Ben şimdi sormak istiyorum bu insanlara. Bunları gerçekten kardeşlik, zulme karşı durmak, mazlumlardan yana yer almak adına mı yapıyorlar yoksa gücün yeni merkezinde yer almak
için mi? Şimdi bu da ne, ne demek gücün yeni merkezi diyenler olmaz herhalde. Çünkü şimdilerde ticaretten siyasete kadar her alanda bu söylem var. Yani gücün yeni merkezinde yer almak
bugünlerde oldukça popüler bir cümle olarak dönüyor dillerde. Bilinçler buna endeksli, linç bile bunun için belki de…
Bir de Tunus'da, Mısır'da, Libya'da devrim olmadı diyenler ahmaktır deniliyor. Şimdi O ahmaklardan biri de benim
desem yanlış anlaşılmam umarım. Umarım dedim çünkü bilinçten bilince epey fark var da…
Kürt silâhlı hareketi, haklı bir davayı yanlış yöntemle sürdürüyor. Baştan itibaren ne yaptılar? Vakti zamanında köy basıp bir sürü çocuk öldürdüler. Korucu aileleri yok edildi sonra da Abdullah Öcalan çıktı, Murat Karayılan çıktı dedi ki bunlar bizim içimizdeki çetecilerin yaptığı eylemlerdir. O zaman çeteci olarak nitelendirilen insanların büyük bir kısmı partinin merkez komitesinde yer alıyordu. Ama gün gelecek Bitlis'te, Siirt'te, Ankara'da sivillerin öldürülmesi emrini verenler da yargılanacak, onlar da zaman içinde çeteci ilân edilecek. Çünkü devrimci halk savaşı, halka karşı verilmez. Şimdi sen eğer ölmüş çocukların kanı üzerine bir özgürlük getireceksen o özgürlüğün kime ne faydası olabilir Allah aşkına? Bütün amaç o çocukları biraz daha mutlu yaşatmak değil midir? O kadınların biraz daha müreffeh bir ortamda çocuklarını doğurmasına yardımcı olmak değil midir? Onların gelir düzeyini yükseltmek, onları zulümden kurtarmak değil midir? Şimdi ben burada kişisel olarak bir çağrıda bulunuyorum, bu çağrı da şudur…
Cumhuriyet kurulduğundan beri 12 Eylül'ü yaşıyoruz
Semih Sancar Akbank yönetim kurulu üyesidir. Turgut Sunalp Garanti Bankası yönetim kurulu üyesidir. Muhittin Fisunoğlu Sümerbank yönetim kurulu üyesidir. Memduh Tağmaç Sanayi ve Kalkınma Bankası yönetim kurulu üyesidir. Bu liste elli kişiliktir. Hepsi generaldir, hepsi darbecidir ve hepsi finans sermayesinin hizmetindedir. Ödüllendirilmişlerdir. Bugünden bakınca, 1961 Anayasası'na karşı çıkmak çok kolay görünüyor… Ama kimse niye karşı çıktığını açıklayamıyor… Başlangıç metni hariç tutulursa, benim çok fazla itirazım olmaz… Türk solu, 1980 darbesi hariç, darbelere kendini hep yakın hissetti. Bu roman için 60'ları ve 70'leri okumaya başladığımda, kendimi aldatılmış da hissettim. Bu iyi bir duygu değildi. Sosyalist olduğuna ihtimal verdiğiniz insanlar askerlerle aynı masaya oturmuş ve darbe planı yapmışlar. Bunları aslında biliyorsunuz, duymuşsunuz ama hep kulak arkası etmişsiniz. Kurtarma geleneği, giderek en kısa yoldan, darbeyle kurtarmaya dönüşmüş. Kimi kurtaracaksınız? Halkı. Halkın bundan haberi var mı? Yok!
Başbakanınız iktidar için her şeyi yapabilecek bir siyasî duruşa sahip bir şahsiyettir. Kariyeri için oldukça gözü kara biçimde cesaretli davranabilmektedir. Ama Türkiye'nin temel sorununu çözmek için bir nokta kadar bile sorumluluk üstlenmeye yanaşmamıştır. Bundan sonra nasıl davranır bilemem ama sizin de bildiğiniz gibi Kürt sorunu, Cumhuriyetin temel bir sorunudur. Bu sorunu çözmek için bir siyasî iradeye ve tarihe geçecek liderliğe ihtiyaç vardır. Tabii ki böyle bir liderliğin, öncelikle ülkesi ve halkı için doğru bildiği çizgide yürürken risk göze alması şarttır. Şimdi, Başbakan'ın MİT müsteşarını PKK'yle görüşmeye gönderdiğini, bu konuda büyük bir risk göze aldığını
birçok kişi yazıp çizmektedir. Oysa burada alınan risk sorunu çözmeden ziyade, seçimleri kazanmaya dönük göze alınan risktir. Keşke böyle olmasaydı ama gerçek budur. Altını çizerek belirtiyorum: Başbakan bu riski seçimi kazanmak için göze aldı. Başbakan'ın perspektifinde Kürt sorununu köklü çözme değil, bazı iyileştirmeler yaparak Kürtleri kendi partisine kazanmak vardır. İlk kez açıkça size söylüyorum: Başbakan köklü bir çözüm için değil, sürekli seçim öncesi çatışmaları durdurmaya dönük bir çaba göstermiştir.
Bütün bunlardan dolayı bu mektubun içeriğinden
daha da fazla gönderilmiş
olması beni barış için umutlandırdı, devletin ve hükümetin de bu mektubu ciddiyetle okuyup bundan bir sonuç çıkarması gerektiğine inanıyorum.
Karayılan, mektubunun sonunda bana çalışmalarımda
başarılar diliyor, ben ona ne yazık ki çalışmalarında
başarılar dileyemeyeceğim, ben o çalışmaların
biteceği günü özleyerek yaşıyorum.
Ama yaşı bana yakın olan Karayılan'la ikimiz için bir şey dilemem gerekirse, dünyanın önemli merkezlerinden biri olmuş Diyarbakır'da, Kürt gençlerinin barış içinde özgürce dolaştığı sokakların birinde onları gülümseyerek seyredip, mırra içerek yaşlılığın dertlerinden yakındığımız bir günü yaşayabilmemizi dilerim.
delikanlı
Zekâsını ne yaparsam ilerlerim
üzerinde yoğunlaştırdığında, ulaştığı keşiflerin çoğu işliyor
.Bunlardan biri, benim post-modern delikanlılık
dediğim şey: İnsanların duymak istediğini söyle, yapmasan da olur!
Bunun en son örneği, gazeteyi asıl olarak köşe yazarlarının pişirdiğine
gönderme yapan Habertürkreklamıydı… Oysa gerek Sabah'ta gerek Habertürk'te genel yayın yönetmenliği görevine başlarken, köşe yazarlığına dayanan gazetecilik anlayışının Türk gazeteciliğinin canına okuduğunu anlatıp durmuş, kendisinin muhabir gazetesi
yapacağını iddia etmişti.
Zekâsıyla ulaştığı -ve maalesef iş gören- bir başka sonuç da şu: Hata yaptığında aldırma, üzerinde durma, unutulmasını bekle…
Hayatım, gazeteleri ben öldürmedim!
HuffPo'nun çok eleştirildiği bir diğer nokta da binlerce blogger'ın ücret almadan yazdığı yazıları kullanıyor olmaları. Sitede blogger olmak için gayet basit bir prosedürden geçmek yeterli… Nisan ayında, sitenin eski bloggerlarından Jonathan Tasinis, 315 milyon dolara AOL'e satılan siteye dava açtı. Tasinis, Huffington'un sömürdüğü modern köleler
dediği 9 binin üzerinde blogger için 105 milyon dolarlık tazminat talep ediyordu. Sivri dilli Huffington'un Tasinis'e cevabı ise basitti: Yeni medya bu şekilde işliyor. İnsanlar, yazıp çizdiklerini paylaşmak ve görünülür kılmak için bir mecra arıyor, biz de buna vesile oluyoruz. Bunu yapan yalnızca biz değiliz, bedava içerik Facebook, Twitter, Tumblr, Yelp, TripAdvisor, Flickr ve YouTube'da…Neyse, şimdi kedi videolarına geri dönüyorum.
Rumlar, Türkiye'nin AB'ye girmesini sabote etmek istiyorlar. Ayrıca, NATO'ya girip Türkiye'yi burada da sıkıştırmak amacını güdüyorlar. Ayrıca, Yunanistan ve Rum kesiminin içinde bulunduğu ekonomik darboğazı düşünürsek, sondaj kriziyle iç siyaset gündemini de değiştiriyorlar. Rum Yönetimi, uluslararası hukuka aykırı davranmaya ve adanın tek hakimi gibi uygulamalar yapmaya devam ederse, Türkiye de geçmişte olduğu gibi ciddi yaptırımlarda bulunur.
Yunanlı'dan gelen Melamileştirme tezinin iki sonucu var. Birincisi; bizimki yanlış kurgulanmış bir laiklikti. Din ve devlet işlerini ayırmak yerine dini alanı dizayn ve kontrole yönelikti. Vehmedildiği gibi bir dinsizlik hareketi, bir zındıka cereyanı olmadı. Halkı dinsizleştirmeye değil Melamileştirmeye çalıştı. İbadeti gizlemeye, dinde şekilcilik ve gösterişten uzak durmaya, kınanmaktan korkmamaya teşvik etti. Ameli değil vicdanî bir imanı savundu. İnancı, Allah'la kul arasına hapsetmek istedi. Paranın ve imanın kimde olduğu bilinmeyen bir öğretiydi yaydığı. İbadeti öne çıkarmama, dinin zahiri kurallarına riayeti şart koşmama anlayışına hizmet etti. Eşit yaklaşmadı, Nakşiliğe karşı Melamiliği tuttu.
Kapitalizmin egemen üretim tarzı haline gelmesiyle, bir taraftan üretim görülmemiş bir hızla artarken, söz konusu üretim artışı sadece sayısız insânî-toplumsal kötülükleri ve yabancılaşmaları büyütmekle kalmadı, ekolojik dengeyi de bozarak tam bir sürdürülemezlik tablosu ortaya çıkardı. Anolojiler ekseri sorunlu olsa da şöyle bir analoji yapılabilir: Bir çocuğun sağlıklı gelişmesi için organları arasında, fizyolojik ve psişik unsurlar arasında uyumlu bir denge ve gelişme şarttır.
Bir dini mekâna girdiğini hayal et. Bir katedrale yahut Sultanahmet Camii'ne. Hayran kalırsın ve neden artık böyle etkileyici, içimizi titreten binalar yapamıyoruz diye sorgularsın. Halbuki önce şu soruyu sorman gerekir: Bu dini mekânların amacı nedir? Cevap: Tanrı fikrini göklere çıkarmak. Ama bir ateistin, Tanrı'ya inanmıyor diye, göklere çıkarmak isteyeceği hiç bir değer ya da fikir yoktur denemez. Diyelim ki; annelerin çocuk sevgisini övmek istiyorsun, bir mimara gidip Bana tek görevi içine giren insanlarda şefkat duygusu yaratmak olan bir bina inşa et
dersin. ıyi bir mimar böyle bir fikri bir binaya tercüme edebilir. Böyle bir bina seküler bir tapınaktır. Tapınak insanlarda bir fikir uyandırmak için yapılır, genel olarak bu Tanrı fikridir ama illa böyle olmak zorunda değil.
Sonuç olarak kalkınma, fetihlerde ve sömürgecilikte geçerli olan düşünceden esinlenen bir projedir. Aynı çıkarlara hizmet etmekte ve sömürgecilik dönemindekine benzer sonuçlar doğurmaktadır. Bu akıl almaz bir yutturmacadır ve aldatanları da aldatmak gibi bir özelliğe sahiptir.
Marxizmin de bilimsellik etiketi yapıştırdığı insanlığın evrimiyle ilgili iyimser ve ırk-merkezci yaklaşımımız, insanlığın ulaşması değilse bile, takip etmesi gereken bir amacı olduğu, bunun da tüm diğer gelişmelerin kaynağı olan ekonomik gelişme olduğu düşüncesine dayanmaktadır.
Kapitalist toplumda metalar kullanım için değil, mübadele için üretilir, yani kârla değiş-tokuş edilmek üzere… Toplumumuzda madenlerin topraktan çıkarılması, ürünlerin biçilmesi, insanlara iş verilmesi, endüstri çarklarının işlemeye başlaması, malların alınıp satılması, ancak üretim araçları sahiplerinin -yani, kapitalist sınıfın- kâr etme fırsatını görmeleriyle mümkün olur.
Walter Lippmann Herald Tribune'deki köşesinde 13 Temmuz 1934'te bunu açıkça dile getiriyordu:
Büyük küçük bütün kapitalistler kâr etmek amacıyla yatırım yapmaya başlamadıkça, bu koşullarda durumun düzelmesi beklenemez. Madalya almak için yatırım yapmaz kapitalistler. Yurtseverlik adına veya kamuya hizmet olsun diye de kıllarını kıpırdatmazlar. Para kazanma fırsatını görürlerse işe girişirler. Bu, kapitalist sistemdir. Bu sistem böyle çalışır.
Politikalarımızı belirlerken temel motivasyonumuz, Türkiye'ye mümkün olabildiğince fazla zarar vermek
Bugün halen de dünyada olan biten büyük olayların tamamının Türkiye'yle ve ona zarar vermekle alâkalı olduğunu vurgulayan Itowaki'nin, Koskoca Ortadoğu coğrafyasında, isyancısından hükümet güçlerine, işgalcisinden silâhlı kuvvetine sayısız insan bir ideal uğruna can verdi. Neden? Türkiye'nin yükselişini önlemek için. ABD'si bir yandan İngilizi beri yandan, Rusya'sı öte yandan, onları bırak gururumuz ve efendiliğimizle tanınan biz Japonlar bile gerek açıktan gerek el altından milyon dolarlar yıktık bu olaylara. Hadi Avrupalısı Amerikalısı neyse, Çad ve Nijer'e varana kadar en sıkıntılı durumdaki ülkeler bile durumları yettiğince üç beş demeden katkıda bulundular. Niye? Tabii ki Türkiye'nin kendi içinde huzur ve barış içerisinde yaşayamaması için. Tüm bunlara rağmen ayakta kalmayı başaran bir ülkenin, bir milletin o mübarek ellerinden öperim ben arkadaş!
sözlerinin ardından kısa bir baygınlık geçirmesiyle oturuma ara verildi.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.