Bu sektör, iktidarla büyük sermayenin önemli bir ilişki alanıdır. Geçmişte medyayı yönetmek iyi ya da kötü manada medya patronlarının işiydi. Koalisyon dönemlerindeki dengeler, iktidarların medya üzerinde sınırsız hakimiyet kurmasına imkân tanımıyordu. Bu görece bir bağımsızlık alanı yaratmıştı. Şimdi ise iktidar televizyonlarda kimlerin program yapacağını, gazetelerde kimlerin köşe yazacağını, hatta haber merkezlerinin nasıl dizayn edileceğine kadar müdahale eder oldu. Bu, medyanın yönetiminin tümden iktidarın eline kalması demektir ki, iktidarın toplum adına denetlenmesinin tümüyle yok olması anlamına gelir.
Yine tepemizde 'halkın iradesi' sarkacı gidip geliyor bir ileri bir geri. Halk bunu istiyor; bir intikam tonlamasıyla bu hatırlatılacak değil mi? Kendini halk sananlardan bir lokma ayrı düşünen halk düşmanı, elitist, darbeci, komplocu…
Benim bedenim, benim kararım
diyen kadınlar, onlara destek veren erkekler halktan değil. Ellerinden alınan grev hakları için mücadele ederken işlerinden olan THY çalışanları halktan sayılmamalı. Hem bir dünya markasını zor durumda bırakmak gibi bir cürüm de işlemişler. Mesuliyetlerini yerine getirmeyerek güvencesiz çalışma ortamı hazırlayan işveren halk ama orada bir canını veren işçiler halk değil.
Ne dönüştürülerek fethedilen şehirlerde evlerinden edilenler ne de cezaevlerinde, olmayan örgütler, köşe başında bulabileceğiniz kitaplar delil gösterilerek örgüt üyeliğinden yargılanan öğrenciler halk. Solcular, devrimciler, anarşistler, hatta dikkat, aralarında vegan olan bile var.
34 gencecik insanın tepesine bomba yağdırılmış; onlar da halk değil. Zaten bir de kaçakçıydılar. Tekini geri getirmeyecek ama en azından bir özür bekleyenler de bu kadar uzattıkları için halk değil. Şuur ve vicdan yoksunu Her kürtaj bir Uludere'dir
teşbihini kendileri hak ediyorlar. Hangi Kürtler halktan sayılıyordu bu arada?
Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık
diyorsunuz.
Allah aşkına, söyler misiniz hangi hatayı açıkladınız!
Allah aşkına, açıklar mısınız? Özrü de açıkladık
derken, ne demek istiyorsunuz…
Özür diliyorsanız, Kasımpaşalı gibi ortaya çıkın ve deyin ki:
Evet, bir hata yaptık. Hem de öyle bir hata yaptık ki, bu hatamız bizi mezarımızda bile rahat bırakmayacak!
Özür dilerim, ama yetmez. Vicdanlarınızda açtığımız yarayı bir kuru özür dindirmez.
Önce sizlerden hakkınızı helâl etmenizi sonra Allah'tan bizi affetmesini dileriz.
Diyemiyorsunuz, çünkü ilk günden itibaren yanlış yerde durdunuz.
Roboski görüntülerini izleyen Uludere Komisyonu milletvekilleri, Terörist olmadıkları her hallerinden belli
diyorlar.
Milletvekilinin gördüğünü, alanında uzman askerler (veya her kimlerse) nasıl görmez?
Diyorsunuz ki, Silahlı Kuvvetlerimiz bu Ahmet mi Mehmet mi bilmez ki.
Öyle bir silâhlı kuvvetleriniz var işte… Uzaktan baktığında 'katırı insan, teröristi çoban, kaçakçıyı terörist' zanneden silâhlı kuvvetleriniz.
İdris Naim Şahin adını taşıyan bir İçişleri Bakanınız var ki, mümkün olsa mezarlardaki parçalanmış çocukların cesetlerini çıkartıp kodese yollayacak.
İlk gün doğru yerde
durmamanın sonuçları bunlar.
Aynı gün İçişleri ile ilgili komuta kademesindekilerin kellelerini alsaydınız, Evet, bir hata var. O hatayı yapanlar bunun bedelini en ağır şekliyle ödeyecek
deseydiniz, -mış gibi yapıyor, -mış gibi söylüyor, -mış gibi davranıyor zorunda kalmazdınız.
Pakistan'da konuşana kadar hâlâ bir şeyleri düzeltme şansı vardı.
O şans var mı emin değilim artık.
Sizler konuştukça vicdanlarımız kanıyor.
Altmışlarda sosyalizm görününce, o zamanki adıyla Milliyetçi- Mukaddesatçı
cephe harekete geçti: İlim Yayma Cemiyeti ve Komünizmle Mücadele Derneği. TİP'in toplantıları basılır, taşlanır, sopalı adamlar saldırır. Derken MHP örgütlenmesini bu tarafa kaydırdı. Önceleri Komandolar
denirdi, bir zaman sonra Ülkücü
oldular. İlim Yayma Cemiyeti'nden çok daha etkili bir silâhlı güç oluştu. Adalet Partisi, hükümetlerinden sessiz bir destek alıyorlardı. Ayrıca, tam bir kim vurdu
durumu… Polis mi, MİT mi, Ülkücü mü, vuranın kim olduğu belli değil, ama vurulanın kim olduğu belliydi.
Böylece, solda herkes Ben de silâhlanmalıyım
diye düşünmeye başladı. Başladık. Başlamamak mümkün değildi. Önceleri Tanklarıyla toplarıyla gelseler dahi
diye şarkı söyleniyordu. Onlar silâhlı, biz silâhsızdık. Bir zaman sonra Zaten namlunun ucundadır
aşamasına gelinmişti.
Sol silâhlanmayı kabul edip birkaç da eylem yapınca, Ülkücü kesimin silâhlı komünizme karşı vatanperverane bir savunmada bulunduğu havasını yaratmak kolaylaştı. Medyamızın nelere kadir olduğu gün geçtikçe daha iyi görünüyor.
Misafiri için tadilat geçiren mini cezaevine 100 metre kala birer birer iniyorlar. Metin Göktepe'nin ablası Meryem ve Başına Ağar kadar taş düşsün
diye bağıracak Fadime Göktepe, 13 yaşında işkencede ölen Seyhan Doğan'ın abisi Kadri Doğan, öldürüldükten sonra yakılan Ahmet Kaya'nın kızı Emine Kaya… Halil Alpsoy'un 20 yaşında 6 çocukla dul kalmış eşi Fikriye Alpsoy… Kaybolduktan 58 gün sonra işkence görmüş bedeni Beykoz ormanlarından çıkan Hasan Ocak'ın abisi Ali ve kardeşi Maside Ocak… Böyle iniyorlar sırayla. Eşi Kasım Alpsoy kaybedilirken 1 yaşını doldurmamış bebeğine silâh doğrultulan Erdoğan Alpsoy… 81'de altıncı kattan atlayarak intihar ettiği ve vücudundaki yanıklar için de güneş yanığı denen Süleyman Cihan'ın abisi Ahmet Cihan ki 12 Eylül Davası'na müdahilliği dışında aldıkları yeni Adli Tıp raporuyla ilkinde imzası bulunan Mehmet Ağar hakkında yeni bir suç duyurusunda bulunacak kendisi. Hüseyin Toraman'ın mezarı için haykıran annesi Hatice Toraman…
Ve başka türlü ağzı yananlar; Gazi Katliamı'nda kızı Zeynep Poyraz'ı kaybeden Cemal Poyraz, bedenlerini yatırdıkları ölüm oruçlarının izleriyle Yenipazar'a gelenler, bir siyasî mesele olarak inatla takip eden gençler… Adlarını sığdıramadıklarım ne olur alınmasın. Biz hepimiz inip yaklaşabildiğimiz kadar yaklaştık cezaevine.
Orada bütün bu insanların toplanması, aynı anda 'Katil devlet hesap verecek', 'Kaybedenler kaybedecek', 'Ağar'ın kâbusu olacağız' diye bağırması, adalet demesi, ses eleri içeriden duyulacak biçimde hesap sorması mühimdir.
işte bu paltoyu ben ilk oramarlı muhsin'in orada anlattığı bir öyküden öğrendim. yıllar yıllar önce dedesinin sırf sırtındaki paltosu güzel diye, o paltoyu almak için, öldürdüğü nasturiyi anlatıyordu. şimdi her tarafta bu nasturinin öyküsü anlatılıyor. nasturi ermeni oluyor sadece. herkesler o ermeniyi anlatıyor ve üzüntülerini. özellikle sağ olsun kürtler anlatıyor. malûm aynı inkârın şimdi kendi kapılarını çalması meselesi var anlayabiliyorum nedenini. meselâ osman baydemir anlatıyor. alıyor eline sazı ve amed'de zamanında ermenilerle ne kadar mutlu mesut yaşadıklarını anlatıyor. sesine hafif bir hüzün damlatıp akıbetlerini anlatıyor, kınıyor yapılanları.
ama dikkat ediyorum anlatanların çoğu paltoyu unutuyor. oramarlı muhsin'in dedesi veya benim dedem ahmetoğlu mehmet o nasturiyi/ermeniyi sanki öylesine bir delilik sırasında öldürmüş gibi anlatılıyor. palto kayboluyor ve sanki biz üç yaşındaki çocukları kafalarını kemah kayalarına vura vura zevk için öldürmüşüz, 12 yaşındaki kız çocukları tecavüze uğramamak için elele tutuşup kendilerini murat nehrine bir çılgınlık esnasında atmış gibi oluyor. oysa bizim dedelerimiz deli değildi. ekmeğinde sıradan insanlardı. kendilerinde olmayanı almak için devletin verdiği fırsatı kullandılar.
palto mühim. çünkü palto bölümünü atlayınca, o meşhur gâvur mahallesinin, adana'daki çırçır fabrikasının şimdiki sahiplerini pas geçiyorsun sessizce. öyle olunca etinden sütünden faydalandığın insanların bir de lirizminden faydalanıyorsun. hayır bizim dedelerimiz kimseyi öldürmedi diyen inkârcılardan tek farkın dedelerine ceza kanunundaki geçici delilik maddesinden af çıkarmak oluyor. çünkü o paltoyu söylemeyince o paltonun bedelini ödemekten yırtıyorsun ve iki lirizmle duyarlı bir insan oluyorsun. o yüzden nasturinin sırtındaki palto mühim, 'music box'ta onun resmi var. yüzleşmeden asla yüzleşmiş olamayacaksın atalarının gerçekliğiyle.
Süleyman Demirel'in, Uganda'da, Zambiya'da darbe olsa MİT bize haber verirdi ama bize yapılacak darbeyi haber vermediler
şeklindeki ifadesini hatırlatan Orakoğlu, Emniyet İstihbarat Dairesi olarak görevimiz olmamasına rağmen, biz 90'lı yıllarda 28 Şubat süreciyle BÇG adıyla bir yapı oluşturulduğunu ve darbe planladığını ortaya çıkardı. Darbenin belgesini bizzat ben, Demirel'e gönderdim. Tamamı 5 belge, ıslak imzalı BÇG'nin belgesiydi…
O zaman cumhurbaşkanı olarak gereğini yapması ve darbeyi engellemesi gerekirken, benim gönderdiğim belgeyi, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'ya yolladı, o da Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya'ya gönderdi. Bu olay, bize yönelik operasyona döndü ve ben askeri mahkemede askeri belge sızdırmak
tan yargılandım, vatan haini ilân edildim. Ben onlardan daha çok bu ülkeye hizmet ettim diye konuştu.
Tırmanışını devam ettirmesi halinde Everest'in zirvesine ulaşan en genç İsrailli dağcı ünvanını elde edecekken planlarını değiştirdi. Türk dağcıyı omuzlarının üzerine alan Yehuda, rehberle birlikte Aydın Irmak'ı kampa götürmeye karar verdi.
Eksi 40 derece sıcaklık, saatte 200 kilometre hızla esen rüzgâr, oksijen maskesinin kırılması gibi talihsizlikler ve zorlu şartlarla birlikte ekibin aşağı inmesi tam 8 saat sürdü. 2 dağcının da yüzünde yanıklar oluştu.
Eldivenlerini çıkarmak zorunda kalan Yehuda'nın elleri donma belirtileri göstermeye başladı. Her şeye rağmen Kamp 4'e ulaşmayı başaran 3 kişi, helikopterle Nepal'in başkenti Katmandu'daki bir hastaneye getirildi.
Nadav Ben Yehuda ile Aydın Irmak'ın durumlarının iyi olduğu belirtildi.
İsrail basınına konuşan Yehuda, Aydın benden bir gün önce yola çıkmıştı. Onu yolumun üzerinde buldum. Zirveye çıkmak yerine hayatını kurtarmaya karar verdim. Bu fikir işe yaradı. Aydın'la birlikte akşam yemeği yemiştik
dedi.
Yaklaşık 11 saatlik bir tırmanışın ardından zirveye ulaştıklarını ve geri dönüş yolundayken bilincini kaybettiğini belirten Aydın Irmak ise, Neredeyse ölmek üzereydim. Nadav'ın sesiyle uyandım. Ona gitmesini söyledim, birisini taşımak çok zordur. Ama o beni bırakmadı. Benim hayatımı kurtardı
diye konuştu.
Hiyerarşi heterarşiyi dışlar; ama heterarşi hiyerarşiyi dışlamaz. Hiyerarşi mutlak kötü değildir. Heterarşik sistemlerde bir tür hiyerarşi de olabilir. Bunun düzeyini ve içeriğini koşullar belirler. Heterarşik bir sistemde stratejiyi makûl düzeyde bir görüş alarak yönlendirici otorite belirler. İnisiyatiflerin planlanmasında, yapılandırılmasında ve yürütülmesinde, organizasyon önemli ölçüde heterarşik çalışır. Bu çalışmanın kısmî olması ve bir tür performans yönetimi egzersiziyle izlenmesi, sistemi heterarşik olmaktan çıkarmaz. Bu egzersiz nedeniyle heterarşik sistemlerde organizasyonların değişen koşullara uyumu daha hızlıdır.
Yayla'ya göre bir ülkenin zenginliği, nasıl dağılmış olursa olsun, o ülkenin zenginliğidir ve zenginler daha fazla tüketseler bile nihayette o zenginliği yatırıma dönüştüreceklerdir. Ama işin temeli de zaten bu: Bu zenginler acaba neye yatırım yapıyorlar? Hangi teknolojiyi destekliyorlar? Bu kararlarıyla elde ettikleri siyasî gücü nasıl kullanıyorlar? Söz konusu kararlar tüm toplumu etkilediğine göre, niçin sadece zenginler tarafından alınıyor? Bu sistemin meşruiyeti nereden geliyor? Bu tür sorular liberalizmin aslında var olan güç dengesini meşrulaştıran bir ideoloji olduğunu, dolayısıyla haksızlık ve eşitsizliklerin, yani antidemokratik sistemin sorumluluğunu taşıdığını ima ediyor.
Liberaller var olduğu sürece liberalizmin de yaşayacağından emin olabiliriz. Çünkü o da aynen sosyalizm gibi, gerçekliğe muhtaç olmayan bir ideoloji… Gerçeklik ise kendi mecrasında akıyor ve onu kavrayacak yeni ideolojileri tomurcuklandırıyor.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.