Fransa'da yayımlanan L'Express dergisinin muhabiri Jean-Michel Demetz 14 Haziran 1996'da yayımlanan yazısında Erbakan hakkında şöyle diyordu: Bebeksi yüzü, beyaz bıyığı ve şişman görünüşüyle, Cezayirli bir sakallıdan ziyade iki savaş arasında yaşayan soylu Belçikalı Kilisesi'nden birini andırıyor. 70 yaşındaki Necmettin Erbakan gösterişli kravatlarının güzelleştirdiği Batılı kıyafetlerine rağmen Avrupa'yı çok endişelendiriyor. Erbakan kendisine uzlaşmaya açık, entegrist düşüncelere muhalif, ılımlı bir İslâmcı görünümü vermeye çalışıyor. Bu zengin, yetmişlik delikanlı parlamenter demokrasinin bütün dolambaçlarını biliyor. 70'li yıllarda sol ve sağın yönetimindeki koalisyon hükümetlerine katıldı. İstanbul Kapalı Çarşı'sının kurnaz tüccarını aldatan gevşek havasıyla şarkı söyler gibi konuşarak, davetlilerine vişne suyu ikram ettirirken çevresini etkilemeyi biliyor. Toprak ve dövizden elde ettiği servetin tadını hiç pişmanlık duymadan bir Avrupalı burjuva gibi çıkarıyor. Lüks arabalar, Ege sahilinde yazlık ev, şatafatlı kutlamalar -geçen sene kızının düğününde olduğu gibi- Erbakan, dünya nimetlerinden elini eteğini çekmiş gibi değil. İnsani görünümlü bu İslâmiyet endişe verici çizgiler taşıyor.
Kömür yakmak zararlı partiküllerin ve radyasyonun açığa çıkmasına neden olur. Bu parçacıklar akciğer fonksiyonlarında azalma, astım, kalp rahatsızlıkları ve bebek ölümlerine sebep olur.
Yatağan'ın 50 köyünün 34'ünde radyasyon miktarının, insan sağlığının kabul edebileceği sınırın çok üzerinde, küllerin atıldığı bölgelerde ise bu sınırdan 19 kat daha fazla olduğu belirtilmiştir (Keskin ve Mert, 2002). Solunum sistemi hastalıkları Yatağan'da Muğla merkezine oranla iki kattan daha fazla görülmektedir
Kolay değil, bu ülkede doktorlar ilk kez yenildi. Şimdi küresel yenidünya düzenini kutsayanların, zafer şarkıları söyleyip hekimleri çağ dışı, eklektik kalma ile suçlayanların sesi daha gür çıkıyor. Kalkınmanın ideolojik baskıya dönüştüğü bu yeni düzende tüketim verimlilik, kalite ekseninde hayat daha hızlı akıyor görünse de doktorlar insan kalbinin binlerce senedir aynı hızda atmakta olduğunun farkında. Ancak görünen o ki, onların sesi bundan sonra daha az duyulacak. Çünkü doktorlar meslekî bağımsızlıklarını yetirip yenildi ve teslim oldu. Kazananlar ise; gerçek kaybedenin kim veya ne olduğunu, gidilen yolun gelecek nesilleri de ipotek altına alacak biçimde insanı ve çevresini tüketip içindeki insanî özü ve değerleri yok etmekte olduğunu gün gelip anlayacaklar. Bu ülkede doktorlar ilk kez yenildi.
- Bu durum bir resmi politika
haline geldiğinde ise Hükümet kontrolü yavaş yavaş kaybeder. Daha sağdaki kitle hareket serbestisi kazandığını fark etmiştir, bütün iş, onlara tepkier motivasyonu verecek resmi/yarıresmi, kurumsallaşmamış
abilere kalmıştır artık. Ve direksiyon sağa kırıldığında kimin resmi, kimin yarı resmi olduğu, kimin kim adına hareket ettiği artık birbirine karışır. O karanlık aleme dalınmıştır artık. Herkes herkesin azmettiricisi olmuştur.
- Özetle direksiyonu sağa kırarsan, kontrolü kaybedersin. Bu sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde böyle olmuştur.
Bu denklemi iyi bilenler, bir ihtimal Erdoğan'ın buraya sürüklendiğini öne süreceklerdir. Yani işte bir güç, ki artık öyle bir güç kalmadığı düşünebilir, Erdoğan'ı ve AKP'yi buraya sürüklemektedir. Böyle olduğunu düşünmüyorum. Belki bir zamanlar böyle olabilirdi ama her halde artık değil. Bu tip iklimler, önce iktidarın zihinsel olarak daha sağa kaymasıyla, sonra da meydana gelen bupuslu ortamda her cins odağın kendine hareket serbestisi bulmasıyla oluşur. Bu yüzden, ilk yapılacak iş, AKP'nin önce bir kendine bakması ya da Erdoğan'ın sevdiği tabirle, kendine bir çekidüzen vermesidir.
Türkiye Tıp Akademisi Başkanı olarak Ahmet Rasim Küçükusta'ya hak veriyorum. Akıl var, yakın var. Tıp, insanları sağlıklarına kavuşturma tekniğidir ama bilimlere dayanır. Bakteriyoloji, anatomi, fizyoloji gibi ilimlere dayanan bir tekniktir. O halde bilimde ilerlenir, guideline'lar yapılmaz yani tedavi ilâç kullanım rehberleri hazırlanmaz. Bu insan zekâsını durdurur, bilimin gelişmesini ilâç firmalarının etik olmayanların emrine verir. Kolesterol ilâcında düşülen yanlışta belki biraz da Ahmet Rasim'in dediği gibi ilâç firmalarının kar gayesi var. 1970'lerden beri dünya tıbbı, büyük kongrelerde alınan kararlara uyuyor. Böyle şey olur mu? O zaman ayrı ayrı fizyoloji, bakteriyoloji okumanın zevki nerede kaldı?
Peki, gerçek nedir? Bütün İttihatçılar Ermeni katliamına katıldı mı?
Bu katliama karışmamış insanlar vardır ama bu sonuçta bir siyasî partinin sorumluluğunda olmuş bir iştir bu. Ama tabii ki bu konuda bir ayırım yapmak gerekir. Meselâ Mehmet Emin diye Trabzon milletvekili bir Türk milliyetçisi vardır. Onun, Meclis-i Mebusan'da yaptığı konuşma mükemmeldir. Bir Türk milliyetçisi olarak Ermeni katliamını kınar.
Bu Cumhuriyet'i İttihatçılar kurmadı mı?
Kurdu. Meselâ Atatürk İttihat-Terakki içinde muhalefeti temsil ediyordu. Kısacası, İttihat-Terakki'de bu katliama karışmamış insanlar vardı. Aslında, Cumhuriyet'in kurucu kadrolarının, M. Kemal'in kişiliğinde sembolize edilecek bir biçimde Ermeni konusunda açılım yapabilecek şansları vardı.
Tam olarak nasıl bir şans bu?
Aslında biz şu anda da Atatürk'ün izinden gidebiliriz. Atatürk, 24 Nisan 1920'deki Meclis konuşmasında, bu olayı geçmişteki bir fazahat
(ayıp olay, shameful act) yani utanılacak bir olay, bir eylem
diye tanımladı. Dolayısıyla bugün Türk hükümeti de bu olaya utanılacak bir eylem
derse, bu bir başlangıç olur.
Birinci gösteriye bakan gönderen hükümetin bir sonraki gösteriye kayıtsız kalması çok güç olacak, belki de o vesile ile birkaç bakanı daha da saldırganlaşmış 'münferit' pankartlar altında konuşurken izleyeceğiz. Bu arada Ermeni milliyetçiliğinin de boş durmayacağını, 'Türklerin' ve Erdoğan hükümetinin ırkçılığını dillerine dolayacaklarını öngörebiliriz. İsterseniz buna bir de PKK'nın da Ermeni soykırımının tanınması için söylem geliştirdiğini ekleyin… Bu arada Agos Gazetesi'ne veya bazı gayrımüslimlere irili ufaklı saldırganlıkların olmasını ise kimse yadırgamaz her halde…
Hedef AKP'dir… Önümüzdeki üç yıl soykırım 'iddiası' bir bahane olacak, AKP'nin adım adım ulusalcı bataklığın içine çekilmesi sağlanmak istenecektir. Eğer İslâmî kesimin entellektüel gücü bu süreci etkileyemez ve başta Başbakan olmak üzere AKP kadroları basiret zaafı yaşarlarsa, 'devlet' yeniden topluma hakim olur.
Yapılması gereken 2015'i bugünün siyasî gündemi açısından 'önemsizleştirmektir'… Yani bir yandan soykırımın insanî yönüne hemen sahip çıkmak, öte yandan 2015'i de aşan bir biçimde Ermenistan ile uzun vadeli bir yol haritasında anlaşmak.
Asıl önemli olan, tezgâhçıların ortaya çıkarılabilmesi, büyük katliamın arkasındaki devlet iradesinin sorgulanabilmesi.
Dönemin Başbakan Yardımcısı rahmetli Erdal İnönü'ye, Neden devlet güçleri 12 saat kuşatma altında olan bir otelin etrafındaki kalabalığı dağıtmadı ya da dağıtamadı? Her yere yetişen devlet, kocaman bir askeri alayın bulunduğu Sivas'ta şehir merkezindeki bir kuşatmayı kaldırıp katliamı engelleyemedi? Bunu hiç merak etmediniz mi?
sorusunu yöneltmiştim.
Erdal Bey şöyle demişti: Evet, ben de bu durumu merak ettim ve bir MİT yetkilisine sordum. Bana cevabı şu oldu: 'Bazen bazı hareketlerin (İslâmî hareketi kastediyor) gazını almak için onlar serbest bırakılır. Yapılan budur'.
1968 sonrasında toplumda yeni
olan hareketler, sosyolojinin klâsik teorik çerçevelerinin yetersizliğini gözler önüne serdi. Özellikle modernliğin kaleleri denilebilecek yerlerde bu hareketin yarattığı sonuçların en önemlisi siyasetin yeniden düşünülmesiydi. Özellikle Fransa'daki entellektüel bir kuşağın (Guy Debord, Henri Lefebvre, Michel Foucault, Michel de Certeau, Pierre Bourdieu, bir ölçüde Alain Touraine) öncülüğünü yaptığı iktidar
(her yerde
) ve siyaset (her yerde
) üzerine üretilen düşünceler yeni kentli sosyal hareketlere teorik kaynaklık etti. Tersten de söylemek mümkün: Bu hareketler bu düşünürlere toplumun derinliklerindeki, gündelik hayattaki pratiğin gücünü, mikro siyasetin zenginliğini gösterdi.
Böyle durumlarda muhalefet dinlenmediğini hissederse kendini dinletir, yani tartışmayı uzatır. Bu noktada sabır, demokrasi gereğidir. Batı dünyası parlamentolarından bunun adı 'filibustering'dir. Her parlamento kendi içtüzüğüne göre böyle bir alanı açık tutar. Şimdiye kadar ileri bir demokraside ister sağ olsun ister sol, bu alanı kapamaya kalkışmış bir iktidar olmamıştır.
Oysa bizde ne oldu? Komisyon toplantısı öncesi organize olan 100 AKP'li vekil odayı işgal etti. Muhalefetten komisyon üyelerinin girmesine izin vermediler. Daha sonra izin çıktı ama iktidar vekilleri odayı terk etmediler. Komisyon başkanı içeri girmeyi başaran üç grup başkanvekilinin konuşmasına izin vermedi. Yani içtüzüğü çiğnedi. 29 madde kimsenin birbirini duymadığı, muhalefet vekillerinin yerde tekmelendiği, bir muhabirin tartaklanıp daha sonra bayıldığı, resmen mahalle kavgası görünümü veren bir kısacık toplantıdan sonra kabul edildi, genel kurula gönderilmesi için aynen geçti. Komisyon üyesi dahi olmayan vekiller kabul oyu kullandı.
Biri army alpha adıyla bilinen, İngilizce okuryazarlara uygulanan «dilli→; ötekisi İngilizce bilmeyen, İngilizce okuryazar olmayan göçmenlere uygulanan, army beta adıyla bilinen «dilsiz→ test olmak üzere; iki ayrı test takımı uygulanmıştı. Her iki test takımı da yaşa bakmaksızın zekâyı ölçen sorular içeriyordu. Testlerde en yüksek dereceyi tutturan içinden subaylar seçilecekti. Buradan orduda ancak her yirmi kişiden birinin akıllı olduğu sonucuna varanlar çıktı. Ayrıca test uygulananların sayısının yüksekliği, Birleşik Devletler halkının zekâ yaşını vereceği beklentilerine yol açtı.
Örneğin testten geçirilenlerin büyük bir çoğunluğunun, zekâ yaşının on dört yaşın zekâsının altında olduğu biçiminde çıkarılan sonuçlar, ABD demokrasisi hakkında kuşkular duyulmasına neden oldu. Pratik ve özel bazı amaçlara göre düzenlenen bu testlerden, ırk ve sınıf önyargıları yönünde sonuçlar çıkarıldı. Psikologlar, açıklanan sonuçlara dayanarak, zekânın çevreden pek az etkilendiği sonucunu çıkardılar ve bu sonuç hızla kitlelere ulaştırıldı.
Bu psikologların ulaştıkları öteki sonuçlara göre, çoğunluğun zekâsı, gelişmiş bir eğitimden (yüksek öğretimden) yararlanamayacak düzeydeydi. Zenciler umut beslenemeyecek derecede geri idiler. Zekâ testlerini hazırlayan ekibin başkanı Dr. Yerkes bile, testlerden çeşitli psikologların yaptığı bazı çıkarsamaların yapılamayacağı yolunda uyarılarda bulunurken, testlerin «zencilerin zekâ derecelerinin düşük olduğunu açıkça ortaya koyduğunu…, yalnızca eğitimin onları Beyaz rakiplerinin düzeyine yükseltemeyeceğini→ söyleyebiliyordu.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.