Oysa bu irâde mevcûd olsa o kendi dayatdıkları anayasaları bile çiğnemekden çekinmeyenlere sorulması gereken sualler sorulurdu!
Meselâ kendi yurddaşlarının dilini, kimliğini ve varlığını hesab sorma
konusu yapanlardan; 25 Ekim 1985-19 Hazîran 2010 arası yedikleri tam 33 karakol baskınında verilen toplam 357 şehid Mehmedciğin hesâbı sorulabilirdi!
O Mehmedcikleri göz göre göre ölüme yollayan bâzı generallere hangi gerekçeyle madalya verildiği sorulabilirdi!
Meselâ Heronlar
ın PKK'ya, yâni bizimkiler
dedikleri tarafa fazla zâyiât verdirdiği için devreden çıkarılmasını isteyen subayların hesâbı sorulabilirdi!
23 Temmuz 1974'de Kıbrıs Harekâtı sürerken Türk Uçakları
tarafından batırılan Türk fırkateyni
nin hesâbı ve üstelik hayatda kalabilen altısı subay 42 bahriyelinin niçin bizzat bizim donanmamız tarafından değil de Mevoot Yam
adlı bir İsrâil korveti tarafından kurtarıldığı sorulabilirdi!
O mesele 36 yıl evveldi. Şimdi aklımızı başımıza topladık. Donanmayı düzeltdik.
diyenlere ise 13 Ekim 2010 günü Aden Körfezi'nde deniz haydutlarına karşı mücâdele eden filonun sancak gemisi olarak yola çıkan Gökçeada
Fırkateyninin bir sandala taarruz ederken
neden karaya oturduğu sorulabilirdi! Yâhut aynı donanmada nasıl olup da teğmenlerin amirallerini öldürme planları yapabildikleri sorulabilirdi!
Ben bu süreçte sapla samanın ayrılmakta olduğunu düşünüyorum. Seksen yıl sonra nihayet Kemalizmle sol ayrılıyor ve bu çok hayırlı bir gelişme. Unutmayalım, koca bir kuşak solcu olduğu için Cumhuriyet gazetesi okudu, İlhan Selçuk'un solcu olduğuna inandı. Bu artık bitti! İlhan Selçuk, Kemalisttir, darbecidir ve devletten yanadır. Sosyalizm başka bir şeydir ve şimdi sapla saman ayrılıyor. Çünkü Türk solu uzunca bir süredir aslen sosyalist değil Kemalist olduğu için, bu halk kendisine eziyet eden devletin yanında hep solu gördü. Bu yüzden sol her zaman güdük kaldı. Evet, 12 Eylül tarihsel bir gerçek, ama Türk solunun esas zaafı 12 Eylül değil, Kemalist olması.
Dünyâlar durdukça nâmı yürüyesice Türk Dil Kurumu, yeni nesillere aktarılmasına lüzum görülmeyen kelimeleri sözlüklerden atmaya karar vermiş. Buna göre meselâ eksik etek
yâhut kaşık düşmanı
gibi sözler artık kullanılmayacakmış. Bence fevkalâde yerinde bir karar! Ancak eksik. Bana kalırsa yedi bilim adamından oluşan bir komisyonun titiz bir şekilde çalışarak ayıkladı
ğı sözler arasına hıyarlık
kelimesinin alınması da gerekirdi. Zîrâ hıyarlığın da lüzûmu yok!
Aslında niyet tabii iyi. Kadınlara yönelik aşağılayıcı sözleri çıkarmışlar. Ama bu bana tv kanallarında sigara görüntülerinin mozaiklenmesi tedbîrini
(!) hatırlatıyor. Millet ahmak olduğu için üstünü kapadınız mı altında ne olduğunu kestiremeyerek zararlı alışkanlıklardan kurtuluyor. Bu şekilde film seyretme keyfinin içine etmek elbet kimsenin umurunda değil. Çünki halk için neyin iyi olduğuna karar verecek olanlar onlar
dır, artık her kimler ise! Jakobenlik ve toplum mühendisliği iliklerine işlemiş bizim aydın
(sevsinler!) tabakasının! Bir Allâhın kulu da çıkıp Ulan, siz kim oluyorsunuz? Size bu hakkı kim verdi, a haddini bilmezler?
demeyi muhtemelen şartlanma sâikıyle akıl edemediği için de her önüne gelen bu boyacı küpüne bir de kendi dalıyor.
6 SAATTE 10 FARKLI KIZLA OLABİLİYORUM
20 yaşındayım. Gece 24.00'ten sabah 06.00'ya kadar 10 kişi ile ilişkiye giriyorum. Ama buna kimseyi inandıramıyorum. Ne yapmalıyım?
HAYDAR DÜMEN'İN CEVABI:
Vallah billâh, şart olsun (Bir Anadolu yeminidir), başına ibibik kuşları konsun. Anlattıklarına ben de inanmıyorum. Senin gücünü sorgulamadım haşa. Ben bir doktorum, soğuk su katmam pişmiş aşa. Sen onu da aşarsın, belki 10-30'a ulaşırsın. Hababam de babam aslan gibi Türk genci, doğa sana vermiş bu direnci. Ama gel bana sen söyle. Şu 10 değişik kişi bunlar nasıl birileri? Kadın mı, kız mı? Sen iyi insansın, böyle yarmazlıklar yapmazsın. Saçmalıklara boyun eğmezsin ve ayvayı da yemezsin. Bu 10 kişiyi bulsan, 10 kişiye banyoda suyu nerede bulacaksın? İşte benim merakım bu. Kısaca nereden bu değirmenin suyu? Küresel ısınmadan dünyanın hali kuru. Oğlum düz yolda yürü.
* (Dipnot)
Şimdi Kürtler adına siyaset yapanların bir hayli tartışmalı taleplerini/çıkışlarını, sırf eskiden kendisi de İslâmcıydı, benzer
yollardan geçmişti gibi bir kurgu üzerinden sempatik bulması ve kabul edivermesi bekleniyor AK Parti'den. Oysa gözden kaçırılan bir nokta var: Eski Milli Görüşçü yeni muhafazakâr demokrat parti, iktidara kavuştukları için aşırı söylemlerinden
ve aşırı eylemlerinden
vazgeçip sisteme entegre olmuş değiller. Bilakis Tahammülfersa
işkencelere tabi tutulmadıkları gibi, tahammülfersa
eylemlere girişmedikleri için iktidar olabildiler. Ve tahammülün sınırlarından
bahsetmeleri tam da bu nedenle mümkün. En azından şaşılacak bir şey değil.
O hârikulâde sohbet gecelerinden birinde lâf dönüp dolaşıp azınlıklar ve onların anadilleri meselesine geldi. Okuyucularım belki bileceklerdir ki 1950 başları henüz Kürd
meselesi kamuoyuna intikâl etmiş değildi ama nüfûsu bir milyonu zar zor bulan İstanbul'da hâlâ 200.000 kadar Rum yurddaşımız yaşıyordu. 6/7 Eylül 1955 Vahşeti
sonucu bu insanlarımız henüz canlarını Yunanistan'a atmaya mecbur bırakılmamışlardı.
O gece Muharrem Ağabey'e şu suali yöneltdim:
Burası Türkiye olduğuna nazaran azınlıkların da Türkçe konuşmaları gerekmez mi?
Cevâbını dünmüş gibi hatırlıyorum:
Yağmur, Türkçe öğrenmeleri tabii ki şartdır. Ama onlara Rumca, Ermenice vs konuşmayı yasaklamak; Rusya'da, Çin'de, Bulgaristan'da ve daha nice ülkelerde yaşan Türklere kendi anadillerinin yasaklanmasına da zımnen râzı olmak, çanak tutmak demekdir! Adama sorarlar sonra, sen benim ülkemdeki Türklerin anadiline karışıyorsun ama kendi ülkendeki azınlıklara nasıl muâmele ediyorsun diye!
Akşamları bir yerde içki içip (şart değil), eğlendikten sonra geceyi bir işkembecide ya da mantıcıda bitirdiniz diyelim. Arkadaşlarınızla lâfa dalmışken kafanızı kaldırdığınızda Türklere has bir duvar dekorasyonu ile karşılaşıyorsunuz. Mekâna gelen ünlülerin ölümsüzleştiği şahane fotograf kareleri. Gecenin bir yarısı muhtemelen eve giderken çektirdikleri için çoğu yorgun, dağınık, berbat haldeler. Bunun bir de Sultanahmet köftecisi gibi bir dosya kâğıdına mekânla ilgili övgüler yazdırılıp çerçeveletildiği versiyonu var. Mekân sahibi önünüze çorbayı koyduktan sonra elinde makinesi ya da kâğıt kalemi ile başınıza dikildiğinde kolaysa reddedin bakalım. Bugüne kadar bu fotograflarla doyasıya dalgamı geçtiğim için bazen sırf bunlara bakmak için bile çorbacıya gitmişliğim var. Dün sabah menemen yediğim mantıcı tavayı önümden alıp fotograf makinesini kaldırınca önce dondum kaldım. Sonra mecburen gülümsedim. Herkes bir gün mantıcı duvarında fotograf olma duygusunu tadacakmış. Neyse ki garson duvardaki sergiyi her 6 ayda bir değiştirdiğini söyledi. E, bu da bir teselli.
Erdoğan'dan, diğer şeylerin yanı sıra, Türkiye'nin ABD ve İsrail'den sonra insansız uçak yapan üçüncü ülke olacağını öğrendik. Türkiye birkaç yıl sonra kendi yaptığı
ilk uyduyu uzaya atacakmış. Kendi öz piyade tüfeğimizin seri üretimine geçmemizin zamanı yakınmış. Kendi tankımızın proto tipi hazırmış. Savaş gemisi yapıyor ve satıyormuşuz.
Cehaletin kara kuyusundan gün ışığına çıkamıyorsak on yıllardır bu ve bunlar gibi verimsiz ve akılsız yatırımlara milyarlar harcandığı içindir. Türkiye uydu falan yapmıyor, örneğin. Montajını yapıyor. Ve ben de yaptım
demek için boş yere sokağa para atıyor.
Bir taraftan komşularla sıfır sorun
politikası izlemek ve benim çevremde düşman ülke yoktur
diye böbürlenmek, diğer taraftan dünyada silâhlanmaya en çok para harcayan ülkelerden biri olmak akıl ile bağdaşmaz.
Öncelik meselesi. Silahta rant var, eğitimde yok. Ama eğitimsiz muassır medeniyet
seviyesi yakalanamaz, zenginleşmek ise imkânsızdır.
Muhtelif NATO ülkelerinden subaylar seneler önce Londra'da bir ortak seminere katılmışlar. Konu Britanya Milletler Câmiâsı
(British Commonwealth of Nations).
Bu Örgütde bâzı sâbık İngiliz müstemlekeleri, meselâ Kanada, Avustralya, Y. Zelanda, Kıraliçe'yi hâlâ devlet başkanı kabûl ederler ve Kıraliçe (Kıral) oralara sembolik olarak birer genel vâlî
bile nasbeder.
Seminerede bizim Türk subayları verilen bilgileri pür-dikkat dinliyor ve durmaksızın not alıyorlarmış. Yunan albay bir paydos sırası yanlarına yaklaşarak dalgasını geçmiş: Yâhû, harıl harıl her şeyi kaydediyorsunuz ama bu Commonwealth denen nesnenin asıl mûcidleri sizlersiniz! Osmanlının tâ başından bu ana uyguladığı ve kavimlerin geniş iç muhtâriyetine dayanan yönetim şekli neydi sanıyorsunuz? Memnun kalmasalardı 550 sene kahrınızı çekerler miydi? Siz sonunda her şeyi yüzünüze gözünüze bulaştırdınız!
Sonra yine unutamadığım şu sözleri ekledi:
Ben bunları özel olarak Türklere anlatırım ama Yunanistan'da söylesem beni sağ komazlar!
Aslında İngilizlerin 1945'den sonra uyguladıkları dâhiyâne çözüm
ü Halîfe Hâkan Abdülhamîd Hân daha 1895'lerde tasarlamış ve buna hazırlık olarak kabîle mektebleri
açmaya başlamışdı. Buralarda yetişen genç Arab ve Afrikalı elitler tedrîcen yönetimi devralacaklardı. Balkanlarda ise yetişmiş gençler zâten vardı.
İttihadcılar bırakmadılar!
Evsizler için arayacağımız telefon numaralar Alo 183 Sosyal Hizmetler Hattı, 112 Ambulans, 155 Polis, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (0212 455 23 00/ 0216 3421195)
Çok soğuduğunda hava bir evsiz gördüysek eğer üzerimizdeki palto ceket sıcak tutacak ne varsa verelim lütfen. Çünkü bir saat sonra o evsiz aynı sokakta aynı köşede olmayabilir ve çok geç olabilir.
Şefkat-Der 18 Aralık'ta Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde siyasî parti yetkililerini ve sanatçıları da davet ettikleri Sokakta Yaşama Eylemi
yapıyor. Eylemin gece 24.00'ten sonra olması geceleri evsizlerin neler yaşadıklarını anlamak adına anlamlı. Yanınızda evsizlere dağıtılacak battaniye ve kışlık giysiler de götürebilirsiniz.
Akıl denen şey iyiliğin de kötülüğün de hizmetinde olabilir. Örneğin hayata atılan
gençlerin çoğu aklın yolunu
tutup giderek vicdanlarını ve isyanlarını arka plana iter ve sistemin aklına boyun eğerler. Böylece akıllanmış
olurlar. Bunlardan bir hayır gelmez artık. Yaşlanırlar, emekli olur ve ölürler. Politik aklın yolunu izleyen küçük bir azınlık, demin de belirttiğim gibi, bir başka biçimde aklın yoluna
uyar ama bu, sisteme ayak uyduranlardan farklı bir aklın yoludur
. İşte bunlar çakallaşıp örgütün hizmetinde politik mücadele verirler. Orta yaşlarda acımasız politikacılara dönüşürler. Artık onlar için örgüt ve politika her şeydir. Diyelim ki düzen gerçekten değişir ve mensup oldukları örgüt başarı sağlayarak iktidara gelir ya da iktidara ortak olursa, artık insan olmaktan kadro
olmaya evrilmiş bu orta yaşlılar yeni düzenin en acımasız yönetici ve polis kadrolarını oluştururlar. Bunlardan korkmak gerekir.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.