Küçük örneklerden yola çıkalım, kafamız biraz daha rahat olsun. Örneğin benim bugün burada bu yazıyı yazmama neden olan son hadise. Internethaber.com adlı mevcut iktidar yanlısı bir site son günlerin moda deyimiyle TSK'ya çakan
bir haber yaptı. Askeriyede dehşet görüntüler
başlığını taşıyan haberde bir sosyal paylaşım sitesinde yayınlanan bir video gündeme getirilerek bir kışlanın yatakhanesinde sıraya dizilip dayak yiyen askerlerin görüntüleri sunuldu. Haberin hemen ikinci paragrafında Görüntülerin hangi ülkede çekildiği tartışma konusu. Kimileri Rusya derken, kimileri de Türkiye olduğunda ısrarcı. Ancak dayakçı askerlerin ağzından Türkçe kelimeler duyuluyor.
ifadesi var.
Haberi okuduktan sonra sayfanın altında bulunan videoyu izledim ve alıntıladığım paragrafta bahsedilen Rusya, yok hayır Türkiye
diye tartışan kimilerinin
hangi geri zekâlılar olduğunu bir hayli merak ettim zira videoda ilk kez bundan iki yıl önce izlediğim, Azerbaycan'da bir kışlada çekilmiş dayak görüntüleri var.
söndürelimderken
Gerçekçi olmakta yarar var; Karayılan'ın uzattığı eli, mevcut konjonktürde İran tuttuğu takdirde, Türkiye'nin PKK'yı Kandil'den sökmesi, ancak kitle imha silâhları kullanmasıyla mümkün olabilir.
Bu, beni Kandil'e götüren Iraklı Kürtlerin değerlendirmesi. Katliamlarıyla Kürtleri hallaç pamuğu gibi attıran Saddam'ın bile oraya giremediğini hatırlatmışlardı.
Zira Türk medyasının dilinde terör yuvası
olan Kandil'in tüm Kürtler için Kürt özgürlüğü
bağlamında eski Yunan'daki Olympus dağı gibi mitolojik bir değeri var. Hepsi açısından. İran Kürdistan Demokrat Partisi'nin efsanevi lideri Dr. Abdurrahman Kasımlu'nun karargâhı oradaydı. Irak'ta Baas rejimine karşı onyıllar süren ayaklanmada, Barzani'den Irak Komünist Partisi'ne, son olarak Saddam'a karşı Celal Talabani'ye, başkaldıran tüm Iraklı ve Kürt güçlerin barınağı, sığınağı, askeri üssüydü Kandil.
Türkiye, Kandil'i söndürmek
için harcadığı zaman zarfında, Türkiye Kürtlerinin gelecek kuşaklarını kaybediyor. En önemlisi bu. Binlerce, on binlerce çocuk ve delikanlı birer saatli bomba'ya dönüşüyor.
Ulusun müziği yazının başında da dediğim gibi sadece çalınan müzikleri değil, çalınmayan müzikleri de içerir. Aynı coğrafyada yaşayan insanların konuştukları yegâne dilin, o dilin nasıl yegâne dil haline geldiğinin tarihini de içerdiği gibi. Bilinçli olarak ulaşılacak bir bilgi değildir bu; başkasının dili, aynı başkasının müziği gibi bir tampon olmadan tolere edilemez. Çünkü bir müziğin yegâne müzik haline gelişi birçok toplumsal travmaya işaret eder. Radyonuzda çalmaz olur, eviniz basılır sazınız alınır, eviniz basılır sözünüz alınır. Giderek tepki veremez olursunuz. Kısırlaşır, kapanırsınız, ses çıkarmaz olursunuz. Dünya Müziği
dinlersiniz ama bu ülkede yaşayıp tek kelime Kürtçe, tek kelime Ermenice, tek kelime Rumca öğrenmemişsinizdir. Dünya müziği size tampon olur, kardeşinizin müziğini dünya müziği üzerinden dinlersiniz. Bir gün bir dünya müziği konserinde hayalinizdeki dünya müziği bozuluverir. Gerçek dünyanın müziği olur. Aynurlar bu ülkede nasıl muamele görüyor ilk elden tanık olursunuz. Islıklar, yuhalamalar sizin dünyanızın müziğinde yoktur.
1 Mart tezkeresi şuna benziyor, Türkiye zaten hastaydı, zatürreydi, üzerine soğuk duşa girdi, verem oldu. 1991'den beri Amerikan ders kitaplarında Kürt haritaları vardı. O kitaplarda Kürtler'den, Ortadoğu'da vatansız, büyük bir millet diye bahsediliyordu. Biz de aldık o kitapları, ders anlatacağız diye, bir de baktık ki Kürdistan haritaları var! Şaşkınlık içinde o kitapları değiştirmek zorunda kaldık. Bu daha Batı'nın 1970'lerde hazırladığı bir projeydi… 2003 yılındaki bir olayla, yani 1 Mart tezkeresiyle gelişmiş olamaz… Ama 2003'te şu oldu; Türkiye'nin de desteğiyle Kuzey Irak otonom bölgesi ortaya çıktı.
Peki şimdi ne olacak?
İşte gördük, BDP'liler kongre yaptılar. Demokratik özerklik istiyoruz
dediler. Onları bütün Avrupa'nın, Latin Amerika'nın sol partileri, sol örgütleri destekledi. Önümüzdeki günlerde Amerika Ortadoğu'da Barzani'yi destekleyecek. O da dolaylı olarak PKK'nın gücünü artıracak.
Demokrasi şöyle bir şeydir; iktidara bir kesimin ideolojik aygıtı gelir ve iktidarın nimetlerinden doğal olarak o kesimin insanları biraz daha yararlanır. Ondan sonra başka bir parti iktidara gelir demokrasinin nimetlerinden o yeni partinin temsil ettiği kesimler yararlanır. Şimdi bu medya düzeninde gerçekleşemiyor. Hem medyada hem siyasette bugün seçilmeden iktidar olanlar var. Meselâ Doğan medyası diye çok kızılıp, eleştirilip, halkın hissiyatına tercüman olmayan bir elitist bakış açısı var, şikâyeti haklı bir şikâyet. Ama bugün meselâ Ak Parti iktidarında bile hiç bir şekilde seçime girmeyip, halktan oy almayıp, halktan teveccüh görmeyip, muhafazakâr kesimin medyalarında okunmadığı halde iktidar olan bir kesim var. Tırnak içinde iktidar diye söylüyorum. Bu da medyada yaşanan anomali halinin öteki yüzü diye düşünüyorum. Bunun da gözardı edilmemesi gerekiyor. Yani liberaller bugün iktidar gibi konuşuyor Türkiye'de. Ama liberaller seçime girip halktan oy almadılar. Medyada da liberaller iktidar pozisyonunda konuşuyorlar. Liberaller seçime girip oy almadığı gibi medyada da okunur değiller. Ama buna rağmen iktidar pozisyonundan konuşuyorlar
Görmememiz gereken, bakmamamız gereken, tanık olmamamız gereken bir anın bizi merakla, kaygıyla, utançla kendisine baktırması.
Hatta belki savaş ve strateji uzmanları, her zaman yaptıkları gibi televizyonda bu filmi bir maç yorumu yapar edasıyla tartar. Türk askerinin
o noktadaki yenilgisinin hangi hatalardan kaynaklandığının dökümünü çıkarır.
HPG, belki de askerin hatasını göstererek moral bozmak', kendi
tartışılmaz gücünü
sergilemek için sanal aleme yolladı bu filmi.
Ama tam da şu dönemde, bu kadar kirli ve alçakça bir hediye, barış yolundakileri tökezletecektir.
Elbette savaşın kendisi toptan kirli ve alçakçadır.
Ama nihaî barışı özlediğini ileri süren savaşçılarıyla bir savaşın da ahlâkî çerçevesinin iyi çizilmiş olması gerekir.
Bu filmde gördüğümüz Türk ordusunun aldığı bir darbe değil, havaya uçan 20 yaşlarında çocuklardır.
Kimi 18 yıl önce yaşadığı hadiseyi korkutucu teferruatla o günmüş gibi anlatıyor, kimi sadece Artık söylüyorum, ben tecavüze uğradım
yazabilmiş. Çok saçma ama tecavüz sadece filmlerde olur sanıyordum
diyen genç bir kadın, hikâyesini anlatmış. Kimi zaman bıçakların, silâhların, uyuşturan ilâçların dahil olduğu, fiziksel acıda başka bir faza geçenlerin kendisine uzaktan bakar gibi bedeninden uzaklaştığı anlar bunlar. Bazen fail en yakını, bildiği biri…
Temizlenmek için sonra derisini kazıyan kadınlar… Şikâyetçi olabildiyse bedeni delil olarak kullanılan, gerçekten rızası olmadığına ikna etmeye çalışan kadınlar. Günlerce kanayanlar, kusanlar, boşluğa bakanlar. Zaman mefhumunu yitirenler, kâbussuz uyumayanlar. Uzun süre sevdiğiyle dahi sevişemeyen, tenine dokunduramayanlar. Tecavüzcüsünün çocuğunu büyüten kadınlar. Aslında bunu hak ettiğini düşünmeye başlayanlar, intiharı aklına düşürenler. Bu travmayı iki yılda atlatabileni de var, ömür boyu arazıyla yaşayanı da.
Tecavüzden bu kadar rahat konuşabilmek, komikliğini yapabilmek için bu insanlardan utanmıyor olmanız gerekir. Ve de en azından bir saniye, sizin ya da sevdiğiniz birinin de başına gelebileceğini tahayyül etmemişsiniz demektir. Tecavüz bir insanlık suçudur, sonuna hiç bir yerde;) gelmez.
Adı, Heidemarie Schwermer. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Doğu Prusya topraklarında doğdu. Ancak ailesiyle birlikte Ruslar tarafından Almanya'ya yollanan mültecilerin arasına katılmak zorunda kaldı. Alman topraklarına ayak bastıklarında ailesi beş parasızdı. Şimdiyse kendisi, gönüllü olarak beş parasız
bir yaşam sürüyor. Bir zamanlar Dortmund'da psikoterapistti. 1996'da işini bıraktı; kiralık evinden çıktı; tüm malvarlığını sevdiklerine hediye etti, banka hesaplarını kapattı; sağlık sigortasını iptal etti. Ayda bin doları bulan emekli maaşını ihtiyacı olanlara vermeye başladı. O günden beri paranın icadından önce insanlığın başvurduğu takas
yöntemiyle yaşıyor. Parasız
mutlu bir hayat sürdüğünü söylüyor. 69 yaşında ve iki çocuk annesi Schwermer'den 15 yıldır paraya gerek olmadan, yardımlarla sürdürdüğü yaşamı dinleyelim:
Bugün eğitim ve öğretim kurumlarında, medyada, sermaye birikimi alanında, emek örgütlenmesinde olduğu gibi yargıdan bilimsel faaliyetlere kadar (sadece TÜBA değil, TÜBİTAK da sorunlu) bir iktidar yoğunlaşması ve bunun doğal sonucu olan iktidar mutlaklaşması süreci yaşıyoruz. Sadece Tayyip Erdoğan'ın otoriter kişiliğiyle izah edilemeyecek ama bu kişilik yapısının da hızlandırıcı bir etki yaptığı bir mutlak iktidar oluşumu süreci bu. Demokratik düzen ve kurallar içinde bugün mücadele edilmesi gereken asli sorun bu mutlaklaşan iktidar yoğunlaşmasıdır.
PKK'yı bitirmefantezisi
Bu karakterdeki sorunların, günümüz dünyasında, askeri yollardan bir sonuç
a ulaşabildiğine ilişkin bir tecrübeden söz etmek çok zor. Böyle sorunlar dünyanın dört bir yanında eninde sonunda masaya gelir ve müzakere yoluyla çözüm aranır, silâhlı güçler silâhlarını diyalog süreci içinde bırakırlar.
Mümtazer Türköne'nin kesinlik içeren dilinden ise, Türkiye'nin bu tarz bir sorunu tamamen silâh yoluyla haklamak
(yani belki de bir tarihsel aşama yaratmak) üzere olduğu sonucu çıkıyor.
PKK'nın, yalnızca bir silâhlı örgüt olmadığını, bölgede etkin ve baskın bir siyasî aktör (veya en azından bölgedeki siyasî denklemlerin kritik bir değişkeni) konumunda olduğunu, silâhlı çözüm yanlısı kesimler de görebiliyor. PKK'nın Kandil'den ibaret bir örgüt, Kandil'den ibaret bir denklem
olduğunu, son dönemdeki operasyonların sonuçlarından büyük beklentileri olanlar bile iddia etmiyor.
Uğur Mumcu bulduğu bağlantıları sürdürmek için Abdullah Öcalan ile görüşmek istiyorum
diyerek Avrupa PKK'sine müracaat etti. Ben yıllar sonra, Uğur Mumcu'nun talebini ilettiği bu adamı tespit ettim. Onunla konuştum. Öcalan'a Uğur Mumcu'nun görüşme talebini Avrupa'daki bu kişi iletiyor. Avrupa üzerinden yaptığı müracaat sonucunda, Öcalan tamam
diyor. Avrupa'daki PKK'liler yardımcı olacaklar, Uğur'u Şam'a götürecekler, Öcalan ile karşılaştıracaklar. Uğur Mumcu Türkiye'ye döneceğini, oradan Şam'a uçacağını söylüyor. Bunu kendisine haber verin
diyor. Uğur geliyor, bir süre sonra arabası uçuruluyor. Abdullah Öcalan ile Uğur Mumcu'nun karşı karşıya gelseydi, başka şeyler de ortaya çıkacaktı. Bu görüşmeden rahatsızlık duyan derin güçler devreye girdi.
Erkeklik krize giriyor, bedeli kadınlar ödüyor
2002 yılında öldürülen kadın sayısı 66'ydı. Ancak 7 sene içinde yüzde 1400'lük bir artışa tanık olduk. Bu artışla AKP iktidarı arasında bir bağlantı var mı?
Maddi bir gerçeklik olarak kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin artışın AKP yönetimine denk geldiği açık olmakla birlikte, doğrudan bir etken olarak AKP politikalarıyla bağlantılandırmıyorum. Dolaylı olarak ise AKP, hem neoliberal iktisat politikaları hem sosyal politikaları güçlü bir şekilde yürüten muhafazakâr bir parti.
Yeni sağcılık ya da yeni muhafazakârlık olarak adlandırdığımız oluşumda belirleyici olan şey neo-liberalizm ve muhafazakârlık arasındaki özel eklemlenmeler, geçişler ve gerilimler. Bu geçişler bazen gerilimli bir durum yaratıyor. Kadına yönelik şiddetin artmasında temel meselenin bu olduğunu düşünüyorum. Şiddetin artmasının muhafazakâr politikalardan çok, ta 1980'lerden itibaren başlayan, 1990'larda giderek ağırlaşan ve AKP'nin de kendine özgü bir tarzda devam ettirdiği neo-liberal politikaların toplumsal dokuyu ve aileyi çözen, yoksullaştıran, güçsüzleştiren ve farklı şiddet biçimlerinin yaygınlaşmasına neden olan etkileriyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Ataerkil pazarlığa dayalı aile düzeninin çözülüyor olması AKP'den önce başlayan bir süreç.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.