İnsanca maharetlerin sığ olduğu, naif kaçtığı bir dünyada yaşıyor yeni çocuklar. Bakın bakın, doğaya hükmediyorum diyen Aydınlanma'nın, sanayi ve bilim devriminin parodisi/karikatürü olan sirk
, siber devrim nesline hiç bir şey ifade etmiyor.
Bengal kaplanlarının terbiyeci ile kurdukları ürkütücü göz teması, saldırmak için adamın hatasını kolladıkları o dakikalar, siber âlemde daha korkunçlarına hükmeden çocuklar için kapıcı Hüsamettin Efendi'nin pedallı konteyneri kullanarak çöp toplamasıyla eşdeğer. Yetişkin eğlencesi. Oğlum aynen böyle dedi.
Hayata Dönüş'te medya
Türkiye'de medyasız gerçekleştirilemeyecek işler vardır; Hayata Dönüş operasyonu da o fasıldandır. Takdir edersiniz ki, bu çapta bir operasyon, ancak operasyondan önce medya kanalıyla oluşturulan uzun bir rıza yaratma
sürecinden sonra gerçekleştirilebilir. Nitekim yine öyle oldu. Bu çerçevede iş görmüş iki haber aktaracağım.
Operasyondan hemen önce piyasaya sürülen ve bazı gazetelerin hevesle kapıştığı bir bilgi
ye göre, mahkûmlar içerideki bütün duvar sistemini değiştirmişler, çok sayıda yeni, kalın duvarlar inşa etmişlerdi; o kadar kalındı ki bu duvarlar, bunları yıkıp, ardındakileri yakalamak için büyük iş makineleri gerekecekti.
Uzun vadede neler olacak?
1. İnsanlar, iyi bilgi
, kötü bilgi
ve bilgisizlik
arasında tercihe zorlanacak.
2. Information (bilgi) katlanarak büyüdüğünden kendi kirliliğini yaratacak.
3. Desenformation (çarpıtma, yalan) kişileri, kurumları ve ulusları tehdit eden en önemli dinamik haline gelecek.
4. Misinformatin (bilgisizlik) belki de olan bitenle baş edebilmek adına, eskilerin dediği gibi erdem
halini alabilecek.
5. Bilinçli bilgisizlik ve ilgisizlik alanları yaratarak yaşayan yeni sanal kabileler oluşacak.
Farkında mısınız, tek bir internet sitesi dünyanın süpergücünü rezil edebiliyor.İşte böyle bir çağa girdik. WikiLeaks belgeleri yayımlamaya başladığı gece haber kanalları uzun süre olayın ciddiyetini anlayamadı. Türkiye'de sosyal medya twitter, friend feed, ekşisözlük ve facebook ise binlerce kullanıcısı ile belgeleri taramaya ve detayları paylaşmaya başladı.
Belgeleri yayımladığımız www.dipnot.tv sitesi çöktü. Ortak bir hedef uğruna binlerce kişi birleşti. WikiLeaks yeni bir fenomeni daha yarattı diyebiliriz. Bugüne kadar sosyalleşme veya geyik için kullanıldığı zannedilen sosyal paylaşım ağları ortak bir içgüdü ile hızla bilginin yayıldığı bir platforma dönüştü. İnternet medyası tüm medyayı gerisinde bıraktı.
Sosyal medya, İstanbul depremi gibi bir felâkette olumlu anlamda nasıl kullanılabileceği konusunda bence önemli bir sınavı alnının akıyla geçti.
Bir an geldi; sadece, mensup olduğum Maocu akımın gerçeklerden tamamen koptuğunu, capoistorico'luğumuzun ise sırf kendi şeflik iktidarını korumak uğruna gırtlağına kadar yalana battığını algılamakla kalmadım. Bu olayın aynasında, kendimi ve militan siyasetin icapları ile dürüst bilimin icapları arasındaki ikilemimi, çıkmazımı da daha net gördüm. Kollektif, partili, disiplinli siyaset ile bilim (tarih) arasındaki açı, birdenbire artık kapanmaz, kapatılamaz derecede açıldı. Bir daha, dedim kendi kendime, böyle pisliklerin, mazeretlerin, apolojilerin parçası olmak istemiyorum. Hiçbir çizgi
nin gerçekle arama girmesine ve düşüncemi kısıtlamasına tahammülüm kalmadı. Birlik veya ittifaklar
uğruna da (tabii o anda algıladığım kadarıyla) en küçük bir riyaya katlanmayacağım.
Askere müdahaleya da yaya kalan Edelman
Şimdi bu sağ
anlayış değişiyor. Dediğim gibi, orduya müteveccih bu girişimler belli bir ideolojinin onu teslim alması, işlevsiz kılması diye yorumlanacaktır. Öyle de olabilir. Hiç önemli değil. Sonunda siyasal alandayız. Siyaset ortamında isek sözü ilk edilmesi gereken şey askerin bu sistemden ne kadar uzaklaştırılacağıdır. Bir kere o sağlandıktan ve saf, somut siyaset işletilmeye başlandıktan sonra yeni bir parti çıkar, yeni bir ideoloji doğar, yeni bir siyaset türer ve bugünkü iktidarı aşar. Yeter ki, siyaset siyaset olarak yapılabilsin. Siyaset adına yapılan militarizm olmasın.
Rusya Federasyonu Meclisi (Duma) Smolensk kenti yakınlarındaki Katyn'de kemikleri bulunan 1803 Polonyalı'yı 1940'ta Hitler'in emriyle Nazi'lerin değil, Stalin'in emriyle Sovyet askerlerinin öldürdüğünü kabul etti.
Ayrıca döneme ilişkin gizli belgelerin yayınlanması da karara bağlanırken, Sovyetler Birliği'nin elinde esir olarak bulunan ve 8 bini subay olan 22 bin Polonyalı'nın da aynı dönemde Stalin'in emriyle öldürüldükleri açıklandı.
Bu Polonyalıların hepsi asker değildi.
Aralarında üniversite hocaları, matematikçiler, felsefeciler, diplomatlar, sanatçılar da vardı.
Açıklanan belgelerden birinde Sovyet gizli polisi NKVD'nin şefi Beria'nın Stalin'e ilettiği notta, esir Polonyalılara Rejim düşmanı casuslar
olarak bakılması ve bunların öldürülmeleri gerektiği yazılı.
Stalin de bu nottaki öneriyi onaylamış.
Zaten dünyamızda hiç bir halk için bütünüyle tam olarak olgun veya tam olarak olgun değil denemez. Olgunluk göreceli bir kavramdır. Bana göre örneğin, en az olgun olanlar, halkı olgun saymayanlardır. Omuzlarının üstündeki 16. Lui kafası bulunur. Faşizan anlayış sahibidirler. En kötüsü, ne dediklerinin farkında bile değiller. Bu olgun değilsiniz
söylemiyle toplumu, aristokratik bir bürokrasiye teslim etmeye çalışarak iç huzuru bozmakta, ülkeyi yöneten/yönetilenler diye kastlara ayırarak milleti bölmektedirler.
Yeni Türk Cumhuriyetçiliği de tıpkı eski (kilise ve monarşistler) ve yeni (serbest piyasa) düşmanları tarafından uzlaşmaya dayalı bir demokrasi fikriyle baltalanmaya çalışılan
cumhuriyeti kurtarmaya çalışan Debray gibi, cumhuriyetçi değerlerlerin temsil ettiği gerçek
le çatışan bir demokrasi fikrini vurgulamaktadır. Bu yaklaşıma göre değişik görüşleri bağdaştırmaya, uzlaştırmaya çalışan demokrasi, gerçek
i temsil eden, toplumu ileriye götürmekle vazifelendirilmiş cumhuriyetin düşmanıdır.
Sokağımın girişinin caddeyle kesiştiği noktada bir travesti veya transseksüel, müşteri bekliyor. Hayatını caddeye koymuş, bekliyor. İçimi sahte bir hüzün kaplıyor. Ben güvenli hayatımda, toplum normlarının tamamını karşılamış saygın hayatımda böyle riskler bilmem. Biraz sonra sıcak yatağımda olacak, dış dünyanın tüm tehlikelerinin yüzüne pahalı çelik kapımı kapatıp saygın uykuma gömüleceğim.
O ise o gece belki ölecek. Bir sapık, tecavüz ettikten sonra onun boğazını kesecek. Ben saygın uykumdayken.
Sonrası küçük bir haber… Cenazesini belediye kaldıracak. Birkaç arkadaşı olacak cenazesinde sadece. O akşam belki çalışmayacaklar, ruhuna rakı içecekler…
Bu tarihten itibaren halkın şapka ile imtihanı başladı.Durumun nezaketini anlayanlar telâşla başlarına koyacak uygun bir başlık arayışına girdiler. Ancak ülkede henüz yeterli sayıda şapka yoktu. Kimi başına kâğıt şapka, kimi kadın şapkası takmak zorunda kalırken, namaz kılarken düşmeyen kopçalı kasketler yapmak gerekti. Bazıları şapkaları görünmesin diye şemsiye ile gezdi.
İstanbul'da Şapka Kanunu çıkar çıkmaz Haliç Köprüsü'nün iki başı ile anayol kavşaklarına yerleştirilen polisler, fesleri ve feslileri toplamaya başladılar. Hamallar feslerini toplayarak Boğaz'a attılar. Ankara'da Kızılay da fes toplama kampanyasına girişerek topladığı fesleri yoksullara terlik yaptırdı. Fes giymekte ısrar edenler cezalandırıldı ya da hapse atıldı. Hatta pazara gelen köylülerin fesleri kafalarından çekilip alındı.
Soru: Osmanlı'yı parçalayıp, Ortadoğu'da Arapları bölerek yağmalamak Batı'nın 20. yüzyıl planıdır; peki bunun için mi Osmanlı'dan sonra yalnız tek bir ırka (Türklere) dayalı kavruk bir ülkenin, Misak-ı Milli'yi Lozan'da yerle bir edip, kurulmasına izin verdiler? Son bağımsız
Türk devleti gerçekten bağımsız olarak mı kuruldu?
Şimdi bugüne gelelim. Anglosakson hakimiyeti, esasında 20. yüzyılla birlikte bitti. Şimdi küresel kapitalizm yeni bir döneme giriyor. Bu dönem toprak, silâh, karşılıksız para
ve ulus-devletler üzerinden egemenlik yerine ülkelerin, yatay yayılan teknolojiyi ve entegrasyonu yakalamaları, sağlamaları ölçüsünde, ülkeler arasında eşitlenmeyi ve bu eşitlenmenin egemenliğini getiriyor. Böylece barışı ve demokrasiyi öne çıkaran ülkelerin ekonomik sınırları genişliyor. Askerî diktatörlükler sonrası Latin Amerika ülkelerinin başarısı budur. Yine Türkiye'nin Ortadoğu'da yeni bir güç olması ve yeni Ortadoğu'nun Türkiye üzerinden yapılanması böyle bir dinamiktir.
Türkiye'nin 8.000 küsur kilometre kıyısı var. Ülkemiz biri devâsâ diğeri hatırı sayılır iki yarımadadan müteşekkil. Fakat bakıyorsunuz ki Deniz Kuvvetleri Kara Kuvvetleri'nin yüzde onbeşi bile etmiyor!
Peki, neden?
Nedenini ben size sevâbına söyleyeyim:
Bizim ordu dış düşmana karşı değil büyük bölümünü düşman
olarak addetdiği kendi halkına karşı örgütlenmişdir de ondan!
Bir adamın, büyük paralar akıtılarak kurulan son büyük gazetenin, en zarif aşk yazarından, en vicdancı solcu yazarına kadar onlarca aklı başında insanının, yüzlerce yetenekli gazetecinin tepesine oturtulduğu bir ülkede;
Bütün bunlara karşı hiç bir şey diyemediğimiz ve hiç bir şey yapamadığımız, hâlâ oturup bu medya düzeninde yazı yazmaya konu aradığımız için;
Galiba hepimiz sahiden onun dediği gibi…
Akşam yemeğinde oturduğum masada tanıştığım doktor hanım çocuklarından bahsediyordu. Önce kulak misafiri oldum sonra ise ben de katıldım konuşmaya.
İkiz kızları varmış. Kendisi de ikizmiş zaten.
İkiz kızlarının biyolojik annesi değilmiş. Çin'den uzun resmi işlemler sonunda evlât edinmişler. 13 aylıkken aldıkları bu kızlar şimdi ilkokul birinci sınıfa başlamışlar. Resimlerini gösterdi.
İki sevimli kız. Gözlerinin en içi gülen iki kız.
Genelde bebeklerini bakamayacak olanlar ya da terkedenler bebeklerini yol kenarlarına bırakıyorlarmış Çin'de.
Sanırım benim kızlarımın annesi ise iyi olacaklarından emin olmak istemiş ki hastanenin girişine bırakmış
dedi.
Çocuğun hazin sonunu daha ilk satırda tahmin ettiğinizi düşünüyorum. 10 yaş masumluğunda ve çaresizliğinde birçok insana sadece cam gözlerinizle baktınız çünkü.
Sizinle kişisel bir hesabım olamaz. Sadece yaygın bir yanlışın en kristalize olmuş halisiniz ve sadece bundan dolayı yazımın konusu oldunuz. Sizde olmayıp bizde olan en önemli şey, 10 yaşındaki bir çocuğun cesaretidir. Bu cesaret bizleri öldürdü, siz cam gözlerinizle kibir saçmaya devam ediyorsunuz hâlâ.
Kardeşlik gereği
Size bir kardeş'iniz olarak gerçekten kardeşçe bir şeyler söyleyerek bitirmek istiyorum.
Siz bir röportajınızda en büyük korkunuzu, tekrar Dışkapı-Çinçin dolmuşlarına binmek zorunda kalmak olarak tarif etmişsiniz. İktidar ve güç tapınıcılığının böyle marazî yan tesirleri vardır. Ruh hallerimizdeki temel fark da budur. Biz ekmeksiz kaldığımızda, sofrasına bizim için fazladan bir tabak koyabilecek yüzlerce yoksul hane buluruz. Siz ekmeksiz kaldığınızda, eline ekmek verdiğiniz insanlar da dahil olmak üzere, ikram edilecek bir bardak çay bulamazsınız.
Kibri ve korkularınızı bir kenara koyup içtenlikle özür dilemeyi düşünün derim.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.