Patronsuz Medya

Sahaya inen binlerce taraftar bize ne söylüyor?

Bugün hem iç hem dış, hem hayattan hem siyasetten birçok dinamik bir arada bu uyumsuz ve gerilim üreten yapıyı değişime zorluyor. Bu yapı sürdürülemez hale geldi dayandı. Değişimi yönetme vizyonu, kapasitesi olmayan siyasî aktörler ise eksikliklerini gidermeye çalışmıyor. Kendi ideolojik ve siyaset tarzı kısıtlarını aşmaya çalışmak, bir bakıma yenilenmek yerine diğerlerinin engellemelerini öne çıkarmayı yeğliyor. Bu öylesine kuvvetli bir söyleme dönüşmüş durumdaki dalga dalga, kanserin kemiğe dayanması gibi gündelik hayata ve sade vatandaşa doğru yayılıyor. Toplumun önemli bir kesimi ulaşamadıklarına, başaramadıklarına diğerlerini engel olarak görüyor artık.

Öte yandan bireysel hayatlarımızda, hayatın ritmine ve ekonomik hayatın kapasitesine hiç mi hiç uymayan devlet, yönetim ve hukuk sistemi normal ya da doğal olmayan çözüm yollarına bireysel yönelişleri meşrulaştırma aracı oluyor. Giderek her bir bireyin iç dünyasında şiddet", uygulanabilir, normal sayılabilir, meşru yöntemler arasında tahayyül edilebilir hale geliyor. Tahayyül edilebilen ve eyleme dönüştürülebilen şiddet en yakınındaki kadınından başlıyor, doktoruna, diğer takımın taraftarı olan arkadaşına, diğer partiye oy veren komşusuna yönelmeye başlıyor.

* Bekir Ağırdır (T24) 23 Eylül 2013

Siyasetçiler gerçeği bulandırarak halkları birbirine düşürür

Siyasetçiler o dönemde halkları birbirine düşürmek için çok ilginç bir yöntem kullanıyordu: Gerçeği eğip bükerek insanların kafasını karıştırmak. Ve bu kafa karışıklığından bir grup insana karşı düşmanlık doğmasını beklemek.
O döneme bakarsanız, liderlerin sürekli 2. Dünya Savaşı'na gönderme yaptıklarını görürsünüz. Bir noktadan sonra sözünü ettikleri olayların tarihini de belirtmediler ve böylelikle toplumun kafasını her geçen gün karıştırdılar. Hiç unutmuyorum, bir tanıdığım büyük bir öfkeyle 300 Sırp'ın kiliselerde öldürüldüğü bir olayı anlatıyordu. Ne zaman olmuş bu olay dedim. Bilmiyorum dedi. Biraz deşince olayın 1941'de gerçekleştiğini çözdük. Halbuki biz 1991 yılındaydık. Siyasetçiler sayesinde 41'lerin öfkesi toplumun zihninde 91'lere taşınmıştı.

* Natasa Kandic → Ezgi Başaran (Radikal) 17 Eylül 2013

Genelkurmay'da Dink cinayeti belgesi olmalı, Yaşar Büyükanıt yargılanmalı

Savcı değilim, savcıların sahip olduğu yetkilere sahip değilim ama kafamı kurcalayan birtakım sorular sorabilir, bazı iddialarda bulunabilirim. O tarihlerde AKP hükümetinin elinde Hrant Dink cinayeti dahil olmak üzere birçok eylemin bilgisi olduğunu düşünüyorum. AKP hükümette ancak o tarihlerde henüz tam anlamıyla muktedir değil. AKP'nin iktidarını sağlamlaştırması, rakiplerinin tasfiyesine bağlı.

Ve burada da yeni bir soruyla yola çıkıyorum; Ergenekon davası, bir mutabakat ürünü mü? Ergenekon davasında yargılanan kişilerin tasfiyesini konu alan bir mutabakat mi bu? Mutabakata göre, eylemler üzerine gidilmeyecek, ancak birtakım kişiler darbe teşebbüsü ile yargılanacak, ceza alacak ve böylece bu ekip tasfiye mi edilecek?

Sanki bu gerçekleştirildi. Bir kısım sanıklar ağır cezalar aldı. Veli Küçükler, Muzaffer Tekinlere olduğu gibi… Yani bu ekibi alt edebilmek için bir pazarlık yürütüldüğünü ve bu pazarlıkta Hrant Dink cinayeti dahil olmak üzere pek çok eylem dosyasının masaya konduğunu düşünüyorum. Sonuçta, Ergenekon davasının çerçevesi de darbe teşebbüsü ile sınırlandı, eylemler soruşturma dışında bırakıldı. Sınır burada tutulunca, eylemlere ilişkin deliller savcılara gönderilmedi. Eylemler araştırılsaydı hem Ergenekon sanıklarından bazılarının Hrant Dink cinayetinde aktif rol aldığı görülecek, hem de buradan Ergenekon üstündeki ve derinindeki yapıya ulaşılacaktı. Bu yapılmadı.

* Fethiye Çetin → Hazal Özvarış (T24) 16 Eylül 2013

Bugünkü sopa 28 Şubat'tan daha sert, havuç ise daha büyük

- En çok itaat eden, en çok eğilen patronun en çok ihaleyi aldığı bir dönemde fazladan bir baskı kurmanıza gerek yok. Biraz itiraz eden bir sermayedarın ağır vergi cezalarıyla korkutulduğu bir dönemde fazladan bir söz söylemenize de. Aydın Doğan'ın Milliyet'i hangi koşullarda ve neden satmak zorunda kaldığını bilmiyor muyuz? Akşam'ın, Sky'ın hangi koşullarda, kime, neden verildiğini görmüyor muyuz? Böyle bir ortamda 'Biz patronlara bir şey telkin etmedik 'demek ayıptır. Tasarlamışsınız bu medya düzenini, daha karışmanıza gerek kalmamış ki! Artık birilerinin patronu aradığı dönemleri geçtik. Şimdi herkes durumdan vazife çıkarıyor ve ne yapması gerektiğini pekalâ biliyor.

Başbakan'ın özel olarak sizin yazılarınızı okuyup sinirlendiğini düşünüyor musunuz?

- Çok gazete okuduğunu zannetmiyorum, büyük oranda danışmanları ve çevresi bir şeyler söylüyor ona. Bir de tuhaf bir gazetecilik anlayışı var ki buna patronları da ikna etti: Medyanın ülkenin çıkarını korumasının gereğinden söz ediyor ama bunu söylerken aslında hükümetin ya da kendisinin çıkarını kastediyor. Erdoğan'ın zihnindeki iyi medyanın, her kanalda kendi konuşmasının yayınlandığı, her manşette kendi demecinin basıldığı bir medya olduğunu düşünüyorum. Ona da az kaldı zaten. Belli bir süreç izlenerek aykırı görülen sesler teker teker temizleniyor.

Nasıl bir süreç bu?

- Önce yandaş medyada hedef haline geliyorsunuz. Orada çıkan haber ve yorumlardan üstünüze gelecek dalgayı hissedebiliyorsunuz. Bunlar biraz öncü sarsıntı gibi oluyor ve anlıyorsunuz ki yukarıda bir yerde bunlar konuşuluyor. Zaten hemen arkasından gerçek dalga gelip vuruyor. Artık çok danıdık bir taktik…

* Can Dündar → Ezgi Başaran (Radikal) 15 Ağustos 2013

Anlaşamıyoruz

Sokakları, meydanları sürekli ve külliyen göstericilere yasaklamanın da gösteri yapıyorum diye yolları kesmenin, sağı solu yakıp yıkmanın da kabul edilemeyeceği konusunda anlaşamıyoruz.

Barışçıl bir gösteriyi dağıtmanın da gösteri yapıyorum diye Başbakan'ın evini, ofisini basmaya gitmenin de çok çirkin, çok kaba olduğu konusunda anlaşamıyoruz.

Sandıktan çıktım, istediğim her şeyi yaparım demenin de sandığa saygı duymayıp sokakta iktidarı devirme hayalleri kurmanın da antidemokratik olduğu konusunda anlaşamıyoruz. Ceberutlaşan iktidarın icabında sokakta dizginlenebileceği ama sokaktan demokratik bir şekilde iktidar devşirilemeyeceği konusunda anlaşamıyoruz.

Kimden gelirse gelsin, şiddetin hemen daima daha fazla şiddeti doğuracağı ve şiddet sarmalından asla hayırlı bir şey çıkmayacağı konusunda anlaşamıyoruz.

Gaz kapsüllerini göstericilerin üzerine üzerine atan, gözaltına aldığı göstericileri yerlerde süründüren polisin de önüne geleni yakıp yıkan vandalların da suç işlediği konusunda anlaşamıyoruz.

Sadece barışçıl gösterileri destekledi diye korkunç kışkırtıcı ibarelerle insanları hedef göstermenin 'nefret suçu'; tam gösterilerin kızıştığı, polisle çatışmaların başladığı bir ortamda, internetten fotograflar da ekleyerek Şu metroda elli kişi öldürüldü diye yalan haber yaymanın da 'halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek' suçunu oluşturduğu konusunda anlaşamıyoruz.

Başörtülü veya cemaat üyesi diye kimsenin kimseyi üniversiteden çıkaramayacağı ama sırf böyle bir densizlik yaptılar diye gencecik çocukların gözaltına alınıp tutuklanmayacağı konularında anlaşamıyoruz.

* Orhan Kemal Cengiz (Radikal) 13 Eylül 2013

Gezi'ye gittim iyi huyluydu

Bende derin izler bırakan Afganistan'daki görevim sırasında hep şunu gördüm; sıcak bir çatışma başlattığınız andan itibaren 'beklenmedik sonuçlar yasası' güçlü şekilde devreye girer. En mantıklı stratejik plana da sahip olabilirsiniz ama olaylar gelişmeye başladığında daima tahmin etmediğini şeyler olur. Paralize olup bir şey yapmamalısınız anlamında söylemiyorum. Elbette bir noktada adım atmanız gerekir ama bu tür kararlar en üst düzeyde ciddiyet içinde verilmeli.

İstanbul'u bekleyen bazı ciddi sorunlar var. Bu sorunlar aslında uzun zamandır birikiyordu, AKP'den çok çok daha önce başladı. Şehre devamlı daha fazlasını yüklemeye devam edip burayı her şeyin merkezi yapamazsınız. Zaten açık ara Türkiye'deki en güçlü çekim merkezi. Ama ülkenizde başka güzel yerler de var. İnsanları oralara çekecek ve İstanbul'u her yeni proje için devasa bir mıknatıs olmaktan kurtaracak çabalara ihtiyaç var. İstanbul aynı anda bir finans merkezi, olimpiyat şehri, BM şehri olmamalı. Bana kalırsa bu şehir sınırlarının zorlandığı bir aşamaya geldi ve biraz daha yüklenilirse kendisini özel yapan vasıflarını kaybetmeye başlayacak. Arnavutköy'de dünya çapında bir manzaraya karşı yaşama şansını yakaladık. Ama bu 3 sene içinde karşı yakada hiç gerekli olmayan pek çok yapının nasıl yükseldiğini gün be gün izledik. Bazı koruma altındaki alanların üzerindeki inşaat kısıtlamasının kaldırılacağını duyuyoruz. Belki gelişmenin önünü de açacaktır ama ben yine de bunun nereye varacağı konusunda endişeliyim.

* Scott Kilner → Cansu Çamlibel (Hürriyet) 9 Eylül 2013

Türkiye gerçekten savaşa hazır mı?

Tam burada, her türlü savaşa hazır olduğunu söyleyen AK Parti hükümetine ve Suriye'ye yapılacak askeri müdahaleyi gözü kapalı destekleyenlere bazı sorular sormak gerekiyor:

Esad güçlerinin füzeler ve uçaklarla vurulduğu bir operasyonun ardından, hemen yanımızda, Ruanda'ya dönmüş, Alevîlerin ve azınlıkların sistematik olarak katledildiği bir Suriye'ye hazır mıyız? Türkiye'nin böyle bir durum karşısında bir planı var mı?

Zaten bir Şii-Alevi/Sünni savaşına dönmüş olan Suriye iç savaşının, bu bombalamadan sonra alabileceği dramatik görüntünün Türkiye'nin kendi içinde yaratabileceği toplumsal kırılmaları onarmak için bir planımız var mı?

Suriye'ye yapılacak müdahalenin İran ve Hizbullah'ta da çıkışı olmayan bir savaşın başladığı hissini yaratıp bütün Ortadoğu'ya yayılacak bir Sünnî-Şii savaşına dair bir hazırlığımız var mı?

Rojava'da yaşanan El Kaide-PYD savaşının daha da kızışıp, Türkiye'deki barış sürecini kökünden baltalama ihtimaline binaen bir hazırlığımız var mı?

* Orhan Kemal Cengiz (Radikal) 9 Eylül 2013

Siyasi İslâm'ın yükselişi ve düşüşü

Geliyoruz Paris'te sürgünde bulunan İranlı dini lider Ayetullah Humeyni'nin 1 Şubat 1979'da Tahran'a dönüşüne. Bu gelişme İran İslâm Devrimi'nin resmi başlangıcı sayıldı; aynı zamanda Afganistan'da yükselen Sünnî radikalizme karşı Şii radikal kutubu ortaya çıkardı. (Aynı gün İstanbul'da Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi işinden evine giderken öldürüldü. Bu olay Türkiye'de çatışmaların 12 Eylül 1980 darbesine doğru önü alınamaz bir boyuta tırmanmasının başlangıcı sayıldı. Bir ay kadar önce, 24 Aralık 1978'de Sünnî-Alevi karşıtlığı görüntüsünde müthiş bir katliam sonrası sıkıyönetim ilân edilmişti.)

Zincirin sonraki halkasında, 16 Temnuz 1979'da Irak'ta Hasan el Bekir'in yardımcısı Saddam Hüseyin tarafından devrilerek Saddam'ın iktidara geçişini görüyoruz. Buradaki kritik nokta, Saddam devirmemiş olsaydı, el-Bekir'in 1970'te bir darbeyle işbaşına gelmiş olan Hafız el-Esed ile Baas partileri aracılığıyla Suriye-Irak birleşmesini hazırlıyor olmasıdır.

* Murat Yetkin (Radikal) 7 Eylül 2013

AKP'nin acı kaybı: Selim Türkhan

AKP iktidara Selim Türkhan sayesinde geldi. Daha ilk dönemde STP oylarının neredeyse tamamı AKP'ye katılmıştı. Çünkü AKP, cemaat desteği, Abdülatif Şener'i, Abdullah Gül'ü ile ılımlı, akıllı, çözümcü bir görüntü veriyordu (bence ilk dönemde Erdoğan'ın varlığı Selim Türkhanları çekmekte sanıldığı kadar etkili değildi). AKP, rakiplerin aymazlığını iyi kullandı ve Selim Türkhan ile olan ilişkilerini hep geliştirdi. Selim Türkhan'ın AKP iş bitirir, makul partidir, ekonomiyi bilir düşüncesi hiç değişmedi.

Ta ki Gezi'ye kadar. Gezi, benim bu aşamada kanıtlanamaz o nedenle muhtemelen saçmalık olan düşüncelerime göre AKP liderinin 'makul' olduğu inancını sarstı. Bu sarsılma Selim Türkhanların AKP'yi terk etmeye başlamasıyla sonuçlandı ki bu süreç devam ediyor.

AKP olağanüstü iktidar gücüyle Gezi sürecinde 'çekirdek seçmeni'ni ikna etmiş olabilir. Ama mesele o seçmeni ikna etmek değil arkadaş. Mesele, Selim Türkhan'ı görmek ve onu ikna etmek. Bunu CHP için söylerken beni neşeyle alkışlayan AKP'liler şimdi aynı sözü kendilerine söylediğimi duyunca ekşiyorlar. Oysa gerçek gün gibi ortada: AKP, 'eski' CHP gibi davranıyor. Popo kılı olduğunu söyleyen teyzeciğin Selim Türkhan ile ilgisi yok, Kazlıçeşme %50'nin, hatta %25'in bile örneklemi olamaz.

* Ateş İlyas Başsoy (Radikal) 6 Eylül 2013

 

58
Derkenar'da     Google'da   ARA