Kültür Bakanı devrimcilik, CHP, Müslüman sol ve AKP kültür komiserliği şeklinde seyir eden siyasî kariyerinde kaymaklı kadayıf tatlısı zirvesinde takılıp kalmış belli ki. O sebeple hakkı bir paragraftır. O da bitti.
Gelelim Başbakan'a… O bir oyunda oynayıp bu kadar konuşabiliyorsa, lisede ve üniversitede çeşitli tiyatro oyunlarında sahneye çıkmış hatta bir ara bir çocuk tiyatrosunda da kısa bir dönem oynamış biri olarak ben de konuşabilirim zannederim. Sanat dünyasına en büyük katkım da bu oyunculuk sevdasını yol yakınken terk etmiş olmamdır.
Sütün çok sağlıklı olduğuna dair inancımızın 200 yıllık bir pazarlama stratejisinin sonucu olabileceğini gözeterek bugün okullarda dağıtılan sütlerin ne anlama geldiğini bir kez daha düşünebiliriz.
Her şeyden önce de bugün içtiğimiz sütün 200 yıl önce piyasaya sürülen sütle aynı şey olmadığını, tamamen endüstriyel bir ürün olduğunu, bir yığın katkı taşıdığını da unutmamak gerekiyor. Aslında insan evlâdının bebeklikten çıktıktan sonra yetişkin olduğunda bile başka bir türün sütünü içmekteki ısrarı mantığı biraz zorlayan bir durum olarak değerlendirmeye açık.
Sonuç olarak süt zaten tartışmalı bir meseleyken bunun bir de bozuğunu çocuklara içirmek bizim devletimizin güzide mantık sıyrılmalarından bir örnek sunuyor bize. Sonuçta süt bozuk mu
tartışmasına süt sağlıklı mı, süt içmemiz normal mi
tartışmasını da eklemek daha sağlıklı bir aşama olacak gibi görünüyor.
Öğrenciler gündelik hayatlarında meramlarını rahatça ifade edebilecekleri Türkçe'yi bile öğrenemiyor. Türkiye'de en ağır hasarı Türkçe görüyor. En başta muhafazakâr kesimlerin genel yönelimi Türkçe'den kaçıştır, neredeyse hepsi kurdukları hastanelerin Türkçe isimlerini İngilizce olarak değiştirdiler, yeni firmaların yüzde 90'ı da Türkçe değil. Okul, medya ve internet dolaşımında öğrenciler:
a) Anlamlı cümle kuramıyor, b) Kurdukları cümlelerinin çoğu mantıki tutarlılıktan uzak;
c) Ortalama 200-300 kelimeyle 'konuşabiliyor'lar, yani aslında konuşamıyorlar, bu yüzden beden dili
öne çıkıyor, d) İnternet sayesinde kelimeler yapısal değişime uğruyor: Slm (selâm), mrb (merhaba), as (aleykümselâm), nbr? (Ne haber), idr (idare eder) vs Muhafazakâr bir iktidar f-Türkçe klavye
ye bile sahip çıkamadı; ç, ş, ü, i, ğ harflerinin kullanıldığı bütün kelimeler iptal edilmiş durumda.
Sorumuz şu: Bu müfredatla sahiden çocuklara bir şeyler mi 'öğretilir?'
Nesillerin iyi beslenmesine dair politikalar, ideolojik
seçimlerinizle ilgilidir, tıpkı üreticilerin desteklenmesindeki gibi. Nesillerin iyi beslenmesini istiyorsanız, küçük bir poşet sütü ağzına dayamazsınız. Oturduğu evde de iyi beslenmesini sağlayacak yöntemleriniz vardır. Ailesinin süt, et, yumurta, ne lâzımsa alabileceği politikalarınız.
Var mı?
Dağıtma
politikaları var. Kitap dağıtıldı. (Ne güzel) Tablet dağıtılacak. (Ne güzel) E kalem, defter, silgi nerede? Giysi nerede? Mesele beslenmeyse yumurta nerede? Bal, peynir, zeytin? Bunları üreten de üretici değil mi? Sağlıklı beslenme için diğerleri de gerekmez mi, üç bakanlığımızın toplam uzmanlığına göre?
E tabi bir de dağıtım
var. Hangi dağıtımdan kimin kazanacağı, kimin kazanmayacağı kararı da ideolojik
değil mi? Öyle değilse ihale nerede? Her şey niye merkezden yürütüldü?
Merkez
hangi firmayı niye kabul etti, hangisini niye dışladı, niye tatmin edici biçimde bilmiyoruz?
Neden bir yerde
yaşayan çocuğun beslenmesi konusunda hiç değilse o yer
deki ilgililerle, aileyle, okulla, yerel yönetimle birlikte çalışmıyorsunuz, tümden el çekmeyi başaramıyorsanız?
Türkiye'de sağın varlık sebebi, kabaca tek parti rejiminin uygulamalarına duyulan tepkinin ifadesidir. Tek parti rejimi, buyurgan ve toptancı karakteri ile iktidar seçkinlerinin toplumu biçimlendirme hakkını elinde bulundurduğunu savunmuş, her türlü muhalefeti ise düşmanlık, bozgunculuk, hatta vatan hainliği sayarak büyük bir gayrımemnunlar kitlesini karşısına almıştı. Tek partiye, otoriter yönetime, toptancı ve jakoben yönetim anlayışına tepkinin Türkiye'de sağ diye nitelenmesi yanlıştı. Cemil Meriç, taşları yerine şöyle oturtuyor:
Önce burjuvazinin bayrağıdır sol, sonra dördüncü sınıfın… Hürriyettir, terakkidir, müsavattır. Sağa türbedarlık düşer; türbedarlık, yani ezelî değerlerin bekçiliği. (…) Sağ, daima çekingen, daima korkak, daima sevimsizdir. Çekingendir, çünkü maziyi temsil eder; maziyi, yani keyfiliği, kanunsuzluğu. Korkaktır, zira kanlı imtiyazların ve karanlık istismarların mirasçısıdır. Sevimsizdir, hangi mezarlığı ürpermeden seyredebiliriz? Avrupa'nın son iki yüz yıllık tarihi, sol'un zaferleri, sağ'ın hezimetleri tarihidir (…) Sol, demokrasilerin zaferinden sonra yeni bir bekâret kazanır Avrupa'da günahlarından arınır. Bizde de kasideler döşenilir, nazenine. Avrupa, bütün cinayetlerini sağ'a yükler. Sağ, yakın tarihin 'günahkâr tekesi'dir; kilisedir, cehalettir, faşizmdir. Batının en gerici partileri bu menfur vasıftan kurtulmağa çalışırken, bizde mukaddesatçıların bayrağı olur. Sağ: türkün âlicenaplığı… Filhakika bu kirli ve karanlık kelimenin dünyada bizden başka şefaatçısı, bizden başka elinden tutanı kalmamıştır.
Bize; bizim gibi düşünmeyen, başka şeylere inanan, hiç inanmayan, Türk olmayan, sunni olmayan, heteroseksüel olmayan birçok başka insanlarında olduğu bir şekilde anlatılıp, şu bir boka yaratamadığımız mantığımıza, beraber yaşamanın yok etmekten daha basit olduğu yaklaştırılmalı. Monoton sabah kuşaklarında, zevzek zevzek Anadolu geziyoruz, börek çörek komadık götürdük programlarında halkların birbirine sempati duyacağı bir şeyler yapmak ne kadar zor olabilir ki? O kadar tv dizisi, sinema filmi çekiliyor, bu filmler gittikçe büyüyen bu nefret toplumuna Recep İvedik'i, Polat Alemdar'ı, eli tabancalı sert adamları sevdireceği yere en azından bir tanesi Nesimi'yi, Pir Sultan'ı, Hz Ali'yi anlatamaz mı? Bir zamanlar Yeşilçam bunun için, avamın fikirlerine istenilen ayarı vermek, belli kesimleri ufaktan hizaya getirmek için kullanılıyordu. Eğer bu toplum eğitilmezse, bütün memleket baştan ayağa cem evleriyle donatılsa bile bu dangoz kafalarımıza inanç hürriyeti layığıyla işlenmediği için korkarım o cem evlerinin kaderi de Madımak gibi olur. Bunları benim gibi sıradan bir vatandaş bile aklından geçirebiliyorsa milyarlık danışmanlarınız söyleyemiyor mu ey ulema?
Türkiye'deki sağ kesimin uzun yıllarına damgasını vuran (bazı çevrelerde hâlâ da süregelen) temel anlayışı şöyle özetleyebiliriz: Kahrolsun Komünistler.
İslâmcı hareketler (kendilerini sağcı olarak görseler de görmeseler de) yıllarca anti-komünizmin militanı oldular, anti-emperyalist gösterilerin karşısına dikildiler.
Klasik 'muhafazakâr' söyleme göre toplumun sınıfsal yapısını değiştirmeyi ve işçi sınıfını harekete geçirmeyi hedeflemek solcuların/komünistlerin işiydi ve onların amacı 'memleketi karıştırmak'tı. Tabii, paradoksal şekilde, Türkiye'de İslâmcılık da esas olarak sistemden dışlanan kesimler ve 'alt sınıflar 'içinde gelişerek şu anki noktaya geldi.
İslâm dünyası içinde geçmiş ezberleri bozan akımlar ortaya çıkıyor. 'Arap Baharı'yla da bağlantılı olarak, alışık olmadığımız radikal tezler ortaya atılıyor. Müslümanlar, kapitalizmle hesaplaşmaya başlıyorlar.
İsyan eden veya susup sinen tiyatro sanatçısı dostlara haddim olmayarak Amos Oz'dan bir hatırlatma yapayım:
Malûmunuz, Oz'a göre iki tip trajedi vardır: Biri Shakespeare, diğeri Çehov trajedisi…
İyilikle kötülüğün çatıştığı Shakespeare trajedilerinin finalinde kaybedenler sahnede boylu boyunca uzanır.
Çehov trajedilerinde ise herkes sağ kalır, ama kaybedenler öyle çok daviz vermiştir ki, bunun faturasını telâfisi imkânsız bir mutsuzlukla öderler.
Bizim perdemizin nasıl kapanacağı, bu oyunu nasıl oynayacağımıza bağlı…
Kemalist ideoloji ve sanat insanların hayatına bir anlam sunamadı. Peki, muhafazakârlar ve muhafazakâr sanat topluma anlam sunabildi mi?
Onlar da sunamadılar. Neden sunamadılar? Çünkü onlar İslâm'ı sadece akait olarak gördüler. Sadece şeriattan ibaret olarak gördüler. İslâm'ın bir estetik medeniyet olduğunu görmediler.
Aralarındaki bu benzerlik yüzünden, İslâmcı ve muhafazakâr kesimlere de Kemalist İslâmcılar-Kemalist muhafazakârlar demek mümkün mü?
Tabii mümkün. Bunu hep yazıyorum, söylüyorum ben. Cumhuriyet'in ilk yıllarında kadınların kamusal alana çıkabilmeleri için tayyör giymeleri gerekti. Nasıl Gardırop Atatürkçülüğü ya da Gardırop Kemalizmi, meseleyi tamamen şekil olarak ele alıyorsa, Gardırop Müslümanlığı da meseleyi tamamen şekil olarak ele alıyor. Müslümanlar farkında olmadan Kemalist oldular.
AK Parti'nin devletçilikle özgürlük arasında gidip geldiği, iktidarını güçlendirdikçe devletçi reflekslerinin boyut değiştirdiği, tuhaf sürprizlerin birbirini kovaladığı bir süreci yaşıyoruz.
Türkiye'de şimdiye kadar iktidara ortak olan muhafazakâr siyasî partilerin hemen hepsi zaman içinde ya geleneksel devlet anlayışıyla bütünleştiler ya da tasfiye edildiler.
Bu kez durum değişik. Devletin şimdiye kadar omurgasını oluşturan ordu ve bürokrasi, toplumun da çok ciddi bir desteğiyle büyük ölçüde iktidardan alaşağı edildi. Hep şu soruyu dile getirdik: AK Parti mi devleti dönüştürecek, yoksa devlet mi AK Parti'yi yutacak?
Ancak elbette şunun da farkındayız: AK Parti'nin yönetim kadrolarını da ülkedeki genel milliyetçi ve militarist eğitimden geçmiş olan kişiler oluşturuyor. Yönetim tarzının ve hedefinin temelinin 'devlete egemen olmak' şeklinde şekillenmesi bu açıdan baktığımızda biraz da 'kaçınılmaz' görünebilir.
Tabii AK Parti'ye destek veren kitlelerin temel beklentisinin, eski devletin devam ettirilmesi olmadığı açık. O devletin kendi hayatlarını nasıl kararttığını çok iyi biliyorlar.
Peki, Kürtçe zengin bir dil değil
diyen bu insan kim?
Adı - soyadı: Bülent Arınç.
Bülent
, Kürtçe.Arınç, Kürtçe.
Kürtçe kökenli bülent
kelimesi, yüksek, yüce, ulu
anlamına gelir. Kürtçe bılınd
kelimesi Türkçe'ye bülent/bülend
şeklinde geçmiştir.
Yine Kürtçe kökenli olan arınç
kelimesi huzur, güven, emniyet
anlamına gelir. Kürtçe arinc
kelimesi Türkçe'ye arınç
şeklinde geçmiştir.
Anlayacağınız, Kürtçe zengin bir dil değil
diyen bu devlet büyüğümüzün bizzat kendi adı ve soyadı bile Kürtçe.
Birkaç hafta önce binlerce Mısırlı kadın Kahire'de bir araya gelerek Mısır'da askeri güçlerin kadın eylemcilere şiddet göstermesini kınadı. 10 binin üzerinde kadın ve yaklaşık 2 bin erkek Tahrir Meydanı'nda buluşarak Mısır hükümetinin ve kolluk kuvvetlerinin kadına karşı tavrını protesto etti.
Ellerinde, protesto gösterileri sırasında kötü muamele gören kadınların fotograflarıyla yürüyen kalabalık hükümeti ve orduyu istifaya çağırdı. Bu eylem, Mısır'daki en yoğun kadın katılımlı eylem olarak tarihe geçti.
Eylem boyunca hükümet ve ordunun halkın sesini bastırmak için türlü yöntemler denediği, ancak hiç bir şekilde mücadeleyi engellemekte başarılı olamayacakları vurgulandı. Eylemlere müdahale eden kolluk güçlerinin kadın erkek ayırt etmeksizin tüm katılımcılara müdahale ettiği, ancak kadınlara yönelik müdahalelerin özellikle aşağılayıcı, küçük düşürücü ve kadını toplumsal hayattan alıkoyucu nitelikte olduğu belirtildi.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.