleri', 'muhafazakâr değerler', güme giden değerler

Acaba neden biri muhafazakâr, öbürü cumhuriyetçi iki erdemli insan bir koalisyon kurmaz da her biri gider kendi alçağını tercih eder?

Aynı tuhaflığı son yıllardaki hayat tarzı tartışmalarında yaşamıyor muyuz? Orada da insanları değerlendirirken ölçümüz bize şeklen benzeyip benzememeleri değil mi?

Sempatilerimizi, antipatilerimizi bu ölçüye bakarak belirliyoruz, ama onların vicdanlı mı, dürüst mü, diğerkâm mı, kötü mü, sahtekâr mı oldukları bizi hiç ilgilendirmiyor.

Sırf görünüşleri bize benzemiyor diye bir sürü iyi, vicdanlı, dürüst insanın bu özelliklerini hiç görmüyoruz, hatta hayatlarını zehrediyoruz da… Sırf görünüşleri bize benzediği için bir sürü vicdansız ve sahtekârı tolere etmek için bin dereden su getiriyoruz.

Galiba hayatlarımızda gereğinden fazla siyaset var ve onun dikte ettiklerinin dışındaki değerler hayatlarımızdan hızla uzaklaşıyor.

* Alper Görmüş (Türkiye) 22 Kasım 2013

 

47
Derkenar'da     Google'da   ARA