2009'da ikinci zirvesini Mexico City'de 14-16 Ekim'de düzenleyen hareket, Latin Amerika'daki şiddete ve gençlerin bu şiddeti sonlardırmak adına teknolojiyi nasıl kullanabileceklerine odaklıydı. Bu zirvede Dışişleri Bakanı Clinton genç delegeleri yükselen sivil aktivistler neslinin öncüleri
olarak adlandırdı. Toplantıya katılan 15 devlet ve özel kuruluş, dünyanın önde gelen teknoloji şirketleri,son teknolojik gereçlerin değişimi nasıl harekete geçirebileceğine, hareketlerin oluşumuna nasıl zemin hazırlayacağına ve hayatları nasıl dönüştürebileceği üzerine paneller düzenlemişler.
Bir ülkede demokratik kültürün inşa edilmesi ise kutsalların terk edilmesi ya da kutsalı olmayanların zihniyetinin norm
kabul edilmesiyle olmaz. (İkincisi bir tür zihniyet diktası
dır zaten.)
Demokratik kültür, aksine, farklı kutsallara sahip veya kutsalı olmayan insanların karşılıklı saygı
temelinde uzlaşmasıyla gelişir.
Meselâ Hindularla birlikte mi yaşıyorsunuz. Eğer insan
iseniz yahu şu bizim ineği kesip de yesek
deyip adamlarının kutsal bildiği bu hayvanı onların gözünün içine baka baka boğazlamazsınız. Öte yandan Hıristiyanların haçına saygısızlık etmez, Yahudilerin soykırım yarasını hafife alıp deşmezsiniz.
Gelgelelim hiç bir toplum böylesi bir saygı küpü
değildir. Hemen her yerde başkalarının kutsallarını inciten kendini bilmezler
çıkar. Milletin ağzı torba değil ki büzesinizdir. Dahası, son yüz yıldır Batı Avrupa'da (bakın Amerika'da demiyorum) öyle bir kültür gelişmiştir ki, dinle alay etmeyi adeta bir erdem saymaktadır.
Bu ise çağımız Müslümanlarının karşısına önemli bir soru çıkarır: Kutsallarına dil uzatan, dinleriyle alay eden insanlara karşı ne yapacaklar?
* Mother Jones dergisi mart sayısı için maskülenlikle ilgili küçük bir dosya hazırlamış. Bir düzine erkeği rastgele seçip sormuş: Erkekliğinizi en çok nerede hissediyorsunuz?
* Josh'un cevabı: Kendimi erkek gibi hissediyorum çünkü uzun süre deniz kuvvetlerinde çalıştım. Vücut çalışırım. Ayrıca Mohikan tarzı saç stilim ve dövmelerim var. Ha, bir de çok küfrederim.
* Patrick'in cevabı: Neden mi kendimi erkek hissediyorum? Çünkü bir kez bile cinsiyetimi sorgulamadım. Kadınları çok severim ama hiç kadın olmak istemedim.
* Andrew'un cevabı: Bir odaya girdiğimde ilk yaptığım şey, erkekleri ve kadınları beynimde taramaktır. Bakarım; oradaki hangi erkeğin beni dövmeye gücü yeter veya ben hangilerini indirebilirim? Sonra yine bakarım; oradaki hangi kadını yatağa atabilirim? Bu tarama işi her zaman ve kontrolüm dışında oluyor.
* Ezgi'nin yorumu: Bravo, durmak yok, yola devam.
Soner Yalçın bâzı fantastik filmlerdeki gibi gündüzleri mazbut ve dürüst bir memur da geceleri kurt adam olarak ıssız köşelerde insanların kanını mı emiyordu?
Bütün mel'anetini gazetecilik kisvesi altında yürütdüğüne göre ne soracaklardı yâni, geçen hafta Yenikapı açıklarında cesedi bulunan kadını kendisinin öldürüp öldürmediğini mi?
Hem basın özgürlüğü
ne o kadar düşkün iseniz başda star, Zaman, Taraf ve Sabah
olmak üzere düzinelerce meslektaşa toplam iki bini aşkın dâvâ açılarak analarından emdikleri burunlarından getirilirken, haklarında toplam yüz binlerce liralık ve yüzlerce, evet, yüzlerce yıllık hapis cezâları taleb edilirken ve öyle ki muhterem savcılarımız telâşdan gazeteleri bile karıştırıp Zaman
da çıkmış haber için star
a dâvâ açarken aklınız neredeydi, a gidinin koç değil kof yiğitleri?
Karşılıksız çekler gibisiniz!
O yıllarca karargâh
a kırmızı hatlarla bağlı muhâlif
(!) gazeteleriniz aleyhine şimdiye kadar kaç dâvâ açıldı?
Bir tekini söyleyin de âbâd olalım!
Delikanlılıkmış!
Bir kahbe dölü Hrant Dink'i arkadan vururken ortalıkda hiç sizlerden bir delikanlı
görememişdik!
Sadece güçlü bir ordu da değil. Çok daha güçlü bir ordu!
Niye ki?
Mesele biraz da askerin çok ama çok güçlü olması değil miydi?
Bu gücün hiç şeffaf olmayan, elinde top, tüfek, tank, silâh olan, demokrasiyi de hep ayak bağı gibi gören bir topluluk elinde temerküz etmesi nedeniyle yaşanmadı mı bazı şeyler? Elinde silâh olan bu büyük topluluk, kendisini sivil idarecilerine bağlı saymakta zorlandığı, hepi topu bürokrat olduğunu idrak edemediği seviyede işi nerelere vardırdığını gördük. O plan tutmadıysa bu plan; o cephe çöktüyse bu cephe, o silâh yakalandıysa bu silâh şeklinde ilerleyen zincire o kadar çok halka eklendi ki bağlantı noktalarını hatırlayamaz olduk. Kimimiz inkârı seçti, bu kadar da olmaz
duygusunun ağırlığını taşıyamayarak kedidir kedi
noktasına geldi.
Bunlar, söz konusu ordu
, çok Kemalist, doğuştan totaliter, efenim halkından dünya görüşü itibarıyla çok uzak kalmış ve Fransa tipi laikliğe takılmış insanlardan oluşuyor diye olmadı. Nedeni sadece bu değildi. En önemli nedeni, fazla güçlü bir ordu olmasıydı, Batum'a göre altı oyulmuş; hayır güç bazen bıraktığınız izlenimden ibarettir. Aşırı güç, denetim mekanizmasının olmadığı yerde kaçınılmaz olarak yozlaştırır.
Ne de olsa hukuk hepimiz için gereklidir. Onun gibi düşünmesek de… Basın özgürlüğüne vurulan darbe vb. klişelerle yine o soğuk çiğ ışığın altında sorguya alınırlar.
Hani hak savunucusuydun? Hani basın özgürlüğü dendi mi mangalda kül bırakmıyordun? Buyur, Soner Yalçın'a sahip çık da senin ne tatlı bir Gandicik olduğunu görelim. Belki o zaman inanırız Ceylan'ın havaya uçtuğuna. Azat'ın iki yaşında işkence gördüğüne. Mutki'de, Kulp'ta ve onca yerde çıkan kemiklerin varlığına. Kayıp edilenlere, yok sayılanlara, SDP Genel Başkanı'nın hapiste olduğuna. İşçilerin yedikleri dayaklara.
Odatv adresli bataklığın bekası için mücadele etmezsen yarın sıra sana da gelecek.
Sıra zaten hep bizdeydi. Yalçın ve gibilerinin gayretleriyle.
Riyakârlığı bir kenara bırakın.
Faşist bir işadamının muhalif bir basın emekçisi olarak portresini yutturamayacaksınız.
Onun kahramanlığının tescilini de potansiyel kurbanlarından beklemeyin bari.
Cevizlidere'nin gözünü o gece uyku tutmadı. Sabah da hayvanların salınacağı saatte, askerler köye girdi. Askerleri Çılgın karşıladı:
Dedi ki muhtar, haneleri topla, evleri yakacağız. 10 dakika mühlet. Sadece çoluk çocuğumuzu kurtarabildik. Sırayla oturttular. Fitille yakıyorlar. (Eliyle gösterip) Şu kadar lokum gibi bir şey, alev alıyor. Eşya içerideydi. O esnada ağabeyim geldi. Asker yolda durdurup soyundurmuş. Ermeni mi, Müslüman mısınız, diye.
Kedim vardı, yavrulamıştı. Onlar da içeride kaldı. Annem ağladı. Dedi ki, 38'de bizi böyle toplayıp öldürdüler. Bayılmışım meğer. Kendime geldiğimde, neyiniz varsa, alın gidin, dediler, yoksa öldüreceğiz. Annem ve çocukları gönderdim. Civar köyler de boşaltılmıştı. Dumandan göz gözü görmüyordu.
O, sürekli yanlış anlaşılır, dedikodulara maruz kalır. Umurunda değildir. Kibirinden değil. Sadece yanlış anlaşılma korkusu üstüne kurulu küçük burjuva toplumsal düzeninin dışında olduğu için.
Benjamin'in ışıklar saçan nihilizmi, müthiş bir umut vaad eder. Umut kelimesinin yüklendiği mahfaza-adam
freni anlamından söz etmiyorum elbet. Aman bir tatsızlık çıkmasın
diye hayatı askıya almanın, ertelemenin üstbaşlığına dönüşen umut politikasından hiç söz etmiyorum.
Dünyayı ve hayatı okurken, hepimizi iğdiş eden onca önkabulün, bilginin, geleneğin dışında bir bakış sunduğu için.
İnsan olma serüveninin sonsuz zenginliğini imlediği için.
Batılı yaşam tarzını sahiplenmiş çağdaşlarımızın tutumu? Modern birey
anlayışı, ka-dın-erkek eşitliği, Darwinizm, alkol tüketimi, cinsellik gibi konulardaki Batılı mükte-sebata itiraz eden her eleştiriye karşı yekten ve hoyratça teyakkuza geçen ve görüş sahibini sorumluluğa davet eden arkadaşlarımız, neden dini hedef alan, inanç sahiplerinin kutsalları ile alay eden görüşler söz konusu olduğunda sınırsız sorumsuzluk talep ederler? Cevaplanmamış tüm sorularımızla beraber, elimizde demokrasiden daha iyi bir yöntem yok. Penguen yoluna devam edecek. Çünkü memlekette demokrasi olsun istiyoruz. Müdahale olduğunu hisseden dindarlar da tepki verecek. Çünkü memlekette demokrasi olsun istiyoruz. Her iki taraf da, nefret dilinden kaçınma şartına riayet etse hiç fena olmaz. Çünkü memlekette huzur da olsun istiyoruz.
Ciner Grubu, önceki gün aldığı kararla gazetecilerin haber dışı
şirket gezilerine katılmalarına kısıtlama getirdi.
'Hanut tabir edilen bu gezilerde, muhabirler ve köşe yazarları şirketler tarafından tam pansiyon
ağırlanıyor. Uçak biletleri, gezi masrafları, otel faturaları ödeniyor, karınları doyuruluyor. Hatta bazılarına yıkama, kese, masaj hizmetleri bile veriliyor ve bu masrafları da şirketler ödüyor.
Karşılığında da şirketlerin tek bir beklentisi var: Ağırladıkları her kimse gezi dönüşü uzun uzun yıkama yağlama yazısı yazmaları, firmayı yere göğe sığdıramamaları.
Bu sayede firmalar da reklamı
ucuza getirmiş oluyorlar. Medyaya ilân verip sponsor olacaklarına işin kolayını bulmuşlar. Köşe yazarı tavlamaca diyoruz buna…
Gladio Savcısı Felice Casson da araştırma komisyonlarının bu tarz soruşturmalardaki hayatî önemine dikkat çekiyor.
Oysa AKP milletvekilleri kontrgerillanın, JİTEM'in, siyasî cinayetlerin ve geçmiş darbelerin araştırılması için verilen önergeleri bugüne dek defalarca reddetti.
Bunlar da Ergenekon sürecinin, kontrgerillayı çökertmekten ziyade, hesaplı ve onaylı bir tasfiye operasyonundan ibaret olduğunu düşündürüyor. Birkaç muhalifin de araya karıştırıldığı sınırlı bir tasfiye operasyonu.
Komünizmle mücadele dernekleri, glu glu danslarıyla bezeli bir geçmiş de kontrgerillayla gerçek bir mücadeleyi engelliyor olabilir elbette.
Neticede daha bu hafta Tayyip Erdoğan bir açılışta şunu dedi: Ahmet Kabaklı'nın ismi Türkçeyle, mücadeleyle, fikirle her daim yan yana anılacak.
Ahmet Kabaklı ise Susurluk zamanında şunu demişti:
Ülkemizi, çıkarları uğruna yıkıp çökertmekten ve bu yolda yurtdışı-yurtiçi ayinlerle ihanet birliği etmekten sakınmayan, gözü dönmüş politika ve basın simsarları, bilindiği gibi bir aydan beri yalnız Susurluk yeyip Susurluk sayıklıyor (…) Abdullah Çatlı ve arkadaşlarına karşı eski Sovyet tarzı propaganda sürdürüyor.
Sayın Erdoğan'a pek sevdiği Kabaklı'nın kontrgerilla militanlarını savunan fikir ve mücadeleleri hakkında ne düşündüğünü sormak da boynumuzun borcu olsun.
'Devlet rutin dışına çıktığı zaman devlet içinde devlet yetkisi kullanan birileri cinayet işleyip, adam öldürdüğü, zaman devletin himayesi altında, devletin kanatları altında çok geniş bir illegalite alanı ortaya çıkar. Adam öldüren adam öldürme yetkisiyle oturur banka soyar, adam soyar, uyuşturucu ticaretine girer, başka kanunsuz işlere girer.
Çünkü rutin dışına çıkmış devletin ona verdiği yetki ona dokunulmazlık sağlar ve suç sonsuz derecede artar. Devletin rutin dışına çıkmasının asıl sakıncası da budur.
Kıbrıs'ın kuzeyini aldık belki ama hiç bir zaman aldığımız toprakları Kıbrıslılara geri vermedik. Kıbrıs'ın bir ülke, Kıbrıslıların bir kültürü, dili olduğunu görmezden geldik. Şimdi buna itiraz edenlere kızıyor Başbakan… Fırça atıyor, üstten bakıyor, Kıbrıslıları cezalandırmaktan bahsediyor.
Babam uğruna savaştı, ablam âşık oldu yerleşti ama yetmedi. Birimizin bu durumu sadece Başbakan'a değil bu ülkeyi yöneten tüm siyasilere anlatması gerekiyor; Kıbrıs Türkiye'nin rehin aldığı hor görülecek bir iç ülke değildir. Kıbrıs Kıbrıslılarındır.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.