Patronsuz Medya

Cahil olmak

Egemen düzenin toplumu cehaletten kurtarmasının amacı, ideoloji ve amaçlarına hizmet etmesi. Rejimin değerlerinin toplum nezdinde eğitim adına içselleştirilmesi. Örneğin Türkiye'de, 'Eğitim 'değil de, 'Milli Eğitim Bakanlığı' olması, devletin bu gizil amacının ifadesi.

Cehaletin giderilmesinden kastedilen, düzenin çıkarlarına hizmet edecek bilgi aktarımı. Modern toplumlarda okur yazarlık egemenlerin iyi niyeti, ezilenlerin Eğitim isteriz! eylemlerinden değil, sanayii devriminin okumuş iş gücüne gereksiniminden. Keza 20. yüzyılda yaygınlaşan kadınların eğitimi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında erkekler cephedeyken, kadın iş gücüne ihtiyaçtı, sonunda onlara eğitim kapılarını açan.

Günümüzde yaygın olarak kullanılan zekâ testleri, aynı gereksinimin sonucu. Zekâ tanımı ve ifadesinin içeriği, kültürden kültüre değişiyor. Testlerden birini Osmanlı Padişahları, Vatikan Papaları ya da Rönesans aydınlarına vermek mümkün olsaydı, hepsi 'geri zekâlı' çıkardı.

* Gündüz Vassaf (Radikal) 22 Temmuz 2012

Rusya da 'Esad'sız Suriye 'istiyor

Moskova da gitmekte olan Esad'ın yerine, hem kendi çıkarlarına uygun, hem Batı'nın kabul edebileceği, hem de iç dinamiklere cevap veren bir iktidar alternatifi yaratmaya çalışıyor. En azından Şam'la ilgili siyasî pazarlıklardan maksimum kazançla çıkmaya çalışıyor. Bu, Rusya açısından oldukça zor bir mücadele. Güçlü olduğu ve zaaflarının bulunduğu birçok alan var.

Ama yeni (eski) lideri Putin'in uluslararası alanda Avrasya Birliği amacını deklere ederek başa gelmesinden kısa süre sonra - Esad'ı değil, ama - Suriye'yi (ve giderek Ortadoğu'yu) kaybetmemek için elinden geleni yapmaya kararlı görünüyor.

* Hakan Aksay (T24) 20 Temmuz 2012

Özgürlük/tahakküm: Çamlıca camii

Çamlıca'ya dünyanın en büyük camisini yapmayı planlayanların da o caminin nasıl görüneceğini anlamak için sadece mimari özelliklere değil ama onu neyin üzerine kuracaklarına da bir dönüp bakmaları gerekiyor. O camiyi, manastırların, kiliselerin mallarına fütursuzca el konulan, Meclis'inde Alevîlere bir 'cem odası' çok görülen, Hıristiyanların kendi din adamlarını yetiştirmelerine izin verilmeyen bir Türkiye'nin üzerine mi kuracaksınız?

O cami, tek ahlâkın, tek dinin dayatıldığı bir toplumun tepesine mi kondurulacak? Eğer öyleyse bütün dünyanın hoşgörüsüzlüğün simgesi olarak göreceği bir cami inşa ediyorsunuz demektir. Yok eğer o camiyi herkesin birinci sınıf vatandaş kabul edildiği, gayrımüslimin, Alevînin rahatça ibadet yerlerini açtığı, hiç kimsenin yaşam biçiminden dolayı kendini baskı altında hissetmediği bir Türkiye'nin üzerine inşa edecekseniz, 'Çamlıca camii'nin bir özgürlük ve barış sembolüne dönüşeceği, gören herkesin içini sıcak duygularla dolduracağı kesindir.

* Orhan Kemal Cengiz (Radikal) 20 Temmuz 2012

AKP'nin yeni cumhuriyeti

AKP hiç bir seçimde topluma demokratların anladığı anlamda bir demokrasi sözü vermedi. Millet kavramının meşruiyetine sığınarak çoğunlukçu bir demokrasi anlayışını taşıdı, ama bunu Osmanlı geçmişinden beslenen bir paylaşımcılık ve mağdurları sahiplenme tutumu ile destekledi. Öte yandan bunca yıl iktisadi imkânlardan yararlanmamış olan geniş bir kesimin beklentisi doğrultusunda, sosyal duyarlılık açısından zayıf, sağcı bir kalkınmacılığı hızla üstlendi ve bunun nemasını da cemaatçi kodlar dahlinde bölüştürdü. Kısacası 'demokrasi' AKP'nin Türkiye tasavvurunun zorunlu bir ön koşuluydu, çünkü rejimin antidemokratik niteliği İslâmi kesimi dışlamaktaydı. Aksi halde sistem ne bu kesimin çoğunluğunu, ne de AKP kadrolarını fazla rahatsız etmiyor olabilirdi…

Demokrasi ihtiyaç duyulan bir zemin olduğu ölçüde, AKP de demokratik reformların peşine düştü. Ancak belirli bir reform stratejisi sonucunda varılmak istenen bir 'demokrasi ideali' hiç bir zaman var olmadı. Ne var ki bu yadırganacak bir durum değil… Gerçekçi olacaksak beklenebilecek olan tam da buydu. Çünkü demokrasi konusunda İslâmi kesimde temellendirilmiş bir tahayyülün oluşması, ancak bu aşamadan sonra zihniyet olarak demokratlığa meyleden yeni nesillerin talepleriyle ortaya çıkabilir. Öte yandan AKP mukayesesiz olarak kendisini yenilemeye en açık tutan ve değişimi doğallaştırabilen parti olmayı da sürdürüyor. Dolayısıyla demokrasi tasavvurunun gelişmesi yeni bir partiyi değil, çok muhtemelen yine AKP'yi işaret etmekte.

* Etyen Mahçupyan (Zaman) 24 Haziran 2012

Türkiye mutlaka birisine mi kalmalı?

Post-Kemalist Türkiye'nin toplumsal mühendislik uygulamalarıyla inşa edilmesi, otoriterliğin başka adlar altında sürdürülmesi dışında sonuç vermez. İhtiyaç duyulan ise bu değil, ciddî bir paradigma değişikliğidir. Bunun yapılabilmesi için insanı birey değil proje ham maddesi olarak gören yirminci asır başı totaliter/otoriter toplum mühendisliğinin cazibesinden kurtulmak, onun siyaset ya da geleceğe hazırlanmak olmadığını kavramak gerekmektedir. Uzun yıllar toplum mühendisliği programı altında yaşamış, onu siyaset olarak kavramsallaştırmış bir toplumda bunun kolay olmayacağı açıktır. Bunu yapabildiğimizde ise sorunun Türkiye'nin kime kalacağı değil, insanı ham madde olarak kullanmayacak kapsayıcı toplumsal projeler, vizyonlar ve ütopyalar yaratmak olduğunu görmemiz mümkün olacaktır.
Her şeyden önemli olarak Türkiye birilerine kaldığında, bu birileri kim olursa olsun, insanların birey değil, Stalin'in ünlü ifadesinde dile getirdiği gibi, istatistik haline gelecekleri unutulmamalıdır.

* Şükrü Hanioğlu (Sabah) 22 Nisan 2012

Neden 14 Temmuz? Neden HAS Parti? Neden Leyla Zana?

Sürecin tamamına baktığımızda ise görünen manzara şu: AKP, otoriter yönetimlerin tıkanma/duraklama dönemlerine özgü, karadelikleşme yoluna gitmeye hevesli görünüyor. Bu, bir iktidar için işlerin yolunda gitmediğinin göstergelerinden biridir esasen. Belki bu politikalarla kısa vadeli başarılar sağlanabilir ama orta vadede yutulmak istenen hareketlerde yeni bir direnç gelişir ve zamanla bu direnç, yeni ve güçlü muhalefet alanları, imkânları yaratır. (Yeni dönemde BDP'nin meşruiyetinin önceki yıllarla kıyaslanmayacak biçimde genişlediğini akılda tutalım) Ve aynı zamanda iktidar-muhalefet gerilimini yeni bir eksene taşıyarak aslında oyunu, iktidarın istemediği bir sahaya taşır. Oyun bugüne kadar iktidarın istediği ve güçlü olduğu vesayet sistemiyle mücadele alanında oynanıyordu. Şimdi yeni ve AKP'nin güçlü olmadığı bir alanda oynanma ihtimali var. Yani siyaset, yeni bir denkleme gebe.

* Yetvart Danzikyan (Radikal) 16 Temmuz 2012

AKP: Şekil-1'e dönüş

Şam ve Beyrut'ta en büyük meydanların adı Meydan-ı Şühedadır. Bunun bizim İttihatçıların idam sehpalarından kaynaklandığını hiç düşünmeden Bölgesel Güç olma iddiasında bulunduk.

O da yetmedi, Küresel Güç dedik. Şimdi Suriye olayını içte tribünlere oynamak için, dışta da 'Bize bu bölgede bulaşılmaz!' kabadayılığı için kullanmaya başladık. Diğer yandan, internette alay başladı: Kadınların Bacak Arasına Karışma Bakanlığı kuruldu. Yazıktır. Bu mu olmalıydı, reformcu AKP'nin sonu? Her yanında mum yanan Bölgesel Güç olur mu?

Başbakan Türkiye'nin gazabı şiddetli ve kahredicidir dediği anda (Milliyet, 27. 06. 2012) elveda Bölgesel Güç rüyası, çünkü tüm Araplar haklı olarak bunu Küçük Amerika anlayacaktır.

Sizi unutmadım İttihatçılar. Siz zinhar ağzınızı açmaya tevessül etmeyin, sadece sessizce utanın, tamam mı? Çünkü bu tablo, sizin Türkiye'yi alternatifsiz bırakmanızın resmidir. Nalına da mıhına da nasıl ve ne zaman vurulur, ak ve kara'dan başka renk bilmeyenlerden öğrenecek değiliz.

* Baskın Oran (Radikal) 1 Temmuz 2012

İdris Hoca'yı kahrından öldürdük, Büşra hapiste

Siyaset, 'uzun tutukluluk süreleri'ne itirazını sürdürüyor, yargının 'devlet içinde devlet' olması tehlikesine dikkat çekiyor. Tutuklu milletvekillerinin görevlerine dönebilmeleri için kanun değişiklikleri yapılıyor. Denklemin 'düğüm noktası'nı ise yargıçların (uzun yılların tercihleri içinde oluşmuş) zihniyet dünyası oluşturuyor… Yargıçların çok büyük bir bölümünün, 'devlet-özgürlük-birey denklemi'nde, 'otoriter devlet'i yeğleyen bir tavrı sürdürdüğünü görüyoruz.

Tabii siyasetin de çifte standartlı ve ikircikli bir tavrı var. Bu tavır, değişimin önünde hâlâ ciddi bir engel oluşturuyor. Sonuç olarak, varoluşumuzun donuk, trajik ve sıkıcı fotografını şöyle çekebiliyoruz: Büşra hapiste, İdris Hoca'yı ise kahrından öldürdük…

* Oral Çalışlar (Radikal) 10 Temmuz 2012

Kuzey Kutbu'nu kurtar!

Ne yazık ki bu bölge, küresel iklim değişikliğinden en fazla etkilenen bölge. Diğer yerlere oranla iki kat daha fazla ısınmaya maruz kalıyor. Bölge, aynı zamanda petrol şirketleri için de ön saflarda yer alıyor. Aynı şirketler, kirli yakıtlarıyla buzulların erimeye başlamasına da neden olmuşlardı. Kuzey Kutbu'ndaki yeni petrol hücumunu durdurabilirsek, enerji kaynaklarımızda köklü bir değişim için gereken şartları yaratabilir, temiz enerji devrimini hızlandırabilir ve çocuklarımıza temiz bir gelecek bırakabiliriz.

Dünyanın en güçlü ülkeleri ve şirketleriyle karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz.

Ama birlikte hareket edersek, hiç bir ülkenin askeri gücünün veya hiç bir şirketin bütçesinin elde edemeyeceği bir güce sahip oluruz. Hepimiz, bu gezegeni çocuklarımıza miras bırakmak istiyoruz. Böylesine önemli bir ortak amacımız varken hiç bir sınır bizi ayıramaz. Birlikte olursak en büyük güç biz oluruz.

* Greenpeace

'Bezdiri'ye karşı omuz omuza

Mobbing ya da işyerinde psikolojik taciz için Türk Dil Kurumu'nun önerisi 'bezdiri'. Günlük dile oturacak mı, göreceğiz. İnsan denen canlıya, kapitalizm denen sisteme dair çok şey anlatan bir süreç aslında mobbing. Dikey işleyişini tarif etmek daha kolay; yöneticinin bir çalışanını işten atmak yerine, istifa etmesini sağlamak için şirket maliyesinden ego cimnastiğine uzanan türlü sebebi olabilir. Size becerinizin altında ya da fiziksel gücünüzün çok üzerinde vazifeler verilir, şartsız memnuniyetsizlik ve aşağılama vardır, hak eksilterek cezalandırılmak istenirsiniz.

Bir de yatay mobbing var. Kriter sayılabilecek mevki, maaş, tecrübe açısından eşit konumdaki mesai arkadaşlarından birinin diğerini bezdirme gayreti bu. Kimi zaman kariyerizm, mevki sahibi olma hırsı, çevrede rakip görülen kişiyi sinsi usullerle oradan 'sürme 'arzusu doğurabiliyor.
Ama illa böyle bir hesap kitap da şart değil. Başlatan bir kişiyken uygulamada destekçi birden artabiliyor.

Hakkınızda çıkarılan dedikodunun yaygınlaşması için de, dışlanmanın, yalnızlaştırmanın hayata geçebilmesi için de insana ihtiyaç var çünkü. Ve birileri bunu bazen yöneticisine hoşgörünmek için tercih ediyor, bazen sadece kötücüllüğünden. Bir tür linç psikolojisi. Zayıf olanı biz de ezelîm. O yüzden biraz organize bir suç gibi geliyor bana.

* Pınar Öğünç (Radikal) 2 Temmuz 2012

'Her yanınız ABD ile kuşatıldığında daha mı güvende olacaksınız?'

Yazıyı bitirme aşamasında bir Rus dostumla sohbet ettim. Kendisi önce bana Türkiye'nin Suriye politikası ile nereye gelmek istediğini, ne kadar kararlı olduğunu, Rusya'yı ne kadar anladığını sordu. Sonra şunları söyledi:

Sovyetler'i savunduğumu sanma, ama SSCB varken ve kendi çıkarlarıyla, iyi ya da kötü niyetle her yerde ABD'nin karşısına dikilirken, bu durum sizin gibi ülkelere büyük şans tanıyordu. Türkiye her ne kadar Batı ittifakı içinde yer alsa da, komşu SSCB'nin varlığını ustaca kullanarak Batı'yı dengelemesini ve kendini birçok maceradan korumasını başarabiliyordu.

Şimdi ABD'ye ve NATO'ya karşı gelmeniz zorlaştı. Gerçi bir ara Irak müdahalesine karşı çıkabildiniz ve Rus-Gürcü savaşında ölçülü bir tutum takınabildiniz; ama sizi çok iyi tanıyan Batılı müttefiklerinizin 'Sen de büyük devletsin, yürü aslanım, arkandayız!' türü kışkırtmalarını her zaman göğüsleyemiyorsunuz.

Sonuçta ne olacağını bekliyorsunuz ki! Suriye'yle savaşıp onu yenseniz bile, zaferin meyvelerini size bırakırlar mı? Üstelik 'kullanılmaya açık' onca hassas iç meseleniz varken…

Washington'un ve NATO'nun sizi de bizi de kuşatmaya çalıştığını görmüyor musunuz? Bakın komşularınıza! Irak malûm! Şimdi diyelim ki, Suriye! Yarın İran! Yukarıda Gürcistan zaten çoktan 'çantada keklik'! Öbür tarafta Bulgaristan 'teşne'…

Her yanınız ABD ile kuşatıldığında daha mı güvende olacağınızı düşünüyorsunuz?

Ya bir gün size de 'demokrasi ihraç etmek 'isterlerse?

* Hakan Aksay (T24) 29 Haziran 2012

 

63
Derkenar'da     Google'da   ARA