Ergenekon diye aslında bir zihniyetten de bahsediliyor.
Zihniyet yargılanıyor mu diyorsunuz?
Bu benim hiç taraftar olmadığım bir durumdur. Zihniyeti deşifre edersin ama somut suçları yargılarsın. Zaten bu davanın örgüt üyeliği gibi muğlâk bir tanım üzerinden yürümesi çok sakıncalı. Savcılar insanları örgüt üyeliğinden içeri atma kolaycılığından çıkıp somut suçlarını tespit etmeli ve o somut suçların izlerini takip ederek bu davayı genişletmeliydi. Özel yetkili mahkemelerin eski DGM'ler olduğunu unutmayalım. Hem Ergenekon'da hem de KCK davasında bu kolaycılığa başvuruyorlar. PKK'nın içindeki Ergenekon meselesine gelirsek; uzun süren kirli savaşların hepsinde böyle işbirlikleri olur. İlla aralarında organik bağ olmasına gerek yoktur. Çünkü bu iki örgütün eylemleri birbirinin işine yarar.
Bir de ne görsün Yakup? Özür dilemesi gereken devlet, 12 yıldır Yakup'u gizli gizli yargılıyor olmasın mı? Hem de kolunu kırıp yaraladıkları o günden dolayı. Hayata Dönüş Operasyonu günü, hani, asıl adı Tufan
olan… İki ay sonra tadilat yaparken Yakup ve arkadaşlarının bulunduğu odada duvarın içinde kesici ve delici alet bulunmuş… Gerekçe bu.
Yakup Köse'nin 18 yıl daha cezaevinde kalması isteniyor şimdi. 12 yıl boyunca yargıladıkları Yakup'a, şehri ve ikametgâhı belli olmasına rağmen tek bir bilgi notu, böyle bir dava olduğuna dair herhangi bir belge göndermemiş olan, dolayısıyla bir savunması varsa onu da dinlememiş olan devlet, bugün muhtemelen bir de karar çıkacak olan duruşmanın celbini göndermeyi başarmış.
Tam da artık bu ülkede bir şeylerin değiştiğine inanmaya başlarken, tam da artık devletin kırık kollar koleksiyonu yapan ihtiyar bir psikopat olmaktan çıktığını düşünüp, esirgeyen, koruyan, adalet tesis eden bir yapıya dönüştüğünü zannettiği günlerde… Hiçbir şeyin değişmediğini anlıyor Yakup, kabûs devam etmekte.
Tek başına telefonda aldığı siparişlerden zincir dükkâna ayda 500 bin liralık ciro yaptıran Gülbahar Bad, çalışma şartlarının iyileştirilmesini talep ettiği ve sendikaya üye olduğu için işten çıkarıldı. Tabii ki henüz tazminat ücretini de alamadı.
Paraya ihtiyacı olduğunu bilmeme rağmen Gülbahar Hanım'a İyi olmuş bir bakıma bitmesi
deyiverdim. Kendime şöyle bir bakınca
ben'i göremiyordum, evet belki de iyi oldu
diye cevap verdi. Kendine bakıp ben'i görememek'… Böyle tuhaf bir zarafet ve samimiyetle anlatmaya devam etti son üç yılını.
Nasıl diyeyim, bir insan değil gibiydim. Her gün 11 saat sana öyle davranılırsa, inanıyorsun… Değersizim diyorsun. Genç arkadaşlarımdan bazıları anti-depresan almaya başlamıştı. Ben de bir doktora görünsem diyordum çünkü eve geç gidince çocuğum uyumuş oluyordu. Onunla aramıza rahatsız edici bir mesafe girmişti.
Küçücük çocuk ama anlıyor stresi. Sonra sürekli anneme çatıyordum. Kadıncağız Bu ne saldırganlık, bu ne öfke kızım?
deyince, anladım ki psikolog vaktim benim de gelmiş. Sonra zaten işten çıkarıldım.
Bu topraklardan o kadar çok büyük
gelip geçmiştir ki, bu yüzden hiç biri tek başına büyük
kalamamış.
Hiçbir kültür öbürünü asimile edememiş ama birbirine yabancı da olmamışlar, etkilemiş ve birbirinden etkilenmişler. Yani bu topraklarda ender rastlanılır bir ebrulaşma doğmuş. Mozaik benzetmesi anlatmadığı gibi çok kültürlülük nitelemesi dahi bana durumu anlatmada yetersiz görünüyor. Aynı zamanda büyük ve sayısız acılar da yaşandı bu topraklarda, büyük kıyımlar da oldu.
Büyük acılar, büyük sevinçler, yeni fikirler, büyük aşklarla yoğrulmuş bir insanlık tarihi.
Bu yüzden bu topraklara en yabancı bitki kibir
dir.
Ama maalesef bir ayrık otu gibi bitiyor da kibir. Çünkü geçmişe özcü yaklaşıyor, bugün yaptıklarımızdan gurur duyamadığımız için kibrimize geçmişten malzeme taşıyoruz. Geçmişi kültürleştiremiyoruz bu yüzden.
Kültürleştirmek, onu Sen ki
tadında işleyip bugüne taşımaktır.
Geçmişiyle, tarihiyle en fazla övünenlerden biri olan başbakanın Avrupa'ya kibirli kafa tutuşuna bundan daha yerine oturan bir yanıt düşünemiyorum. Aynı ekolden gelip başbakanın bu anlamsız çıkışı karşısında uyarıcı olması gereken yazarlar ise kahve dövücünün hınk deyiciliğini yapıyor.
Türkiye'nin insan hakları dosyası ortadayken…
Sözde kendine bağlı Genel Kurmay Başkanına yerini bil
diyemezken Avrupa'ya haddini bildirmeye kalkışmak kalkışanın azametli
görüntüsünü hiç de sahici kılmıyor.
Tayyip'in oğlu kırmızı ışıkta hızla geçiyor. Peşine siren çalarak ekip takılıyor. Kaçarken, yaya geçidine 5 metre kala eşime çarpıyor. 30 metre sürüklüyor. Eşim 6 gün sonra vefat etti. Yakalandığında polislere Tayyip'in oğlu olduğunu söylüyor. Zaten o andan itibaren her şey değişti. Karakola gittik, çocuğun ehliyetini sormuyorlar. Polislere bunu hatırlattığımızda
Siz ukalâlık etmeyin, biz ne yapacağımızı biliriz
dediler. Kazadan hemen sonra caddemize belediye arazözleri geldi. Tarihte ilk kez, caddemiz baştan aşağı yıkandı. 35 metre fren izi vardı ve her şeyi bir anda yok ettiler. Çocuğun ehliyeti yoktu. Kazadan sonra, üç ay önce verilmiş gibi ehliyet düzenlediler. Mahkeme başladı, çocuk bir kez olsun gelmedi. Babası tarafından yurtdışına gönderilmişti! Ama Tayyip'in adamları hep oradaydı. Karımın hakkını ararken bir şey söylediğimizde dirsek yedik, tehdit edildik, tacize uğradık. Hâkime çocuğun ehliyeti olmadığını, kazadan sonra babasının forsuyla düzmece ehliyet verildiğini söylediğimizde Ne demek yani, siz koskoca belediye başkanını sahtecilikle mi suçluyorsunuz
diye azar işittik.
Türkiye'de, dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapılması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 869, 87 lira. Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı (yoksulluk sınırı) ise 2.833, 44 lira. Asgari ücret ise 629, 95 lira. Biz, açlık sınırının bile altında olan asgarî ücretin artırılmasını savunan adayları destekliyoruz.
ABD için onun ulusal güvenliği denizlerin kontrol edilmesine bağlı. Denizi kontrol edince, ticareti de kontrol ediyorsunuz. ABD dünyada denizleri tümüyle kontrol eden ilk ülke. Japonya ve Türkiye iki deniz gücü ülkesi. ABD'nin diğer denizci kapasitesini görmekte bir çıkarı yok. Türkiye bu yolda ilerliyor. Bu nedenle, ABD'nin Türkiye ve Japonya'yı tehdit olarak görmeye başlayacağını düşünüyorum. Bildiğiniz gibi, ABD ülkeleri potansiyel tehdit olarak görünce bir şey yapar. Her iki ülkenin de ABD'yi agresif olmakta durduracak şeyler yapmaya çalışacağını bekliyorum. Bence bu, uzlaşmazlık bölgesini oluşturacak. Şu anki dengelere bakınca bunun imkânsız göründüğünü biliyorum. Her yüzyılda bir savaş oldu. Bu yüzyılda savaş, ABD ile onun gücünü tehdit eden yükselen güçler arasında olacak. Eğer Türkiye bu büyüme hızında büyür, etkinliğini artırmaya devam eder ve ordusunu güçlendirirse, bir noktada ABD ile karşı karşıya gelecek. Bu kaçınılmaz.
Bugüne kadar Türk ve Kürtler arasında etnik temelli bir düşmanlık yeşermemişti. Dolayısıyla tansiyon hiç bir zaman tavana vurmadı, dolayısıyla dibi de boylamadı. Korkum Kürtlerin ve Türklerin tamamen farklı gerekçelerle gerçek ve kökten bir çözüm için, gerçek bir savaş
noktasına gelmeleri.
Arap baharından ilhamla, Kürt baharına libas biçenlerin bunun bahar filân değil, kanlı bir hasat olacağını görmelerini temenni ediyorum.
Maç seyreder gibi…
O yüzden müdavimler daha çok bir taraftar
tavrıyla izliyor programı… Bu, onlar için bir yandan kendi yerleşik düşüncelerine iman tazeleme
imkânı sunan ritüel
bir izlence, öte yandan da bir müsabaka'… Ancak motivasyon kim kimi mat edecek şeklinde belirse de herkes biliyor ki
maç
berabere bitecek! Eşyanın doğası, ekranın yasası bunu gerektiriyor çünkü…
Başarının sırrı, her iki aktör'ün de bu yasanın gereğini bihakkın yerine getirmesinde yatmakta. Bunun bir
şov
olduğunu unutmamak onlar için baş koşul… Nereden mi çıkarıyorum? Hatırlayın, bir ara Mehmet Barlas'ın yerine Cengiz Çandar rakip
olarak Kongar'ın karşısına konulmuştu. Yürümedi, çünkü neredeyse kan
çıkacaktı! Çünkü Çandar, Kongar'ı fazla ciddiye aldı. Yapılanın bir tartışmadan çok şov olduğunu, esası içeriğin değil retoriğin oluşturduğunu unuttu. Neyse ki Barlas döndü, Show must go on
ilkesinin ihlâli önlendi. Kongar gitmedi, çünkü kanımca o, fikir değilse de imaj itibarıyla yeri doldurulamaz bir figür… Ses tonu, gözlükleri ama özellikle de fularıyla!
Yarım saat sonra Tugay Komutanı Abdullah isminde birisi geldi ve telsizden Vurun, öldürün, milletvekillerini de belediye başkanlarını da tarayın
diye emir yağdırmaya başladı. Bu arada emrinde görevli komutanlara durmaksızın küfürler yağdırdı.
O gün cenazeleri almamızı engellediler. Tüm gün tank atışı, top atışı yaptılar. Benim gözlerimin önünde, o derin uçurumlardan, arama yapan insanların üzerine kaya yuvarladılar. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin geldiği nokta vahim.
Bir alt rütbeli komutana dedik ki, Bize yarım saat müddet verin, biz gidip cenazeleri alıp, devlet hastanesine bırakalım ve süreç olaysız şekilde atlatılsın.
Fakat komutanın saldırı emri üzerine biz aşağıda arama yapan arkadaşlarımızı yukarı almak zorunda kaldık.
Binlerce insan orada Direniyoruz, kalıyoruz, almadan gitmiyoruz
dedi. Bu sefer asker önde, biz karşısında beklemeye başladık.
Komutan bize geldi ve sınırı aştınız
dedi. Ben de Burada Türkiye'deki bir birlik var. Sen de aşmışsın sınırı, gitmişsin Irak Kürdistanı'na tabur yapmışsın. Ben de bu topraklardayım; hepimiz kaçağız burada
dedim.
Kapitalizm, elma gibi dalında olup yere düşmez
Avrupa'da beyler ve tâcirler feodalizmin buhranını kapitalizmi kurarak çözdü. Emekçiler için hayırlı mı oldu? Yeni kurulan her sistemin öncekinden daima daha iyi olduğu batıl inançtır. Kölelik benzeri daha berbat kurumlar ortaya çıkabilir. Ulus devletlerin yerine başka zulüm örgütlenmeleri ortaya çıkabilir. Yeni kurumları özgürlük, demokrasi, insan hakları adına kurabilirler.
Onun için, buhranların etkisiyle kapitalizmin çökmesini bekler isek, bunun yerini zalimler başka şekilde doldurur. Sömürüye, tahakküme dayanan bu sistemi tasfiye edip yerine adil, tahakkümsüz, özgürlükleri genişleten bir sistem kurabiliriz. Bunu yapmanın eşref saati yoktur. Kapitalizm, elma gibi dalında olup yere düşmez. Kapitalizmi ya tasfiye ederiz ya da etmeyiz. Etmezsek egemenler sorunlarını daha korkunç sömürü ve tahakküm yöntemleriyle çözecektir ve beşerîyet gezegeni tahrip ede ede yok olacaktır.
Öğrencilere ve masum öğrenci gösterilerine yönelik faşizan yaklaşımın kanımca ikinci temel sebebi; AKP'nin ülke içerisindeki rejimi kendi ideolojisi doğrultusunda içeriden değiştirme gayretleri ve bu gayretlerin devletin temel ilkeleri ve çeşitli devlet organlarının dünya algılamalarıyla uyuşmadığını bilmesi sebebiyle, sistemin neredeyse tamamına hakim olmasına karşın kendisini halen muktedir olarak görememesinden kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla kendisine yakın basın-yayın organlarında yüz binlerce eli silâhlı mensubu olan Türk Silahlı Kuvvetleri'ni dize getirdiği iddia edilen AKP'nin 150-200 öğrenci karşısındaki ürkek tavrının arkasında, öğrenci hareketlerinin demokratikleşme sürecinde hızla güçleneceğini bilmesi ve kendi değişim programının toplumun önemli bir bölümü ve devletin temel ilkeleriyle uyuşmadığı noktalarda halk ve devlet kurumlarından kendisine gelecek tepkilerden inanılmaz derece ürkmesidir.
Yeni Osmanlı'yı kurma yolunda kendinden emin adımlar atan, Türkiye'yi adeta sessiz bir devrimden geçiren (!) anlı şanlı devlet adamlarımızın bir avuç öğrenciden korkmalarının altında; kendilerine güvensiz ve vizyonsuz kişiler olmalarının yanında işte bu dönüşüm programına ilerleyen yıllarda hızla artarak devam edecek tepkilerden korkmaları ve demokrasiyi halkı kontrol etmek
olarak algılamaları yatmaktadır.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.