Patronsuz Medya

Perçemliler

Türk intelligentsiyası üçe ayrılır:

- Jön Türkler

- Bön Türkler

ve de

- Dön baba dön Türkler…

Bunun dışında bir de göbeğini kaşıyan bidon kafalı ahmaklar rümuzlu azınlık vardır ki genel nüfûsun ancak yüzde seksen beş doksan kadarını teşkîl etdiği için kaabil-i ihmâldir. Yüzde on, onbeş oranıyla halkın ezici çoğunluğunu husûle getiren öbür zümrenin ortak husûsiyetlerinden biri CHP'nin Solculuğu meselesidir.

Bunlardan bir bölümü aşağı yukarı 60 yıldır CHP'nin solcu bir örgüt olacağı îtikâdı ve dahî iştiyâkıyla râşeler geçirirken geri kalanı, tabâbetde ümidsiz vak'a denilen illet türünün daha tipik bir örneğini sergileyerek CHP'nin zâten solcu bir parti olduğuna samîmiyetle inanır!

Son günlerde bu iki tarîkat mensublarının yine sevinçli bir telâş içinde bekleyişlerini seyrederken Türban Problemine İran Modeli dâhiyâne bir çözüm getiren Perçem Kemale nasıl bir kulp takacaklarını merakla bekliyorum.

Fakat, aman dikkat!

Uyurgezerleri ansızın uyandırmak çok tehlikeliymiş!

* Yağmur Atsız (Star)

Bir rüzgârgülü: Zülfü!

Bu zât hayâtını yalanlar üzerine inşâ etmiş bir ucûbedir. Üstelik o yalanlar da zemîne ve zamâna göre değişebilir. Değişmeyen belki de tek alanı, ortaokul mezûnu olduğu halde İsveç'de müzik, felsefe ve dil eğitimi gördükden sonra Fairfax üniversitesi Müzik Bölümünü de bitirmiş olması martavalıdır. Çünki nota da bilmez. Kardeşi Ferhat bilir. Bu ifâdenin sâdece dil bölümü doğrudur ki o da İsveç'e gelen bütün mültecîlerin tâbî tutulduğu dört haftalık dil kursudur.

Bu kadar şiddetli bir aşağılık duygusuna herhalde tabâbet târihinde ender rastlanır.

Demek ben alçağım, öyle mi?

Şimdi aklıma Necib Fâzıl'ın o hârikulâde sözü geliyor:

Ben sana alçak demiyorum. Çünki o dahî bir irtifâdır!

* Yağmur Atsız (Star)

Şanlı ırkımız ve kayıp kıta Mu

Maya kelimesiyle Maya dilinde tepe anlamına gelen tepek kelimesinden oluşan Mayatepek adını aldıktan sonra, Tahsin Bey Latin Amerika'daki eski dillerin Türkçeyle ilişkili olduğunu kanıtlar.

Sıkıyorsa kanıtlamasın! Güneş-Dil Teorisi yüksek ve bilimsel bir merciden kaynaklanmıştır.

Türk Dil Kurumu Genel Sekreteri Necmi Dilmen'in 24 Mart 1936 tarihli mektubunda belirttiği gibi, Güneş-Dil Teorisi, dil materiyalleri üzerine Kurumun yıllardan beri yaptığı hazırlıkların Ulu Önderimizin yüksek dehasında uyandırdığı jeniyal bir buluştur. Teori geçen yaz Florya deniz evinde Millî Dahîmizin yüce dimağında doğmuştur.

* Roni Margulies (Taraf)

CIA mı, MOSSAD mı

İşçi sınıfı güneş gözlüklü, siyah pardösülü bir avuç Amerikan ajanı tarafından kolayca kandırılabiliyorsa, sosyalizm için mücadele etmek tümüyle anlamsız bir çaba değil midir?

Tüm kötülükleri kendi egemen sınıfında değil de Washington'daki bir büroda arayan ve Doğu Perinçek'le TKP'nin tarifsiz bir ustalıkla savunduğu komplo teorileri ancak bu sonuca varır.

Yanlış anlamayın, Washington'da dünyanın her yanıyla ilgili planlar ve komplolar hazırlayan pek çok devlet dairesi var elbet. Kuşkusuz. Ama plan yapmak başka, uygulamak başka.

Bu planlar istendiği gibi uygulanabiliyor olsaydı, Amerika Irak'ta ve Afganistan'da hâlâ debeleniyor olur muydu?

* Roni Margulies (Taraf)

Terörist kime denir

Filistinlilerin düzenli ordusu, hava kuvvetleri yok. Başvurabilecekleri yasal bir merci yok. Dünyanın tüm devletleri aslen İsrail'i destekliyor. Zaman zaman BM Filistinlileri haklı bulup İsrail'i biraz azarlayacak olsa, Amerika bunu engelliyor. Filistin halkı birinci İntifada ile İsrail'i Oslo Barış Görüşmeleri'ne zorladığından bu yana, daha çok Filistinli katledildi, Filistin topraklarındadaha çok Yahudi yerleşimi inşa edildi, Filistinliler daha çok ezildi.

Canlı bombalar çaresizlikten kaynaklandı. Canlı bombaları, 62 yıllık baskı, kamp hayatının sefaleti, barış umutlarının İsrail tarafından tekrar tekrar boşa çıkarılması doğurdu.

Artık yapacak başka hiç bir şeyi kalmayanlar patlattı bombaları.

Terörizm, insanları bu duruma düşürmenin adıdır. Özgürlük için çaresizce mücadele etmenin değil.

* Roni Margulies (Taraf)

Çarşaf bir zamanlar başkaldırının simgesiydi

Osmanlı'ya gelince 19. yüzyıla kadar İstanbul'da gerek erkek gerekse kadınların kıyafet konusunda Doğu'ya mahsus bir moda anlayışı sergilediği söylemek mümkün. Saray görevlilerinin ifa ettikleri görev ve mevkilerine göre üniforma giyip farklı kılıklar içinde oldukları bilinir. Sarık, kaftan gibi kıyafetleri herkesin giymesinin serbest olmadığı, Hıristiyan ve Musevilerin giysilerinde mensup oldukları dini ya da mezhebi ayırt edici özellikler bulunduğu, gayrı Müslimlerin ister kadın ister erkek olsunlar dış görünüşlerini Müslüman kadın ve erkeklere benzetmelerinin yasak olduğu da. Ancak 18. yüzyıldan itibaren gerek Avrupa'yla ilişkilerde meydana gelen değişim gerekse artan ticaret ve hepsinin üzerine gelen imparatorluğun yaşadığı siyasî çalkantıların etkisiyle hem erkek hem kadın kıyafetlerinde farklı eğilimlerin görülmesine sebep oldu.

* Avni Özgürel (Radikal)

Kırmızı…

Aslına bakarsanız hayır diyen kırmızı şeridin hayat tarzıyla metropollerde yaşayan ve Anayasa değişikliğine evet diyen liberal, demokrat laiklerin hayat tarzı birbirine son derece benziyor; fakat İstanbul, Ankara gibi metropollerin liberal kesimleri kendilerine istedikleri özgürlükleri başkaları için de isteme esnekliğine sahipler. Bu da doğuştan getirilmiş bir yetenek değil, metropoller daha kozmopolit, dolayısıyla bu kentlerin laik/seküler liberalleri, ülkenin çok farklı yerlerinden gelen insanlarla ve onların sorunlarıyla, dahası iktidar çevreleri ve herkes için demokrasi talep eden dindar/muhafazakâr kesimlerle daha içli dışlı bir yaşam tutturabilmiş olmaktan dolayı, hayat tarzı ile ilgili tehdit oluşturacak herhangi bir eğilim olmadığını deneyimleme şansına sahip olabiliyorlar.

Oysa bir tarafı denize diğer tarafı kendi içine bakan sahil şeridi artık içselleştirmiş olduğu emekli memur ve askerlerle birlikte iki tip yabancıyla karşılaşıyor: Biri Batılı ülkelerden gelen turistler, diğeri çalışmaya ya da yerleşmeye gelmiş, üstelik toplu halde hareket etmeleri, aşiret bağlarından kopup bireyselleşememeleri, yer yer PKK sempatizanı olduklarının da anlaşılması nedeniyle tepki toplayan Kürtler. İşte bir sebep daha: Demokratik açılıma duyulan nefret.

* Nihal Bengisu Karaca (Habertürk)

Kusturica vesilesiyle iki kadının hikâyesi

Mart 1992'de Karadağ'da yayımlanan Montegrin gazetesi ondan Bosna üzerine bir makale istedi. Bosna Savaşı daha yeni başlamıştı ve Vraniç, Hırvatistan'a gelen Boşnak mültecilerle konuşmaya karar verdi. Savaşın iç yüzünü bilmiyordu henüz. Biyelyina'dan kaçan iki çocuklu bir kadınla mülâkat yaparken, kadının Sırp askerleri insanların boğazlarını kesiyorlar, bedenlerini yakıyorlar… cümlesinin sonunu getiremeyip, tecavüz kelimesi dudaklarından döküldüğü anda ağlamaya başladığını görünce anlayıverdi. Vraniç, Bosnalı tecavüz kurbanlarıyla ilk kez böyle tanıştı. O zamanlar tecavüzün ne olduğunu bilmiyordum bile diyecekti sonradan; tecavüzün askerlerin kadınları cinsel ilişkiye zorlamasından farklı bir şey, bir savaş taktiği, bir toplu kıyım yöntemi olduğu; bu yöntemin, Sırplaştırma projesi'nin Belgrad'daki siyasetçilerce karara bağlanmış bir parçası olarak, sistematik biçimde uygulandığı aklıma bile gelmemişti.

* Yasemin Çongar (Taraf)

Aydınlar

Bugün Kürt sorunuyla ilgili olarak ancak çözüm konuşulmaktadır halbuki Kürt sorununda önemli olan, sorunun temel niteliğidir. Ortadoğu'nun ortasında, bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış bir durumda 40 milyonsun ama hiç bir uluslararası kurumda hak, hukuk, özgürlük dendiği zaman senin adın geçmiyor. Hiçbir uluslararası kurumda sen yoksun. Birleşmiş Milletler'de, Avrupa Konseyi'nde, Avrupa Birliği'nde, İslâm Konferansı'nda, İslâm Kalkınma Örgütü'nde sen yoksun, gözlemci bile değilsin. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGİT'te sen yoksun. Senin adın sadece terör dendiği zaman geçiyor. terörü yok edeceğiz, terörü ezeceğiz şeklinde… Ama nüfusu 30 bin cıvarında olan, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi üyesi olan Andorra, San Marin, Monaco, Liechtenstein gibi devletler, senin geleceğini belirlemede rol sahibidirler.

* İsmail Beşikçi (Taraf)

Kusturica ve sanatçı sorumluluğuna dair

Sanat, elbette körü körüne politik bir propaganda olamaz ve sanatçılardan elbette böyle bir şey yapmaları beklenmemelidir. Ancak, sanatçı, insanlığın vicdanının sesidir aynı zamanda. Bu yönüyle peygamberlerin varisi bile denebilir onlara. Underground'da olduğu gibi ülkesinde kan gövdeyi götürürken, çocuk çocuk, kadın öldürülürken, tecavüze uğrarken, o savaşı hafife alacak bir film yapmak, sanatçı üst kimliğini taşımak değil, ruhsuz bir teknisyenliğin, sanat esnaflığının ifası demektir. Film, ne kadar teknik üstünlüklere sahip olursa olsun, insanın ruhundan, kalbinden geçmediği için sanat değeri taşımaz bu tür eserler. Zira sanatçılık teknisyenlik ya da içimden ne gelirse onu yaparım anlayışının vücut bulduğu bir sorumsuzluk değildir. Allah, sanatçılara o yeteneği, yük gibi yükler ve o yükü taşıyamayanlar helâk olur gider!

* Enver Gülşen (Taraf)

Reddetmişim dünyayı

Cihat tutkulu bir şeydir. Ama bugün Türkiye'deki Müslümanların anladığı şey değil, saldırı ya da fetih değil. Benim anladığım cihat özgürlük savaşçılığıdır. İnsan yeterli bir yaratık olmadığı için mutlaka kul olacaktır, Allah'a kul olmuyorsa başka şeylere kul oluyordur. Müslüman, diğer insanların başka şeylere kul olmasını dayatan koşulları ortadan kaldırmak zorundadır. Devletler, kendi devamlarını sağlamak için bazen zorbalıklılar, entrikalar yapar, insanların özgür olmadıklarını görmelerini, özgürlük imkânlarını engeller. Özgürlük savaşçıları giderler o zorbaların, ilahlık taslayanların düzenini dağıtır. Cihat budur. Orayı kendi toprakları kılmazlar, kılamazlar.

* Enver AydemirTuğba Tekerek (Taraf)

Marksizm

Marks'ın tasvir ettiği kapitalizmde bir makineye bağlı gibiyizdir. Aynı şeyleri bir daha, bir daha yaparız; üretim sürecinde ne irademizin, ne bilincimizin bir rolü vardır. Hayvanlar üretim yapsaydı, nasıl yaparsa öyle üretiriz; yani insanî güçlerimizi devre dışı bırakarak. Bu yüzden Marks, İnsandan soyut bir etkinlik ve bir mideye dönüştürüldük der.

Marks'a göre kapitalizm, baştan aşağı kötü bir düzen değildi; örneğin, feodalizme göre insanlık tarihinde daha ileri bir aşamaydı. Dahası geleceğin komünist toplumunun tohumları da kapitalizmin bünyesinde yeşerecekti. Ancak kapitalizmin kendisi, sürekli krizlere gebeydi: Örneğin İngiltere'de son zamanlarda çeşitli ev içi hizmetlerde patlamaya şahit olduk. Birçok kişi çocuklarını baktırmak için birilerini tutuyor; birçok kişi ihtiyar anne-babalarını, paralarını verip bakımevlerine yatırıyor. Bunlar artık aile içinde kalmak yerine, piyasadan geçen etkinlikler haline geldi. Bir zamanlar karşılıksız yapılan işler için insanlar artık birbirlerine para ödüyor. Böylece sosyal sermayenin giderek artan bir bölümü parasal ekonominin parçası olurken; bir kriz, hayatlarımızı daha çok etkiler hale geliyor. Bu yüzden de her kriz, bir öncekinden daha kötü etkiliyor bizleri; çünkü giderek artan miktarda sermaye, pazara giriyor. Hayatlarımızın giderek artan bir bölümü, piyasanın parçası oluyor. Marks, bu krizlerin giderek şiddetlenerek, kapitalizmin sonunu getireceğini düşünüyordu.

* Celal Sancar (Özgür Üniversite)

İslamcılığın üç krizi

Kavram fetişizmi, Batı düşmanlığı ve Sol karşıtlığı (sağcılaşma), Türkiye İslâmcılığının üç kısır döngüsüdür. Söz konusu kısır döngü, toplumla ve dünyayla bağların kopmasına neden olmuş, gettolaşmaya yol açmıştır. Bunun yerine Müslümanlar İslâm(cılık) üçüncü ve orijinal yoldur safsatasını bir kenara bırakarak (bkz. İslâm(cılık) üçüncü ve orijinal yol mu? başlıklı makale) hikmet arayışı içinde olmalı, gettolarından dışarı çıkmalı, insanlığın tarihi, kültürel ve felsefî birikiminden yararlanmalı, bu birikimi kendi birikimleriyle harmanlayarak kendilerini yeniden üretmelidirler. Aynı şekilde Sol/Sosyalist çevrelerle ilişkiler kurulmalı ve fikir alış-verişinde bulunulmalıdır. Aynı hakikati farklı üslup ve şekillerde dile getiren bu iki damarın (İslâm ve Sosyalizm) beslediği akıl ve vicdan sahibi insanlar, çelişkinin gittikçe derinleştiği günümüz Türkiye'sinde ancak ortak değerler etrafında bir araya gelerek açlar, yoksullar ve köleler için umut ışığı olabilirler. Aksi halde herkes kendi mahallesinde yaşamaya devam eder ki, dünden bugüne süregelen politik propagandanın yegâne amacı da budur.

* Atilla Fikri Ergun (Adil Medya)

 

70
Derkenar'da     Google'da   ARA