Patronsuz Medya

1915'ten önce ve sonra

Rakel her zamanki hüzün ve onur abidesi haliyle kürsüye geldi, dedi: Söyleyeceğim, yastığında-yorganında sevdikleriyle beraberken rahmete gidecek biri için, onun ağzından söylenen bir veda ilâhîsidir. Ben bu ağıtı sokaklarda, zulümle, işkenceyle ölen Kirkor Zohraplara, bugün kemikleri bile bulunmayanların anısına armağan ediyorum. Kürtçedir. Ve Varto/Vartan aşiretinden Rakel, Kürtçe olan anadilinde, o yöreden bir ağıt yakmaya başladı. Hepimizin ciğerini cayır cayır dağlayarak. Ağıt, çok tanıdık bir ezgiye sahipti: Ankara'nın taşına bak / Gözlerimin yaşına bak. Böylece o türkünün aslını da öğrenmiş olduk. Rakel'e Türkçesini sordum:

Çok ağlamayın dostlarım / Ben vatanıma [cennete] gidecem / Burda çok kalmayacam / Burası acı dolu / Derdim, kederim çok fazla / Gurbette olmak çok acı / Ben vatanıma gidecem / Yalvarırım, üstüme ağlamayın / Yas tutmayın, kederlenmeyin / Bütün dertlerim geçecek / Ben vatanıma gidecem / Gelin azizlerim eliniz öpeyim / Sizden aflık dileyim / Ben vatanıma gidecem.

* Baskın Oran (Radikal)

Tümgeneral kaçtı, karargâh baktı

Şu anda Türk ordusundaki general ve amiral sayısının 365 olduğu belirtiliyor. Dünya ordularıyla kıyasladığımızda bu sayının oldukça fazla olduğunu görüyoruz. Meselâ asker sayısı bizim ordumuzdan 3 kat daha fazla olan Çin'deki general sayısı 191 ya da asker sayısı bizim ordumuzun 2 katı olan ABD ordusundaki general sayısı 498. General sayısını kıyaslarken akla ilk gelen bu generallerin nerede nasıl görev yaptığı oluyor. Meselâ kaçı karargâh görevinde kaç tanesi sahada iş başında.
Türk ordusunun tuhaf bir yapısı var. Alt rütbeli askerlerin yetkisi az. Bunu biz gazetecilerin en yakından takip ettiği Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Dairesi'ndeki hiyerarşiye bakarak anlayabiliriz. Bir süre öncesine kadar bu dairenin komutanlığını bir kurmay albay yürütüyordu. Muhtemelen bu temsil yetersiz bulunduğu için üstüne bir tuğgeneral getirildi. Derken yine nedendir bilinmez bu da yetmedi onun da üstüne bir tümgeneral getirildi. Bu ekibin altındaki 30 kişilik kadroyu saymıyorum bile, gerisini siz düşünün.

* Cüneyt Özdemir (Radikal)

TIME dergisini umursamak ahmakça!

Arap dünyasında ve Çin'de petrolü dolarsızlaştırmak için büyük bir girişim var. Avro, yen, yuan gibi para birimlerinin kullanılması gündemde.

Çin artık yeni süper güç benim. Ancak bu ekonomik gücümle eş değerde bir siyasal düce sahip değilim diyor. Çin'in sorunu rezervlerinin büyük bir kısmının dolar olması. Eğer doların değerini düşürürlerse kendi rezervleri de değersizleşecek.

Çin aynı zamanda ortadoğu ile de ilgileniyor. Ancak bölgeye adalet ve barış getirmek için değil, ABD üzerinde baskı yaratmak için. Bu Araplar'ın da Türkler'in de işine gelmeyecek.

* Robert FiskOnur Erem (Birgün)

Bir cinayetin araçları ve anatomisi

Hürriyet'in binasının duvarlarına da astığı yayın ilkelerinden biri şöyledir:

Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan veya iftira niteliği taşıyan lâkap ve ifadeler kullanılamaz.

Bu gerçek yalan aklında zerre kadar insanlık olanı tiksindirmez mi?

Ve bu haber sanatçıya, ülkesinde yaşama yollarının tümünü kapattırdı. Şöyle ki, Ahmet Kaya o manşetlerden sonra, ülkesinde yaşamaya devam etseydi. Sevgili Hırant'tan önce öldürülecekti.
Türkiye'de, İstanbul'un bir caddesinde basitler basiti bir saldırgana sıktırılan kurşunlarla değil, ama Paris'te sürgünle öldürüldü.

Bir gazete, bir insana saldırmak için, delil yaratır, sahte belge, söz, fotograf yayımlarsa bir soran olur değil mi? Basının bir kurumu, ülkenin bir yargı merci bunu yapan gazeteye bir şey söyler diye beklemek çok insanca elbette.

* Tevfik Taş (Evrensel)

11 Eylül'ün kahramanından tartışılacak açıklamalar

Orada bir polis iki itfaiyeci daha bana yetişti. Öbür binadan büyük bir patlama sesi daha geldi. Sonradan öğrendik ki, ikinci binaya çarpan uçaktan kaynaklanmış bu patlama. Polis 'William artık dönmeliyiz bunun için sana para vermeyecekler'dedi oysa ben para için değil, arkadaşlarımı kurtarmak için yapıyordum. Tekerlekli sandalyede birini gördük. İtfaiyecilerin yardımıyla dışarı çıkardık.

Bu sırada asansörlerde sıkışıp kalan insanların sesini duyuyor ama çıkaramıyorduk. O yüzden 11 Eylül'den sonra uzun bir süre asansöre binemedim. Adamı, ambulansa taşımak için dışarı çıktığımda bina tamamen çöktü enkazın altında kaldım. İki saat sonra çıkarıldım. Ambulansta gözümü açtığımda bir muhabir '30 saniye sonra canlı yayındasınız' diye mikrofonu uzattı.

Bir anda kahraman haline geldim. Sokakta herkes beni tanıyordu. Bu nedenle politikacılar bir merdiven temizleyicisi olmama rağmen partilerine katmak için para teklif ettiler, liderlik eğitimlerine gönderdiler. Bu sırada işimi de kaybetmiştim, evsiz kaldım. Bir süre arabada ve köprü altlarında yaşadım. Buna rağmen siyasete girmedim, film tekliflerini kabul etmedim. 200'den fazla arkadaşımı kaybettim, toplam 4 binden fazla insan öldü. Onların üzerinden pirim yapmak istemedim.

* William Rodrigez (Radikal)

Katliam emrini bizzat Atatürk verdi!

Binlerce insanın mağaralarda fareler gibi öldürülmesinin katliamdan daha başka bir ismi varsa onu söylesinler. Askerlerin kesilmiş kafaları ellerinde tutan resimlerine baksınlar. Sonra kamuoyuna Aygün'ün sözlerine niye itiraz ettiklerini anlatsınlar. Dersim'de yaşananlar hakkında biraz bilgisi ve bir nebze vicdanı olan hiç kimse Aygün'ün sözlerine itiraz edemez.

İnsanları yakarak, bombalayarak, idam ederek, kafalarını keserek öldürdüler Dersim'de, sonra da utanmadan bunun konuşulmasını yasak ettiler. Hâlâ gerçekleri susturmaya çalışıyorlar.

Kardeş olduğumuza hiç inanmıyorum ama eğer kardeşsek de Habil'le Kabil gibi kardeşiz, kardeşlerden biri diğerini öldürdü, defalarca öldürdü. Sonra da yoo, öldürmedik diye gözlerinin içine baka baka alay etti, öldürdünüz diyeni cezalandırdı. Hâlâ da cezalandırıyor.

Belki de Aygün'ü, Dersim Katliamı'nı en yakından bilen insanlardan birinin yönettiği partiden atacaklar. Dersim'de katliam olmamış mı olacak o zaman? Yoo, sadece başta Kılıçdaroğlu olmak üzer bütün CHP gerçekleri saklamış, olayları çarpıtmış, yalan söylemiş olacak.

Benim onlara söyleyecek bir sözüm yok. Ama sanırım Seyit Rıza'nın Kılıçdaroğlu'na bir sözü olacak:

Ayıptır, zulümdür, cinayettir.

* Ahmet Altan (Taraf)

İnsanlar Ateistler ve Müminler Diye İkiye Ayrılmazlar!

Marxist geleneğin dine dair yaklaşımları, birkaç paragrafla, hatta cümleyle sınırlı bir şekilde ele alındı. Sanırım, sosyalistlerin bu ülkede dine dair tartışması ve gelişmesi asıl olarak bundan sonra olacak. İki sığ eğilimin aşılması için bu gerekli. Dine yaklaşımda ortaya çıkan iki uç eğilim, aynı yanılgıya sahip: Bir yanda, dinsel her unsuru sadece gericilikle algılayıp, sekter bir karşıtlık ortaya koymak daha çok ulusalcı kesimlerin tercihi. Diğer yanda ise, bugünkü iktidarın yaptığı her şeyi bir tür halkın kutsal tercihi gibi yorumlayıp, ona bağlanma noktasına varan ve eleştirel gücünü yitiren liberal eğilim var. Bu iki uç yaklaşımın dışında, üçüncü bir bakışa ihtiyaç var. Sıradan insanların bağlandığı geleneksel dinle değil, sağcı dinciliğin bezirgânlığıyla boğuşan bir bakışa…

* Sırrı Süreyya ÖnderSarphan Uzunoğlu (Adil Medya)

Din, ne zaman halkların afyonu haline geldi?

İnsanlar vicdanlarını kandırmadan Allah saygısı ve ahirete inandığından dolayı adaletli olabilir. Bu da İslâm'ıdır. Ama sadece buraya, insana bırakılamaz.

Toplumsal ve devletin örgütlenmesinde adaletin toplumsal olarak temin edilmesinin İslâmî bir sorumluluk olduğuna inanıyorum.

Bunu Ayet dayandırmanın da anlamı yok. İnsan aklı ve vicdanı kendini kandırmıyorsa bu kurumları insanlar kendileri de yaratabilir. Hakkaniyete uygun bir kurum yaratılabilir. Sendika, bunlardan bir tanesi ise bu sendika olmalı.

İslâm dini yaşayan ve sürekli üretilen bir şeydir. Sünnîlik burayı ıskaladığı için anakronik, tarih dışı bir din haline geldi. Bu da İslâm'ın trajedisidir. İslâm doğuş anında din olmanın yanında politik iktisat iken (Ezilenlerin, yoksulların sorunları ile ilgilenme, özgürlükler meselesi vb.) tarih süreci içerisinde bu yanını kaybetti. Hıristiyanlık gibi, Yahudilik gibi sadece iyi niyetlerin toplamından oluşan bir 'din' haline dönüştü. Bizi umutsuz kılan bu yorumun egemen olmasıdır.

* İlhami GülerYaşar Aydın (Birgün)

Bir İktidar Aracı Olarak Terör Kavramı

Bugün Türkiye'de Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde görülen davaların önemli bir kısmı, terör suçu kapsamına girmeleri tartışmalı olsa da, ağır ceza mahkemelerinde görülmeleri gereken ve bazıları çok açık ve somut delillere dayanan davalar. Bunların yanında terör eylemi olma niteliği taşıyan eylemlerin yargılandığı davalar da. Sorun, bu suçları işleyenlerin, yargısız infaz emri verenlerin ve bunu yerine getirenlerin, suikastleri yönlendirenlerin, adını öyle koymasa da darbe planı yapanların yargılanması değildir. Bütün bunların terörle mücadele hukuk ve siyaseti içinden yürütülmesidir. Terör kavramının suç hiyerarşisi ve türünü neredeyse bütünüyle yok edip, tek tipleştirmesidir. Ve bu tek tipleştirme, iktidarın makbul görmediği muhalif eylemleri, rahatsız edici girişimleri bastırma ve sindirme amaçlı olarak da kulanılmasıdır. Demokratik hukuk devletinin sınırları bu noktada aşılır ve muhalif düşünce ve eylemleri siyasal olarak göğüslemek yerine onları kriminalleştirilerek tasfiye etmeye dayanan bir devlet hukuku, güçlünün hukuku işlemeye başlar. Güçlünün hukukunun işlediği ülkelerde hapishaneler terör suçundan yargılananlar ve hüküm giyenlerle dolar.

* Ahmet İnsel (Birikim)

Liberal Düşler ve Kabuslar

Liberal zevatın kapitalizm tartışmalarında bezginlik yaratan bu demagojileri, ister müslüman ister marksist cenahtan gelsin her sosyal adalet söylemini aynı fasid daire içine hapsedip boğmayı amaçlıyor. Meşrebi, teorik arkaplanı ne olursa olsun, herhangi bir sosyal adalet söylemini işittiklerinde, hele ki içinde yoğun olarak bir emekçi-ezilen retoriği varsa birden o kadim saplantıları açığa çıkıveriyor; sosyal adalet denilince Pavlov'un köpeği gibi adeta bir şartlı refleks şeklinde akıllarına sovyet tipi komuta ekonomisinden başka bir şey gelmiyor (ya da böyle anlamak daha çok işlerine geliyor). Çünkü ellerinde kapitalizmin alternatifsizliğini kıyas ile ispat edebilecekleri başka bir delil bulunmuyor.

Gelgelelim, ne Sovyet sistemi artık bir model olarak arzulanıyor ne de kapitalizm insanlığın başlangıcından beri var oldu. Derenin altından çok sular aktı, yeni mücadele pratikleri ortaya çıktı, yeni sözler söylendi, yeni perspektifler oluştu. Sovyetler Birliği, yarattığı otoriter bürokratik model ile kapitalizme panzehir olmak bir yana, onun kendisini yeniden üretmesini sağlayan pozitif bir karşıt-güç olmuştur. Reel sosyalizm, kapitalizme karşı itirazların kendisinde vücut bulduğu nihaî model değildir, hiç bir zaman da olmamıştır. Anadolu coğrafyası da dahil olmak üzere, sosyal adalet ve eşitlik mücadelesinin tarihi Sovyetler Birliğinden eskidir. Sovyetler Birliği menfi bir netice olarak bu tarihin sadece ufak bir ayrıntısıdır.

* Barış Uzun (Adil Medya)

Kedili oda

Çok eskiden, ev öncesi çağlarda, atalarımız doğayla ve içindeki yaratıklarla iç içe, mağaralarda veya açıkta uyurken, hayvanları kokularından tanıyorlardı. Başlarını kaldırıp rüzgârı kokladıklarında içinden yakınlardaki hayvanların kokularını ayıklayabiliyorlardı. Tıpkı hayvanların rüzgârda insan kokusu aldıkları gibi.

Kalkıp bu kelimeleri yazmak üzere çalışma masamın üzerindeki dizüstü bilgisayarı alıyorum. Ağırlığım üzerinden kalkınca yatak yaylarının rahatlamasının sesi çıkıyor ve ahşap döşeme ayaklarımın altında çıtırdıyor ama kedi kıpırdamıyor. Benim onun kokusunu uykumda aldığım gibi onun da benim çıkardığım sesleri duyup birkaç saniye uyandığını hissediyorum.

Gece olunca günün mavi perdesi çekilir ve kâinat ortaya çıkar ama bakan yok. Milyonlarca insan nereden, neden geldiği bilinmeyen bir buyruğa uyarak uyuyor. Ama hepsi değil. Şehirde benim gibi uyanmış ve uyuyamayan birçok insan olmalı, diğerleri uyurken, karanlıkta veya aydınlıkta gözleri açık, akıllarından ışık hızıyla bin bir düşünce geçen.

Kedinin varlığı odada bir şeyi değiştiriyor ama neyi?

* Metin Münir (Milliyet)

 

56
Derkenar'da     Google'da   ARA