Patronsuz Medya

Türkiye çok değişti, çok…

Türkiye'nin son 10 yılında, öncesiyle kıyaslandığında görmezden gelinmesi mümkün olmayan çok şey değişti. Bunları son zamanlarda özellikle Gezi Parkı vesilesiyle farklı anlamlar yüklenerek de olsa bazen hatırlatmak, bazen de düpedüz nankörler dercesine kafalara çakmak maksadıyla yazanlar çok oldu. Bir de ben yazmayacağım. Yeri geldiğinde söylemek konusunda herhangi bir kompleks taşımıyorum çünkü.

Bu değişimi nankörler dercesine yazanların yol açtığı atmosfer, haylidir bir tür mahalle baskısı hâlini aldı. İktidarın herhangi bir tasarrufunu eleştirecekseniz, önce o konuyla ilgili konuşma imkân ve şansını bahşettiği için AKP'ye teşekkür etmek durumundasınız gibi bir mecburiyet hissetmeniz lâzım adeta…

* Cafer Solgun (Taraf) 12 Temmuz 2013

Değişim, iktidar, statüko

İlk dönemlerinde AB üyeliğini önemseyen, Kürt sorununda devlet de hatalar yapmış olabilir diyen, darbe planlarını yargı önüne çıkarmaya cesaret eden, e-muhtıraya karşı dik duran, Dersim 38'in adını koyan ve statükoyu sarsan diğer girişimleriyle en genel manasında eksikleri, sorunlarıyla beraber değişim ihtiyacını temsil eden AKP, iktidar olmaktan çok statükoya karşı bir anamuhalefet partisi gibiydi. Yükselen oy grafiğinin sırrı da buradaydı.

Ustalık döneminde ise AKP artık bir iktidar partisidir, baş olmuştur, dindar nesiller yetiştirmek istemektedir, insanları neye nasıl inandıklarına göre tasnif etmekte bir beis görmemektedir, Kürt sorununda bir adım ileri iki adım geri temposunda duruma göre renk alan tutumlar sergilemektedir, yandaşları AB ülkelerinde de bu tür kanunlar var şeklinde PR kampanyaları yaparken Meclis'ten geçirdiği alkol yasasını dinimizin emri olarak gerekçelendirebilmektedir, Gezi Parkı olayına müdahalesi orantısız şiddetin yanında yüzde 50'yi zor tutuyoruz şeklinde olmaktadır ve daha neler neler… Bu tabloda özellikle dikkat çekmek gereken, kuşkusuz Gezi Parkı sürecidir. AKP'nin ne iken ne olduğunun en net şekilde kendisini ortaya koyduğu bir anlamı olduğu için…

* Cafer Solgun (Taraf) 15 Temmuz 2013

Gerçeklikten korkulmaz

Şöyle söyleyeyim: Mayıs sonuna kadar Türkiye'de yeni olan şey AKP idi. Gerçekten yeni miydi? Muhtemelen değildi; ama karşısında yer alan partiler o kadar eskiydi ki, AKP yepyeni görünüyordu.

Gezi ile birlikte AKP yeni olmaktan çıktı, eskiler listesine girdi.

AKP derken, aslında, daha çok varolan yönetimi, önderliği kastediyorum. AKP aslında çok eski ve köklü bir ideolojik ve siyasî eğilimin, hareketin bugünün Türkiye'sinde aldığı biçimin adı. Bu son halka, önderliğiyle, öncü kadrolarıyla, bir önceki halkaya oranla yeniydi. Eski kadroların zihninde yer almayan kavramlarla geliyordu. Yeni bir dille geliyordu. Uzun uzun anlatmaya gerek yok. Erbakan Avrupa Birliği'ne ne gözle bakar, hakkında hangi kelimelerle konuşurdu? AKP nasıl davrandı?

Ama şimdi AKP de Erbakan gibi konuşuyor diyebilirsiniz. Derseniz haklı olursunuz.

Buna dayanarak, Zaten AKP hep böyleydi, şimdi aslına döndü derseniz, buna katılmam. Bir kere, bu tür özcü düşünce yöntemlerini benimsemem. Bu konuda, daha birçok konuda, AKP halkası, İslâmcı ideoloji- siyaset eğiliminde otantik bir dönüşümü temsil ediyordu. Gezi Protestosu, bu halkanın önderlik düzeyinin demokrasi ve modern dünya anlayışının sınırlarını gözler önüne sermiş oldu.

Bunun zamanı geliyordu zaten. İşaretler de nicedir belirmişti. Birikmiş enerji, bu zaman diliminde ve bu biçimde patladı. Patlayınca, bazı örtüler açılıp saçılıverdi; göz önünde olmayan bazı şeyler görünür oldu.

* Murat Belge (Taraf) 13 Temmuz 2013

'Devlet baba'nın evlât acısı

Bir evlâdın ölmesinden daha acı olan o ölümün hesabının sorulamaması olmalı. Ali'nin katilleri nerede ise işyerlerine kadar tarif edilirken, görüntüleri önümüzde dururken eli sopalı katiller devlet babanın arkasına saklanıyor. Saldırının görüntüleri siliniyor, soruşturmalar günlerdir savsaklanıyor. Güneydoğu'da yıllardır izlediğimiz o tanıdık senaryo, 'evlat acısı 'adlı o korkunç film bu sefer bire bir batıda sahneye konuluyor.

O zaman devlet babanın aklı tutulmuştu. Bu gençler neden pisi pisine ölüyor diye sorduğumuzda kulakları sağır olmuş, kalbi nasır bağlamış, katillerin yanında saf tutmuştu. Barış süreci denilen 'şey'deyiz ama 17 yaşında bir çocuğu sopalarla kafasına vurarak öldüren katillerden hesap soramıyoruz.

Milletin acısı devlet babayı yine teğet geçiyor.

Eli palalı adamları kollayıp kaçırıyor, göz göre göre işlenen cinayetlerde kamerayı başka tarafa çevirince acıların hissedilmeyeceğini umuyor ve 17 yaşında bir gencin bile katillerine kol kanat geriyor.

Ben eskiden böyle haberleri okuduğumda kaçarcasına gazetenin bir sonraki sayfasına geçerdim. Adaletsizliğe zaten milletçe alışmıştık. Acılara kişisel olarak şerbetlenmiştim.

Artık sayfayı çevirecek gücü bulamıyorum kendimde.

Ali'nin anası babası, onların dipdiri evlât acısı gözümde canlanıyor.

Çaresizlik bir öfke bulutunu getirip yüreğime demir attırıyor.

Hiç tanımadığım Ali'nin ölümü, ailelerinin acısı ama en fenası sonrasında göz göre göre yaşatılan bu adaletsizliğin karşısına geçip, başlıyorum ağlamaya…

* Cüneyt Özdemir (Radikal) 14 Temmuz 2013

Gezi Direnişi AKP hegemonyasını yıktı!

Tayyip Erdoğan esasen toplumdaki hegemonyayı kaybetmiştir ve bunu bütün dünya görüyor. Kastım şudur eskiden Tayyip Erdoğan yüzde 49 oy almıştı geri kalan yüzde 51 idi ama bu yüzde 51'in önemli bir bölümü, Ya böyle gitsin diyordu. Şimdi Böyle gitsin demiyor. Başbakanın kendi iktidarına, yüzde 49'a bile güvenmediği için sürekli biri korku içerisinde olduğunu biliyorum.

Kendisine güvenen bir hükümet Brezilya'daki gibi yapar. Brezilya'da kendilerine oy vermeyenlerle ya da kendilerine isyan edenlerle diyalog yolunu kurunca krizi yönetmeye başladılar.

Oysa başbakanın hafızasında hep bir askeri darbeyle gitme meselesi var. Silahlı Kuvvetler'le de başbakanın anlaşması benim anladığıma göre yüzeysel. Şu manada yüzeysel olarak Silahlı Kuvvetler Tayyip Erdoğan rejimiyle anlaşmış gözüküyor. Ama Silahlı Kuvvetler, meselâ emniyetin ya da yargının olduğu gibi doğrudan doğruya bir AKP kurumu değil. O nedenle büyük tereddütleri, büyük korkuları ve kâbusları var. Bu kâbuslarla yaşadıkça gerçek dünya onlara fantastik şekilde görünmeye başlıyor.

Sokaktaki genci bir dış gücün unsuru olarak görüyor. Demokratik kitle örgütlerini fesat yuvası olarak görmeye başlıyor ve tertip arıyor.

* Ertuğrul KürkçüSami Gökçe (Yurt) 12 Temmuz 2013

Polis Devleti

Aralarında liberallerin ve kimi eski-solcuların da bulunduğu bir kesim, devlet aygıtı içindeki güç dengelerini değiştirmekle, rejimin demokratikleşmesi arasında doğru yönde bir ilişki olduğunu sanıyor. Askeri kanadın, dolayısıyla askeri vesayetin etkisizleştirilmesini demokrasinin zaferi sayıyorlar… Sanki AKP'nin gerçekten demokratikleşme diye bir derdi varmış gibi… Demokrasi aşkına mı askeri etkisizleştirmek istediler, yoksa ranta daha kolay el koymak için mi? Elbette askeri etkisizleştirme bahsinde emperyalizmin [ABD'nin dahlini de hatırlamak kaydıyla…] AKP askeri 2 adım geri çekip, polisi 3 adım öne çıkarınca rejim demokratikleşmiş mi olacaktı? Oligarşik burjuva egemenliği yerli yerinde kaldıkça, devlet aygıtı içi güç dengelerini değiştirmek, o aygıtı yeni dönemin ihtiyaçlarıyla uyumlandırmak, devleti takviye etmek içindir. Dolayısıyla güçlendirilen demokrasi değil, oligarşinin iktidarıdır. Velhasıl demokratikleşmeyle bir ilişkisi olması gerekmiyor…

* Fikret Başkaya (Özgür Üniversite) 2013

İktidarın babasının bakkalı

Başlamışken, ben size biraz daha TBMM'nin hali pür melâlini anlatayım. Hürriyet İnternet Grubu analisti Reha Başoğul geçen hafta bir inceleme yaptı ve yazdı. Biz de radikal.com.tr'de yayımladık. Mevzu şöyle: Reha, 28 Mart 2012-18 Haziran 2013 arasında geçen 440 gün boyunca TBMM Genel Kurulu'nun hesabından atılan 3223 tweet'in dökümüne baktı. Bunların içinden Meclis'te yer alan tüm partilerin verdiği araştırma önergeleriyle ilgili olanları ayıkladı. Resmi Twitter adresine göre 440 günde toplam 216 önerge verilmiş. 50'si AKP, 103'ü CHP, 59'u MHP ve 54'ü BDP tarafından. Muhalefetin verdiği araştırma önergelerinin konuları şöyle değişiyor: Reyhanlı patlaması, Uludere katliamı, Gezi olaylarında polis şiddeti, basın özgürlüğü, Sivas katliamı, Maraş katliamı, HES'ler, 2B arazileri, nükleer santrallar, pamuk üreticilerinin ve çiftçilerin sorunları, engellilerin sorunları, LGBT hakları, Roman hakları. Evet, muhalefet partileri bu ve benzeri konuların araştırılması için komisyon kurulmasını önermişler. Sonuç ne olmuş, derseniz…

AK Parti'nin 50 önergesi de TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilmiş. Muhalefette rakam ne? CHP'nin 103 önergesinden 0'ı, MHP'nin 59 önergesinden 0'ı, BDP'nin 54 önergesinden 0'ı kabul görmüş. Bir-iki filân değil, sıfır ya sıfır.

* Ezgi Başaran (Radikal) 11 Temmuz 2013

Ankara'nın derdi Kahire'de demokrasi mi?

Seçilmiş (ve bu tanıma göre demokratik) 'İslamcı' yönetimlere yönelen 'uluslararası komplo', Tahrir'e yığdığı ve 30 Haziran'da zirvesine ulaşan kalabalıklar üzerinden Mısır'da 'askeri darbe'yle hedefine ulaştı. Aynı şeyi haziran başında Taksim-Gezi'de İstanbul'da denedi, ama Tayyip Erdoğan'ı yedirtmediler. İşte anlatılmak istenen şey, özetle bu!

Dahası, Türkiye, Tayyip Erdoğan önderliğinde şimdi Muhammed Mursi'yi kurtarmaya, geri getirmeye çalışıyor. Mısır'daki 'askeri darbe' karşısında –Hükümet Sözcüsü'nün sözleriyle- 'yalnız kalma pahasına ilkeli ve ahlâklı bir tutum 'alarak bunu yapmaya çalışıyor.

Bunun mantıklı sonucu ise şu olacak: Madem 'askeri darbeye karşıyız', öyleyse Mısır konusunda Tayyip Erdoğan'ın ve benimsenen Türk dış politikasının yanında saf tutmalıyız. İlke adına ve ahlâkî gerekçelerle…

Taksim-Gezi'ye ilişkin insafsızlık, Lice'de halkın kurşunlanması, Roboski'de hesabın kapatılması gibi konuları bir yana bırakacağız, Tayyip Erdoğan ve iktidarın yanında kenetleneceğiz. İstenen bu. Bunu yerine getirmeyenler, 'darbeci', 'ilkesiz' ve diğerleri her türlü yaftayı yemeye hazır olsunlar.

* Cengiz Çandar (Radikal) 10 Temmuz 2013

'Duran adam' ve 'pısırıklar'

Şimdi bu gençlerin şu soruyu kendilerine sorması gerekiyor: Acaba bu kadar bilgili, eğitimli ve önemli anne babaları niçin siyasette bu kadar aciz? Bunun nedeni söz konusu hasletleri rekabetsiz bir dünyada kazanmış olma ihtimalleri olabilir mi? Acaba daraltılmış bir kamusal alanın varlığı sayesinde, korunaklı yollardan geçerek mi bulundukları yere geldiler? Yani, şimdiye kadar hiç siyasete ihtiyaçları olmadan hayat onlara istediklerini verdi mi? Belki bu ebeveynler de aynen çocukları gibi 'yaratıcı', onlar kadar 'zekiydiler'… Ama muhtemelen birçoğu (ne kadar sürdüğü belli olmayan) bir ideolojik ahmaklık dönemi hariç, bu zekâlarını kendi kişisel hayatlarında kullanmakla yetindiler. Çünkü (yine muhtemelen) hayat zaten onların istediği gibiydi, kendi hayat tarzlarını rahatça yaşıyorlardı ve dışlanan diğer kesimin ise 'gelişmemiş' bir hayat tarzına sahip olduğundan fazlasıyla emindiler.

* Etyen Mahçupyan (Zaman) 9 Temmuz 2013

Geçici körlük ve küçülen bardak

Yanlış anlaşılmasın… Batı güçsüz bir Türkiye, bölünmüş bir Türkiye istemiyor. Türkiye'nin güçlü olmasını ama esas gücün parçası olarak, Batı'nın değerlerine ve küresel çıkarlarına uygun davranmasını istiyor. Eğer böyle davranmayacaksa AB içinde yer almasının gerçekten de Avrupa açısından bir anlamı yok. Merkel'in ısrarı bu noktayı herkese hatırlatıyor. Öte yandan AKP'nin getirdiği yeni yaklaşımın birçok hasleti var ve muhtemelen dünya barışına daha fazla hizmet ediyor. Nitekim bunu teslim eden insanları Batı'dan da duymak mümkün. Ama geçici körlük dönemleri bir 'düşünmeme' halidir. Hayatın akışına kapılırsınız ve bardağı taşırabilirsiniz. Çünkü siz bardağı çok daha büyük sanmakta, önünüzde çok geniş bir hareket alanı bulmakta ve onu kullanmaktasınız. Tepkinin gözükmemesini ise muhtemelen tepki olmamasına veya tepkinin güçsüzlüğüne yormaktasınız.

* Etyen Mahçupyan (Zaman) 9 Temmuz 2013

 

53
Derkenar'da     Google'da   ARA