Patronsuz Medya

Kılıçdaroğlu ve Karabel

Size bundan 15 ay, seçimden 8 ay önce, 25 Ekim 2010'da bu binada, hatta bu katta ne söylemiştim? "Bu kafayla giderseniz, AKP %50, siz %26, MHP %13 alacak" demiştim. Bana itiraz edenler olmuştu. Hani neredeler şimdi? Bugün de aynı binadayız, takvimde 26 Ocak 2012 yazıyor ve size diyorum ki bu gidişle AKP %60, CHP %20 alacak. Tarihe tekrar not düşüyorum, umarım yine haklı çıkmam. Bu yıl CHP'ye oy verenlerin beşte biri, bir dahaki seçimde AKP'ye oy verecek. Bunun faturasına da farklı olan herkes ödeyecek: İster CHP'li, ister ÖDP'li, ister Alevî, ister Ermeni, herkes… İktidarı bu derece muktedir kılmak, iktidarın kendisine bile zarar.

Umarım çareyi bir kere daha uğursuz sağcılarda, boğa olmaya özenen kurbağalarda veya Teşvikiyeli ajansların trilyonluk eğlentilerinde aramazsınız. Umarım değerli zamanlarınızı gündelik hakara makara ile geçirip, son iki ayda reklam spikerliğine kalkışmazsınız. Çünkü bunların zerre hükmü yok… Mesele "kafa"da. Mesele bugündense yarını; Misak-ı Milli'den öte Misak-ı Sevgi'yi anlama gücünüzde.

* Ateş İlyas Başsoy (Birgün)

Sultan Vahdettin'in kara kutusu

Kitapta, Filistin cephesinde yaşananlar anlatılıyor. 7. Ordu komutanı olarak bu savaşta görev alan Mustafa Kemal Paşa'nın da aynı cephede savaşan diğer ordu komutanlarıyla birlikte bu hezimetten sorumlu olduğu ima ediliyor. Daha da önemlisi Şam'ı savunmakla görevlendirilen Albay İsmet'in (İnönü) 'Sorumluluklarını, görevini ve Şam'ı yüzüstü terk edip, kendi kararıyla Halep'e firar ettiği ve oradan da İstanbul'a kaçtığı' anlatılıyor. Avni Paşa daha da ileri giderek 'İzmir'e girilmesi sırasında Yunanlı komutanlar bile askerleriyle birlikte teslim oldular; bizim komutanlar askerleri teslim edip kendilerini kurtardılar' anlamına gelecek sözler söylüyor.

Kitaptaki önemli ayrıntılardan biri de Sevr adı verilen anlaşmanın hukuki olarak hiç bir zaman yürürlüğe girmediği. Bakanlar Kurulu hatta Şurayı Saltanat tarafından kabul edilmesi istenen anlaşmayı padişah Vahdettin kesinlikle onaylamıyor ve Lozan görüşmelerine kadar İtilaf güçlerini oyalıyor. Padişah onaylamadığı için anlaşma hukuken geçerlilik kazanmıyor.

Şehzadelerden biri olan Ömer Faruk Efendi, Anadolu'daki mücadeleye katılmak için Ankara'ya doğru yola çıkıyor fakat Ankara'dakiler tarafından İnebolu'dan geri çevriliyor.

* İbrahim Altay (Sabah)

Elçiye zeval olmaz: Hâlâ anlayamıyorum

Türkiye'ye geldiğinde "Anlamadım, anlayamadım" dediğini anımsatan Büyükelçi, "Bunu yine söylemeliyim" dedi. Türkiye'nin, 1. sınıf bir demokrasi olmaya heves eden bir ülke olduğunu, komşularını değil, AB'yi örnek aldığını vurgulayan ABD Büyükelçisi şöyle konuştu: "Çünkü en üsteki halkada olmak istiyorsunuz. Bu da hem hükümetin hem muhalefetin ortak politikasıdır. Eminim buna ulaşacaksınız. 82 Anayasası'nı bir kenara bırakıp boş bir sayfa açıyorsunuz çünkü özgürlükler ve bireysel hakların korunması konusunda daha fazlasını istiyorsunuz. Bu nedenle iyimserim. Fakat itiraf edeyim, anlamıyorum: Demokrasisi buraya kadar gelmiş, özgürlüklere değer veren ve demokrasiyi bu kadar bağrına basan insanların yaşadığı bir ülkede entellektüeller ve gazeteciler nasıl parmaklıkların arkasında olur? Açıkçası anlamıyorum. Biliyorum terörizm suçlamasıyla parmaklıkların arkasındalar. Bu açıklamayı da anlıyorum. Fakat hükümetinizin liderlerinin uzun tutukluluk dönemlerinden kaygılandığına dair açıklamaları var. Anlamaya çalışıyorum."

* Francis Ricciardone (Radikal)

Anam hâlâ Mehmet'in döneceğini düşünüyor

Diyarbakır'da Demirkıran ailesiyle görüştükten sonra, 'Şeyhmus' kod adlı JİTEM'ci uzman çavuş Yüksel Uğur'la yaşanan olayı Abdülkadir Aygan'a da sorduk. Aygan, Uğur'un Behiye Demirkıran'la konuştuğu sırada orada olduğunu ve olayı hatırladığını belirterek şunları söyledi: "Palulu Zaza bir adamdı bu. O ekibin en etkili ve en sadist elemanıydı. İlk eşi muhafazakâr, dini bütün bir hanımdı. Bunun yaptığı işleri de öğrenmiş olabilir belki. Bu da öğretmen okulundan başka bir kadın buldu. Onunla evlendi o yıllarda. Oraya çağırmıştır. Böyle sadist şeyler yapar arkasından dalga geçerdi. İşkenceden zevk alırdı sanki. Şahabettin Latifeci diye biri gözaltına alınmıştı. O merkezde, tuvalete giderken aynı koridorda olan hücrede Şahabettin'i döverken gördüm bunu. Çocuğun çenesi kırılmış, dudakları yarılmış gibi açılmıştı. Sanki zevk alıyordu yaptığından ve devam ediyordu vurmaya."

* (Radikal)

(Ortodoks) Marksizmin (Öz)Eleştirisi

En büyük üretici güç insandır. Sınıf mücadelesinin ve sınıfsızlaşma pratiğinin öznesi de insandır. İnsanı merkeze almadan tarihe bakılmaz. Marxizm hümanizmle uyumlu kavranmak zorundadır. İnsan pratiğinin amacı özgürleşmektir ve bunun en etkili yolu iktidarın kendi var ettiği diyalektik ilişkiden çıkıştır. Bireyin (ve sınıfın) kendini iktidarın gözünden görüp tanımlamayı bırakarak başka türde tanımlaması ve var etmesi en devrimci eylemdir. Bu eylem için üretici güçlerin belli bir gelişmişlik seviyesinde olmasını ya da sistemin krizini beklemek gerekmez. Bu özgürleşme eylemi zaten sistemi krize sokacaktır. Komünizm ulaşılacak bir mutlu son değil, kendi hayatlarımızın gerçekten sahibi olmamıza ilişkin bugünden başlayan bir eylemselliktir. Özgürlüksüz bir komünizm olamaz. İnsanı merkeze almayan bir komünizm de olamaz. Mutluluğun belli bir zamana ertelenmesi ya da hayatların lidere/partiye emanet edilmesi kabul edilemez.

* Jolly Joker (Nifak Tohumu)

İkarus'un Ölümü ve Kayıtsızlığımız

Resimdeki insanlar İkarus'un korkunç ölümüyle, yaşanan felâketle ilgilenmezler. İkarus'un suya düşüşü, onun güneşin zaptına yönelik girişiminin boşa çıkması, dikkate değer bir bozgun sayılmaz. Ölüme rağmen hayat dingin ritmiyle akıp gitmekte, insanlar felâkete aldırış etmemektedir.

Türkiye sosyalist hareketi de bu dingin manzaranın, onun işaret ettiği kayıtsızlığın bir parçası sanki. Yanı başımızda yaşanmakta olan bir dizi bozguna ve felâkete karşın biz hiç bir şey olmamış gibi gündelik siyasal-bürokratik rutinimizde ısrar ediyoruz.

Tarihin en kapsamlı kapitalist krizi ekolojik krizle bütünleşip burjuva medeniyetinin topyekûn buhranına işaret ederken, henüz savunma konumunda olsalar da dünyanın dört bir yanında yeni ve radikal bir kitle mücadeleleri dönemi kapımızdayken sanki her şey eskisi gibiymişçesine davranmaya devam ediyoruz.

İkarus denize çakıla dursun biz hiç bir şey yokmuşçasına manzarayı seyrediyor, meselâ mevcut güç ilişkileri değişmeksizin gündeme gelecek yeni bir anayasadan medet umuyoruz.

* Foti Benlisoy (Bianet)

Orta Sınıfların Mevzi Savaşları

Seçiyor muyuz? Bizim de kendimizi özgür bireyler olarak kabul etmek gibi bir lüksümüz olmadığını düşünüyorum. Bu evrende her şey, diğer insanlar da dahil olmak üzere, en temel ontolojik düzeyde özgür değilse, biz de elbette özgür değiliz. Fakat, bence irade özgürlüğüne ikame edilebilecek iki vasfımız var: Zeki ve hisseden varlıklar olmamız. Bu vasıflarımız özgür varlıklar olmamamızı ikame edebilir, telâfi edebilir. Meselâ kurbağa beynini düşünün, sadece etrafındaki uyaranlar çerçevesinde davranacaktır ve çok kısa dönemli bir programa sahip olarak davranışlarını yerine getirecektir, birkaç saniye sonrasına, belki bir-iki dakika sonrasına yönelik davranışlarda bulunacaktır. Halbuki insanda koskoca bir prefrontal korteks var. İnsan türünün evrimine baktığımız zaman, prefrontal korteksin, bizden önceki insansı türlere kıyasla hızla büyüdüğünü görüyoruz. Bu korteks neye yarar? Maymunlarda olmayan, homo erektusta olmayan bu koskoca korteks bir tek şeyi sağlar: Geleceği görmek, geleceği hesap etmek. Bu nedenle, insan sadece çevresindeki uyaranlar çerçevesinde değil, yarın, öbür gün için de, kendi ölümünden sonrası için de düşünür. Eğer insan zekâsını temel alır ve bunu özgürlük yerine koyarsak, biraz da kendimize yontarsak, 1 Mayıs'a katılmayı açıklayabiliriz.

* Saffet Murat Tura (Birikim)

Boş gurur ve inatla bu hale getirdiler

Bu gelişmelerin ışığında iki halkın aydınlarının ve demokratik kamuoyunun, halkın şu an yaşadığı durumlara ilişkin yapması gerekenler nedir?

"1915 Jenositi" tezi, Ermeniler tarafından, ilk kez 1965'de yani olayların ellinci yıldönümünde ortaya atılmıştır. Üç yıl sonra, 2015'te ise olayların yüzüncü yıldönümünü yaşayacağız. Bu dönem içinde gelinen nokta ortadadır. Aslında 1965'te, henüz dünya kamuoyu bu konuda tamamen bilgisiz iken, Türk devlet adamlarının içten bir şekilde üzüntülerini bildirmeleri, 1915 felâketinde analarını, babalarını kaybedenlerin acılarını paylaşmalarıyla çözülebilecek bir sorun, dar kafalı politikacılarımızın boş gururu ve inadı yüzünden tüm milleti küçük düşüren boyutlar kazanmıştır. Bu arada resmi tarihçilerimizin yapabildikleri tek şey de, Osmanlı Devleti'ni sorumsuz Ermeni teröristleriyle aynı kefeye koyarak, "onlar da öldürdü; biz de öldürdük" demek olmuştur: Bunun, övünüp durdukları Osmanlı tarihine en büyük hakaret olduğunun ayırtına varamadan!

Ya bugün? Ne yazık ki, bugün de tasarıcı Fransız parlamenterleri gibi oy ve rant avcılığından başka bir kaygısı olmayan ve her sorun karşısında "acaba bu bize ne getirir, bizden ne götürür?" diye hesaplar yapan AKP iktidarından bu konuda bir şey bekleyemeyiz. Tabii kimileri gibi aslında hiç de inanmadığımız hayallere inanmış görünerek bazı itiraf edilmez çıkarlar peşinde koşmuyorsak!

* Taner TimurDidem Gülçin Erdemİlknur Delice (Birgün)

6-7 Eylül'den sonra kardeşim ben dahil Türkiye'yi sildi!

Geçen hafta Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nda anti-semitizm başlıklı bir konuşma yaptınız ve anti-semitizm yok dediniz. Yok mu?

Yok demedim. "Rejim çok uğraştı ama günlük hayatta anti-semitizmi yaratamadı" dedim. Rejim 90 yıl boyunca zenofobik (yabancı düşmanlığı) ve antisemitik (Yahudi düşmanlığı) oldu. Ben böyle deyince bir soru geldi; "Araştırmalara göre toplumun yüzde 60'ı Yahudi komşu istemiyor, bu nasıl iş"… Bana göre yüzde 60 hiç Yahudi'yle temas etmediği ve rejim onu gayrımüslimlere karşı endoktrine ettiği için böyle düşünüyor. Koskoca Türkiye'de 21 bin 500 Yahudi kalmışız, 19 bin 500'ü ıstanbul'da, 2 bini ızmir'de… Bir zamanlar 300 bindik. şimdi bizi görmüyor ve tanımıyorlar. Sebep bu bence. Neyi hatırladım, bak… Varlık Vergisi nedeniyle evimize haciz gelmek üzereydi. Annem kemanını kurtarmak istiyor. Çareyi, yukarıdaki Müslüman komşumuza bırakmakta buldu. Memurlar gittikten birkaç gün sonra keman yepyeni bir kutuda, akorları yapılmış bir şekilde döndü bizim evimize. Ben bu hikâyeyi kalbime yakın tutuyorum.

* İshak AlatonEzgi Başaran (Radikal)

Küçük güzeldir

Günümüzde açıklanan ekonomik büyüme verileri, insan hayatına kasteden ekonomik faaliyetleri bile olumlu değerlendirmektedir. Silah satışının bir toplumda refahı arttırdığı nasıl iddia edilebilir? Hava kirliliğinin insan sağlığını tehdit ettiği bir kentte otomobil veya ucuz kömür reklamları ekonomik büyümeyi destekleyen etkinlikler arasında sıralanabilir mi?

İşte size biraz eski ama hem günümüz Türkiye'sine uygun hem de çarpıcı bir örnek:

"Amerika'da hızla büyüyen sektörlerden birisi hapishanelerdir. 1990'larda yılda yüzde 6, 2 oranında büyüdü. Her 150 Amerikalıdan biri parmaklıklar ardında, dünyadaki en yüksek oran; Kanada'da her 900 kişiden biri, Nova Scotia'da her 1600 kişiden biri hapiste. O.J. Simpson davası Amerikan ekonomisine 200 milyon dolar ekledi ve Littleton Katliamı ABD'de güvenlik endüstrisini ateşledi; her yıl ekonomiye 40 milyar dolarlık katkı yapıyor ve bu hizmetin çoğu okullar tarafından satın alınıyor. Kumar ABD'de bir başka hızlı büyüyen endüstri, her yıl 50 milyar dolarlık hacme sahip. Boşanmalar ekonomiye 20 milyar dolar, trafik kazaları da 57 milyar dolar ekliyor.[5]

Görüldüğü üzere bugün bizim sevinmemiz istenen büyüme verileri aslında toplumun sosyal sorunlarının çoğalmasına neden olan faaliyetlerden bile kaynaklanabiliyor. Kapitalist ekonomi bu konuda hiç bir ayrım yapmıyor.

* Özgür Gürbüz (Özgür Üniversite)

Kıssaların anası

Sonuç olarak, demek ki hayatın akışı içinde her doğan çocuk Âdem'dir. Ve her doğan çocukla birlikte Âdem kıssası yeniden başlar. Anlatılan eski çağlarda olup bitmiş bir masal değil, bizim kendi hikâyemiz; yaşadığımız hayattır. Burada yaratılış sürecine doğumuyla birlikte katılan her Âdemoğlunun hayatı boyunca nelere dikkat etmesi gerektiğinin öğütleri vardır; iyi ve kötünün doğası, yaşam ve ölümün anlamı, varlık ve oluşun manası vardır. Çünkü her oluş gibi insanın oluşu da bir şeyin içinden yarılıp sökülerek (felaq) gerçekleşir. Her yarılıp sökülen de acı çeker; olma, oluş (kevn) acısı…

* İhsan Eliaçık (Blog)

 

51
Derkenar'da     Google'da   ARA