Benzer şekilde Osmanlı devletinin laik olmaması, Osmanlı toplumunun ümmet
olarak nitelendirilmesine neden olmamalıdır. Bunun nedeni ise devletin resmî ideolojisinin sekülerleşmesidir. Osmanlılık siyaseti temelde farklı din mensubu vatandaşları aynı seküler üst kimlik altında kaynaştırmaya çalışan bir siyasetti ve Türk milleti inşaı sırasında kendini Türk kabul edenlerin bu kimlik altında buluşmasını isteyen siyaset kadar sekülerdi. Nitekim 1869'da Osmanlılık dinî aidiyetten tamamen arındırılarak, ius sanguinis ilkesine dayalı olarak tanımlanmıştı.
İmparatorluktan ulus-devlete geçişin getirdiği değişim ayrı bir konudur ve üzerinde ciddî biçimde çalışılması gerekir. Ancak bu değişimin ümmetten millet, kuldan vatandaş
yarattığını iddia etmek her şeyden önce idare tarihimizi bilmemektir. Bunu öğrenmenin, Cumhuriyet öncesinin asırlara yayılmış kara bir delik olduğunu söylemekten daha meşakkatli olacağını düşünenlerin, Kanun-i Esasî ve Ta'biyet- i Osmaniye Kanunu gibi temel düzenlemelerin ve varlıklarını rejimimizin güvencesi olarak gördüğümüz Danıştay benzeri kurumların kuruluş tarihlerine bakmaları yeterlidir.
Diyeceksiniz, Nereden icab etti?
; geçenlerde Derince'de Sarıkamışlılar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Sarıkamış'ta şehit verdiğimizaskerlerimiz için bir anma gecesi düzenlemiş. Programın ilk kısmında anma konuşmaları yapıldıktan sonra müzik başlamış. Mahalli sanatçılar, Kars folklor ekibi gösterileri derken sıra davul-zurnaya gelince davetliler dayanamayıp Tello
oyun havasıyla halay çekmeye koyulmuşlar. Necip gazetelerimizden biri de Bize bir haller oluyor
başlığıyla hadiseyi kınayıcı bir haber yaptı. Haber altındaki yorumlar özetle şöyle: Yazıklar olsun, yuh olsun, bir dansöz eksikti ve [düpedüz] yuhhh!
Kimseyi kınamak veya aklamak gibi bir endişem yok. Ben o toplantıda bulunsaydım, herhalde oynayanlar arasında değil, kenarda oturup oynayanları seyrederek keder demleyenler arasında olurdum. Hayır, oynayanları ayıplamıyorum, kınamıyorum, Aferin, ne güzel yapmışsınız
diyecek de değilim. Eminim ki orada elele halay tutanlar, Sarıkamış şehitlerinin ruhunu incitmek için piste çıkmadılar; onlar galiba anma programını temsil eden konuşmalar kısmı bittikten sonra zihinlerindeki su ve anlam geçirmez bölmeyi kapatıp gecenin yeni bir faslına geçtiler; o bölmede halay, türkü, Kafkas oyunları vb. vardı ve gereğini yaptılar. Bizim milli değer hükmümüz öyle değil midir; ölüye gidip ağlamak, düğüne gidip oynamak?
Sevgili hoşgörücü dostlarımın beni de hoşgörmelerini diliyorum, ama bu gerekçe bana fena halde komik görünüyor. Naipaul'la nasıl bir diyaloga girilecek? Hazret, bu konuda bir diyalogu kabul edecek mi? Diyelim ki, bir diyalog başladı, adama ne söyleyeceksiniz: Bakın, biz Türk Müslümanları sizin zannettiğiniz türden geri zekâlı, parazitler değiliz. Biz de sizin gibi Avrupalıyız. Sizin gezdiğiniz ülkelerdeki Müslümanlar başka, biz başkayız: Biz laik bir toplumuz
mu diyeceksiniz? Biz de Arapları sevmeyiz. Onlar pistir!
mi? Yoksa,
Sayın Sir Vidia, Pakistan'daki, Malezya'daki, Endonezya'daki Müslümanlar, sömürgeleştirildiler o nedenle de aptallaştırıldılar. Oysa Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak, Avrupalılaştık, modernleştik. Biz de sizin gibiyiz. Yok birbirimizden farkımız
mı, demeye hazırlandınız!
Naipaul'un gözüne girmeye ve lütfen bizi o geri Müslümanlar gibi görmeyin!
diyerek ricacı olmaya mı,
dialoga girmek
adını veriyorsunuz? Naipaul gibi İran, Pakistan, Endonezya ve Malezyalı
öteki
Müslümanları aşağılayıp ona hak vererek mi, diyaloga gireceksiniz? Bunun bir hoşgörü'değil,
Ressentiment
olduğunu yazdığım için eleştirenler oldu. Evet, bu tavır, bir Ressentiment
tavrıdır. Avrupa medeniyeti karşısında ezik, iktidarsız ve çaresiz oluşun, güçlünün karşısındaki aşağılık duygusunun getirdiği, bükemediğin eli öp!
tavrı! Yılışık bir Oryantalizm!
Kaynarca'da adım başı bir emlâkçı. Hayatımda hiç bir yerde bu kadar çok emlâkçı görmedim. Birçok köylü, emlâkçıların, bankalardan borçlu köylülerin isimlerini yerel ilişki ağları sayesinde öğrendiklerini ve onlara baskı yaparak toprak satımına zorladıklarını söylüyor. Böylece bankalarla emlâkçılar piştişiyor. Bankalara borçlanan çiftçi borcunu kapatabilmek için tarlasını elden çıkarıyor.
Konuştuğumuz köylülerin tamamı aynı fikirde. Köylü borç batağına saplanmış. Emlakçılar toprak alıyor. Sonra bunları İstanbullulara satıyor. Onlar da gelip ev yapıyor, konak dikiyor. Yılda üç beş kere gelip artık ismi barbekü olan mangallarını yakıyorlar. Köylüler de o konakları çevredeki diğer işsiz kalmış köylülerden korumak için security
oluyor. Bu arada toplumsal barışın güvencesi kır ortadan kalkıyor. Kaynarca böyle kaynıyor.
Bana göre ortada ABD (derin) devletinin bir manipülasyonu var. ABD hazzetmediği ülkeler ve yönetimlerle ilgili yeni bir girişim hazırlamıştır. Hiçbir şey yeryüzünde, hele bugün, kendiliğinden olamaz, tesadüf değildir, masum sayılmaz. Bu tür işlerde bu kurallar haydi haydi geçerlidir.
O zaman, niye şimdi şunca belgenin içinden binde bir oranına tekabül eden şu
belgeler yayınlanıyor sorusunun somut bir cevabı var mı? Herkesin sorduğu gibi niye İsrail hakkında hiç belge yok? Niye diğer ülkeler hakkında yayınlanan belgeler Türkiye hakkındaki kadar sistemli
değil? Ya bundan sonra belgelerin kalan kısmı yayınlanmazsa ne olacak?
Diyeceğim o ki, Amerikan yönetimi post modern bile olmayı aşmış dijital dönem manipülasyonu yapıyor. Türkiye bu manipülasyonun odağındadır.
Belgelerin henüz çok küçük bir kısmı bile ortadayken anlıyoruz ki, dünya devi ABD diplomasisi bırakın yanlış değerlendirmeleri ve okumaları
, düpedüz batağa saplanmış durumdadır ve neredeyse saçmalamaktadır. İşin vahim tarafı bu saçmalıklardan hareket ederek ABD bütün dünyayı kasıp kavuracak biçimde politika üretmekte, kendisini dünyanın hükümdarı mertebesinde bu yanlış belge-yanlış politika ilişkisini kurarak, kullanarak tutmaktadır. Neredeyse tüm bir dünyanın çabası da ona bu saçmalıklarının oluşturduğu politika örüntüsünün gerçek olmadığını anlatmaya çalışmak, onun ürettiği bu politikaların yanlış sonuçlarıyla boğuşmaktır.
Buradan bakınca Amerika'nın ürettiği politikaların gerçekliği bundan böyle çok daha farklı bir zeminde sorgulanacaktır. Bunu yanlış veya önemsiz saymak mümkün mü? Tam tersine WikiLeaks dünyaya çok önemli bir ders vermiş, dünya için çok önemli bir gerçeği açıklamıştır: ABD politikaları gerçeklere dayanmamaktadır ve belge gerçek değildir.
Hükümet icraatları sonucunda herkesin inanıp çıktığı saçmalıkların sonunun gelmeyeceğine ikna oldum. Bana uygun bir orduyla onlara sıradan insanın payına düşenden daha fazla para ve daha bol yemek sağlayacak gücü de verin, ben de otuz yıl içinde, nüfusun büyük bir çoğunluğunu, iki artı ikinin beş olduğuna, suyun ısıtıldığında donduğuna ve soğuduğunda da kaynadığına ya da devletin çıkarlarına hizmet edecek başka her türlü saçmalığa inandırayım. Elbette bu gibi inançlar oluşturulduktan sonra bile insanlar su ısıtmak için çaydanlığı buzdolabına koymayacaklardır. Suyun soğukta kaynadığı, pazar ayinlerine özgü, kutsal ve mistik, huşu içinde sözü edilecek ama günlük hayatta asla uygulanmayacak bir hakikat olacaktır. Sonunda, bu mistik doktrinin sözlü olarak inkârı yasalara aykırı kabul edilip inatçı heretikler de halk önünde dondurularak
cezalandırılacaktır. Bu resmi doktrini büyük bir hevesle benimsemeyen kimsenin öğretmenlik yapmasına ya da yetki sahibi olmasına izin verilmeyecektir. Sadece en üst düzeydeki yetkililer kendi aralarında bütün bunların ne kadar saçma olduğunu fısıldaşıp ardından da içip eğlenmeye devam edeceklerdir.
WikiLeaks'i ortaya çıkaran koşullar, 2008 krizini, Obama'yı, yeni Ortadoğu yapılanmasını, Türkiye'de asker ve yargı vesayetinin gerilemesini de ortaya çıkarmıştır ve WikiLeaks'i ortaya çıkaran koşullar yine Türkiye'de Ak Parti gibi muhafazakâr iktidarın bütün bu değişimi omuzlamasını sağlamıştır. Bu kapitalizmin en büyük ardışık Kondratieff dalgasının kıyıya vurduğu yerdir ve siber bir paylaşım - yeniden yapılanma savaşının başlangıç fiskesidir.
Yeni dünya düzeni, ulus-devletlerin ve onların diplomasisinin, istihbaratının, medyasının çözüldüğü, askerî-sanayi yapının, petro-kimya gibi geri kontrol sanayileriyle birlikte gerilediği bugünlerde başladı. Bundan sonra bu geri sanayilerin ve onları finanse eden zehirli banka sermayesinin marifetlerini öğreneceğiz.
Kapitalizm yeni bir dünya kuruyor; bu dünyada, geçmiş dünyada terörü ve onun karanlığını yayan cahiliye devri
gazetecileri ve diplomatları olmayacak; WikiLeaks ilkönce onları tasfiye etti.
Bu ülkede gazetecilik hep baskı altında yapıldı.
Baskı her zaman, gazetecileri tehdit etmekle, yasaklamakla gerçekleşmedi, gazete patronlarının devletten çıkar sağlaması asıl büyük baskıyı oluşturdu.
Birçok haber, patronun çıkarları bozulmasın diye görülmedi.
Birçok manşet de patronun çıkarları için atıldı.
Patronların orduyla, devletle, hükümetle iyi geçinme arzuları, bazen de kendilerine daha fazla çıkar sağlayacak bir partiyi ya da grubu hükümet
yapma istekleri, genelde gazete politikalarını belirledi.
Gazetecileri ordu ezdi, hükümet ezdi, patron ezdi.
Birkaç dürüst ve cesur gazeteci dışında buna çok fazla ses çıkaran da olmadı Babıâli'de.
Bu sisteme karşı çıkanlar da parasızlıkla, işsizlikle, hapisle hatta ölümle ödediler bunun bedelini.
Korkuyla, baskıyla, tehditle gazeteciliğin belkemiği çarpıtıldı.
Gazeteler hep galipten ve güçlüden yana oldular.
Gerçek MüslümanlıkBinnaz Toprak'ınki mi?
Toprak bir bilim kadını. Hangi Müslümanlığın gerçek, hangisinin sahte olduğunu belirlemeye çalışmak, öncelikle bilimsellikle bağdaşmaz. (Sosyal bilimler mutlak gerçek
iddiasından uzak durur). Bu ülkede, Kemalist devlet Müslümanlığı
veya Anadolu Müslümanlığı
diye özetlenebilecek bir din tanımının yıllarca dayatıldığını, Müslümanlığın bu anlamda tektipleştirilmeye çalışıldığını gördük. Bu dayatma toplumun çoğunluğu üzerinde bir etki yapamadı.
'Benimki gerçek Müslümanlık diyerek bir çerçeve
çizenler, arkasından buna uyacaksın
dayatmasına başlıyor. Kaddafi ve Ahmedinecad da kendi uygulamalarının gerçek Müslümanlık
olduğunu iddia ediyor, toplumu bu çerçeveye uymaya zorluyorlar. El Kaide, Asıl Müslümanlık benimkisi, diğerleri kâfirdir
demiyor mu? Totaliterlik tam da bu değil mi?
Şimdi biri Başbakan'a, Ama bakın, siz hem insansınız hem değilsiniz
diye söze başlarsa dayağı yer. Ama bu cümleyi atlayıp şuradan başlasa misal: Başbakanım, siz gücü, yönetmeyi, iktidarı, koskoca bir ülkenin birikimini ve en önemlisi yukarıda olmayı temsil ediyorsunuz. Bazı karikatürist, mizahçı ya da köşe yazarı ekürisi ise hiç bir kusur işlemeseniz bile, yönetilenleri, fakirleri, güçsüzleri, tutunamayanları temsil ettiklerini düşündükleri için, hatta bazen de sizden daha aşağıda olanların
yukarıda olanlara duyduğu kaçınılmaz hasede ve kıskançlığa bile tercüman olmak zorunda hissettikleri için, gereğini yapmak durumundalar; biraz anlayın.
Başbakan'ın bu fikre katılacağını da sanmıyorum. Çünkü en temelde insanlar arasında böyle bir hiyerarşi olduğuna inanmıyor. Hadi oradan diyecektir, Bugün var yarın yokuz, ne yukarısı ne aşağısı
. Hem dünya fani
diyecektir, En nihayetinde hepimizi aynı kefene sarıp gömüyorlar
. Ve insan
, Tayyip Erdoğan için adalet isteyecektir yine. İnsaf diyecektir.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.