Cinayet sürecinde İstanbul'da ihmali, kusuru veya kasdı bulunduğu ya da yetkili makamda olmak
faslından sorumluluğu olduğu düşünülmesine rağmen soruşturulmasına izin verilmeyenler arasında terfi etmeyen kaldı mı, bilmiyorum.
Hrant Dink, son yazısında bile aksini düşünüyordu, ama bu ülkede güvercinleri hep vurdular.
Ne dersiniz; başkanlık sistemi
korur mu güvercinleri!
Güvercinleri vuranları, kanlı bir karanlığı bir kariyer patikası gibi gözümüze sokanları, bu düzeni kuranları değil…
Güvercinleri korur mu?
Mesele liberalizmin de, aynen sosyalizm gibi, 'reel' halinin belirleyici olması ve bu ideolojinin takipçilerinin söz konusu 'realite 'ile yüzleşmemeleridir. Liberalizm adına yapılan her yanlış, teorinin iyi anlaşılmaması veya yanlış uygulanması olarak sunularak, 'hakiki'liberalizmin korunmasına çalışılmış, böylece liberalizm gerçeklikten kopuk, sadece idealize edilebilecek bir tasavvur olarak yeniden üretilerek aydınların hizmetine sunulmuştur. Bugün liberalizmi gerçekliğe tekabül eden bir yaklaşım olarak, sadece liberallerin kendi dar cemaatsel dünyalarında görmekteyiz. Ama siyasetin dünyasına döndüğümüzde, karşımızda sadece liberalizmi bir meşruiyet aracı olarak kullanan hakiki güç sahiplerinin kavgasını buluyoruz.
Sorun modernliğin tükendiği ve zihniyet zemininin güç kaybettiği bir süreçte, hâlâ modernlikten beslenen bir ideolojiyi ayakta tutma çabasının nafile olduğunun anlaşılamamasıdır. Demokrat zihniyet gerçekliğin algısını radikal bir biçimde değiştirirken, liberallerin kendilerine 'liberal-demokrat' diyerek ideolojilerine bir payanda aramaları sadece kendilerini aldatmaya hizmet ediyor. Çünkü bu iki yaklaşımın bilgi temeli tümüyle farklı ve Yayla gibi namuslu liberallerin farkında olduğu üzere 'reel'liberallerin demokratlıkla pek ilgisi yok… Onların savrulacağı yer yine modernliğin içindeki öteki kutup, yani otoriterlik. Modernlik kendi içine doğru kapanırken, zihniyet ekseninde liberallerle sosyalistler arasındaki mesafenin böylesine kısalması hiç de şaşırtıcı gözükmüyor.
Bilmenizi isterim ki, bu tür müdanasız, aymaz diyalogları Kürtlerin, öğrencilerin, sendikaların sokağa döküldüğü neredeyse her eylemden sonra polis tarafında duyuyoruz. Ya aynen böyle Facebook'tan, ya telsizden, ya hoparlörden ya da doğrudan… Örnekse…
TOMA aracı tarafından ezilmekten kurtulan BDP'li: Ben milletvekiliyim, halkın vekiliyim…
Polis: Milletvekiliysen, milletvekilisin. Ben de devletim.
Fenerbahçelilerin öfkesini anlıyorum. Biz takımımızı efendi gibi alkışlarken polis üstümüze biber gazı sıktı, stadı kışkırttı
sözlerinde haklılık payı olduğuna da eminim.
Fakat, Bu Cemaat'in işi, bu Cemaat'in polisi
sözlerini söylemek için de Türkiye'ye yeni intikal etmiş olmak gerekiyor.
Cemaat'in değil, devletin polisi bu. Tanışın, sözü olan herkese Merhaba biz polisiz, dost most değiliz
demekteler. Sahibi kim olursa olsun, davranış silsilesi ve vatandaşa bakışı aynıdır.
Son 30 yılda devletin polisi nedeniyle insanlar hastalandı, dövüldü, kayıplara karıştı, öldü.
Yasak aşkın meyvesiymişim ben. Doğru, tanrının her canlıya verdiği aşkın meyvesi. Yalan aşkın meyvesi değilim ama. Devlete, onun putlarına, paralara, yalanlara, mermiye, mayına, bombaya, jetlere aşkım yok. Biraz ot, biraz saman ve biraz su yeter bana. İnsanları kırmak, insanları insanlara kırdırmak, başka hayvanları yok etmek için kimseden para almıyorum. Soyumuzu ne başka hayvanlardan ne de eline kalem verilen hayvanlardan üstün sayıyorum. Yaşamak sizinkiyse benim ölümüm iyidir. Sizin adınız doğruluksa benim adım küfür kalsın.
Ben ilk ve son defa konuştum. Ölümün verdiği ruhsatla. Yanımdaki çocuklarsa her gün konuşacak. Okulları olmasa da konuşacak. Dağ dilinde, su dilinde, taş dilinde, toprak dilinde, çiçek dilinde, kurt, kuş dilinde her gün, konuşacak, konuşulacak…
O gün helikopterler doğrudan o köylüleri hedef almamış belki. Alsa zaten insan bacağı koşarak ne kadar uzaklaşabilir devasa bir helikopterin menzilinden, çoktan ölmüşlerdi. Ama işte kendi ülkelerinde, kendi köylerinde böyle yaşarmış bazıları. Kendi topraklarında bu haleti ruhiye içinde gezerlermiş. Ölmedikleri için pusulanın batı diyarlarında dal kıpırdamamış. Ki ölseler bile bunun duyulması garanti değil miş zaten. Meselâ bu korkuyla yaşamanın, bu endişenin normalleşmesinin uzaklarda hiç bir kıymeti yok muş.
Gökten üç elma düşmüş desem, irkilirler. Zira o diyarlarda gökten hayırlı bir şey düştüğünü gören olmamış.
Mutlu ve huzurlu insan, içinde yaşadığı koşulları değiştirmeye çalışmaz; bir başka deyişle, Mutlu devrimci yoktur
. Bu nedenle devrim ve değişim, tuzu kuru
insanların, hamdolsun geçinip gidiyoruz işte
diyenlerin işi değildir. Küresel finans-kapitalin karaya oturması, dünyadaki tuzu kuru insanların sayısını hatırı sayılır oranda azaltırken, açlık sınırında yaşamaya artık isyan edenlerin tepkilerini de keskinleştiriyor. Üstelik, artık yalnızca yoksul 3. Dünya ülkelerinde değil, sistemin kalelerinde de yaşanıyor bu.
Bir bakıma, nesnel ve öznel koşullar yavaş yavaş ısınmakta
gibi görünüyor bir süredir. Ama hâlâ değişim ve dönüşüm için eksik olan bir şey var: Ciddi bir alternatifi biçimlendirecek, sağlam bir örgütlenme. Bu gerçekleşmediği sürece, sistemin artık önü alınamayan tökezlemeleri yalnızca kaosa yol açacak gibi görünüyor. Elbette, kaostan da korkmamak gerek; her değişimin başlangıcı kaostur çünkü.
Doğrusu 1 Mayıs 77'de olanlardan sol da sorumludur
iddiası en azından benim kuşağım için anlamlı bir iddia bile değildir. O günleri yaşamış solcuların geriye dönüp baktıklarında ne de iyi yapmışız diye düşündüklerini sanmak eğer kötü niyet değilse her halde büyük bir safdillik olur. Daha net söyleyeyim bugün sol içinde 68'li ve 78'li kuşakların hâlâ şiddet
ten medet uman bir düşünce içinde olduklarını söylemek onlara yapılmış büyük bir haksızlıktır.
Ama eğer 1 Mayıs 1977'de asıl sorumlu sol'dur
demek istiyorsanız o zaman bunca zaman kamuoyunda paylaşılmış olan, işin içinde derin devletin
olduğu düşüncesini değiştirecek kadar çarpıcı bir şeyler ortaya koymanız gerekir. Yok eğer kimilerimizin yaptığı gibi yalnızca kimliğinize güvenerek o gün gördüklerinizden doğrusunu
bildiğinizi iddia ediyorsanız, bunun çok dartışılabilecek bir tutum olacağı da ortada.
Bugün hiç gözden kaçırılmaması gereken iki acil ve önemli ders var: Birincisi başkalarının acılarına, yaralarına ve taleplerine açık bir dünya kuramadığınızda, inşa ettiğiniz her siyasal alan sadece sizin için bir cennet
olabilir, ama sizin dışınızdakiler için bir dikta olarak kalmaya devam edecektir.
Ve ikincisi: Bugünün adalet ve demokrasi arayışına bir dinamizm getirmeyen ve bugünün sorunlarında etkin kılınamayan her adli/siyasi çaba, sadece geçmiş
e referansla yürütülen bir rövanş
tan başka bir şey olmayacaktır.
Bugünde ve bugünün gündemlerinde adalet inşa etmeyen bir girişim, sadece düşmanını değil kendisini de bu rövanş
ın konusu olmaktan kurtaramayacak ve devlet seçkinlerinin tarafları arasındaki 1960'larla başlayan husumetler, 1970'lerde üç bizden üç de sizden
şeklindeki siyasî öç naralarına dönüşecek ve iktidarı eline geçirenin yine kendi infazının şartlarını hazırladığı çıkışsız bir sürece girecektir.
Şunu algılamayan bir demokrasi ve adalet mücadelesinin ne kadar eksik ve sorunlu olduğunu anlamak için çok mu geç kaldık: Adalet, geçmiş ve gelecekten çok bugünün sorunudur ve kendisini bugünün toplumsal ve siyasal sorunlarında eksik bırakan her düzen ve her iktidar, adaletsizlik üreten makinanın yeni işçisi olarak kalacaktır.
O zaman adına toptan Sol
denen, sonradan bazısının hiç de öyle olmadığı anlaşılan yahut içlerinde çok sayıda provokatör barındıran; bunlar olmasa da, fraksiyon, cephe
çelişkisini öncelikli çatışma yapan; ezilen sınıflardan kopmak için adeta can atan akımların eleştirisi, hele özeleştiri elbet şart.
Ama Allah aşkına…
1 Mayıs 77, takvimdeki bir 1 Mayıs gününden mi ibaret?
1 Mayıs 77, kendinden mi ibaret?
1 Mayıs Meydanı, sadece birbirine saldıran sol
gruplardan mı ibaret?
1 Mayıs'ta patlayan silâhlar, sadece solcular
ın birbirine çektiklerinden mi ibaret?
Devletin, CIA ve Gladio'nun, kontrgerillanın, Özel Harp'in, onların kullandığı faşistlerin veya kimi sol tetikçi
nin hiç mevcut bulunmadığı, tamamen hayal, uydurma olduğu bir huzurlu bir tarihin sürprizi miydi 1 Mayıs?
Sol hareket, orduyu ve güvencesini orduda bulan, güya çağdaş
yaşam tarzlarının imtiyazlarını korumak isteyen topluluklarla kendisini aynı mahalleden sayıyor.
- Nasıl?
Tamam, bizi dövdüler, ailemizden birini öldürdüler ama biz aynı kavimdeniz
gibi bir şey.
- Sebep ne? Laiklik mi?
Evet, görünüşte öyle. Ama şekle indirgenmiş bir lâiklik bu. Solda bir kesim, açıkça değilse bile zımnen, asker ve Kemalistleri memleketin doğal seçkinleri sayıyor. Ve onunla aynı mahallede oturduğunu veya oradan çıktığını varsayıyor. O nedenle (solu) birkaç kez katletmiş olsa da bunu aile içi bir mesele
duygusuyla sineye çekebiliyor. Buna mukabil, örneğin dindarlardan gördüğü daha az vahim bir hareketi (Kanlı Pazar gibi), onlar öteki mahalle/aileden
oldukları için asla affetmiyor.
Bizler bu ülkenin seçkinleriyiz
dediğin vakit muhafazakâr kesimdekilerin yetenekçe ve davranışça geri olduklarını söylüyorsun. Ağır küçümseme ve bunlar taşralı, gerici, yobaz
yaklaşımı var. Bu tabirleri, kızdıkları için hakaret eder gibi kullanmıyorlar; normal konuşurken yapıyorlar. Gerici
lâfı sadece muhafazakâr kesimin siyasî görüşleri için değil, insanî vasıfları için de söyleniyor. Çünkü böyle görüyorlar ve bu insanların eşitlik talebine çok sinirleniyorlar.
Doğrudur yenildik. Şimdi yaraları sarma zamanı. Yanlış neredeydi
gibi yalın ama amansız bir soruyu cevaplama zamanı. Meraklısı biliyor, izliyor, yeryüzünün dört köşesinde, bütün anakaralarda yürekleri soğumamış, vicdanları körelmemiş ve geçmişlerini inâr etmeye yanaşmadan geçmişleriyle hilesiz hurdasız hesaplaşma çabasında binlerce, on binlerce kadın ve erkek Yanlış neredeydi
sorusuna cevap aramakta. Sorunun cevabı belki yarın verilemeyecek. -Meselâ- ben belki cevabı bilmeden bu dünyadan ayrılacağım. Ama kapitalizmin insana aykırı bir düzen olduğunu bilinçle (imanla değil, bilinçle) kavrayanlar o cevabın er geç
verileceğini biliyorlar. Tersi insana güvenmemek, insanlığı yok saymak olur; bugünün haksız, adaletsiz, insana aykırı düzenine boyun eğmek olur.
O yüzden günün modasına uyup sola şehvet duyarak, kin kusarak saldıranlara Vız gelir tırıs gidersiniz
demekten öte sözüm yok.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.