Patronsuz Medya

"Gittim, baktım, geldim…"

Şiddet, sadece Leyla İpekçi'nin seyahat ettiği yerde yaşanmıyor. Bu şiddeti (bileşik kaplar kanunundaki gibi) bir bütün olarak, hep beraber yaşıyoruz. Oradaki şiddet, tüm bir hayata yayılıyor. Her birimiz, çok farklı görünümleriyle, girdiği değişik kılıklarla, bu şiddetten payımızı alıyoruz. Leyla İpekçi bize, kendi payına düşeni anlatsaydı. Belki o zaman, hem kendi kendinin dili olurken, aynı zamanda, hem oradaki çocukların dili olabilirdi. Hem de bu sayede başka bir hem de biz kendi payımıza düşeni dillendirip ekleyebileceğimiz bir kanala dahil olur, birbirimizle çok daha dokunulur bir ilişki kurar, bir araya gelebilirdik. Bu, çok önemli bir farkındalık yaratmaya da yarardı: Hepimizi beceriliyoruz!

* Mustafa Konur (Mollotof)

İsmet Paşa da faşist miydi?

Fakat bir isim vardı ki bu konuda kimse eline su dökemezdi. Bu Ülkede Adalet ve İktisat Bakanlığı da yapmış olan Mahmut Esat Bozkurt emsallerinden açık ara öndedir. Şeyh Sait isyanı sırasında yeterli şiddeti uygulamadığı için Başbakan Fethi Bey i protesto etmek için istifa eder Mahmut Esat ve Recep Peker. Başbakan Fethi Bey'de her iki bakanını meclis kürsüsünde suçlamaktan çekinmez: Yazık ki, idaresizliği ile Kürdistan meselesini çıkaran bir insan burada beni tenkit ediyor. Aldığımız tedbirler kâfidir. Lüzumsuz şiddetlerle ben elimi kana bulayamam. Sonrası çorap söküğü gibi gelir zaten. Fethi Bey gider, onun yerine kendisi de bir Kürt olan İsmet Paşa gelir, takrir-i sükun yasasını meclise sokar ve ondan sonra artık Allah ne verdiyse…

* İbrahim Becer (Derin Düşünce)

Vahim!

Gittikleri restorana birazdan BM yetkilileri gelir, 30 kişilik bir gruptur bu.

Ismarladıkları yemekler çok dikkatimi çekti diyor.

Istakozlar ısmarlandı, onca sefalet ve hüzün içinde böylesine eğlenceli ve zengin bir sofraya gerek var mıydı? diye soruyor.

Ertesi gün bu ekibi denize girerken, eğlenirken gördüm…başlarında BM barış gücü askerleri…neredeyse akşama kadar o sahilde kaldılar, geldikleri arabalarda da motorlar sürekli çalışır haldeydi.

Belki diyeceksiniz adamların dinlenmek de hakkı değil mi? bence o şartlarda değil. Zaten çoğu dönüşümlü olarak belli bir süreliğine kalıyorlar. Böylesine perişanlık durumlarında belki denize gireceğiniz varsa bile girilmemeli. Zaten bu adamların oraya gönderilme sebepleri bizzat oraya faydalı olmak değil mi?

Kendilerine daha sonra faydalı olsalar?

Daha çarpıcı olanı ise BM'nin oraya atadığı koordinatörün aylık maaşı. Dudak uçuklatacak cinsten, 64bin dolar…Bir de bu abiye bir yat kiralanmış, açıkta demirlemiş…orada kalıyor geceleri.

* Alper Uzun (Hayattan Ve Masallardan Biraz)

Amerika çöküş tehlikesinde mi?

Toplumlar, liderleri sıkıntının kaynağından çok uzakta olduğu takdirde, azmakta olan sorunu tespit edemeyebilir. Diamond buna uzak/taki yöneticiler problemi demektedir ve Amerikan politikacılarının geriye bakıldığında genelde aptalca görünen kararları niçin aldıklarını açıklayabilir bu. Daha öncede kaydettiğim üzere, ABD dış politikasından sorumlu kişilerin yüzyüze geldiği sorunlardan biri de ele almak zorunda oldukları problemlerin sayısı ve kapsamıdır; bu onları, uzaktaki astların raporlarına bel bağlamaya ve anlamalarını bekleyemeyeceğimiz meseleleri ele almaya mecbur etmektedir. Barack Obama birkaç yılını Peştun dili öğrenerek ve kendisini Afgan tarihi ve kültürüne gark ederek geçirmez; bunun yerine, olay yerindeki şahısların ona anlattıkları üzerinden karar almak zorundadır ki o şahıslar ondan daha fazla biliyor da olabilirler bilmiyor da olabilirler.

* Stephen M. Walt (Dünya Bülteni)

Markadaşlık kurumu

Çünkü bir de fark ettim ki, sadeleşebilmek için insan daha da, daha da ve daha da paraya ihtiyaç duyuyor. Ancak bu standardı yakalayayım derken amacın, hedefin ne olduğunu tamamen unutuluyor. Ve sokaklar, bu boşlukla dolu, amaçsızlığı nereye hedefleyeceğini bilemeyen içine kapanık, kendine yönelik insanlarla her geçen gün daha da kalabalıklaşıyor. Ve buna da Yaşam standardının yükselmesi gibi şık bir isim bulunuyor. Oysa küresel bir pazarlama şirketinin başarılı ya da sistem pazarından atılmış ya da atılmamak için savaşan elemanlarıyız. Ve çarkın içinde kalabilmek ve o marka aile ya da bireylerden olabilmek için kimse kimsenin gözünün yaşına bakmıyor, bu da hayatın normali olarak karşılanıyor. Belki de bu yüzden insanlar esasta kanser ya da kazalardan değil, tamamen sevgisizlikten ölüyor.

* Ayça Şen (Radikal)

Bir askerin savaş itirafları

Köylerin yakılmasına karşıydık. Yakıyorduk yıkıyorduk ama… 80'e yakın köy boşalttık. İnsanlar çaresiz, diyor ki Nereye gideceğim?Ya nereye gidersen git, umurumda değil kardeşim, boşaltacaksın diyorsun. Yağmalıyorsun, koyunu keçisi var, onu telef ediyorsun, şiddet uyguluyorsun. İlk yaptığında Aaa yapamam diyorsun, ikincide Yapamam diyorsun, üçüncüde herkesten güzel yapıyorsun. Ama bunları çaresizlikten yapıyorsun. Devlet o bölgede otoriteyi sağlayamıyor, onun için boşaltıyor, sen olsan sen de yaparsın.

* Ali AltayTuğba Tekerek (Taraf)

CHP'ye oy vermek!

CHP bu sorunu çözer mi? Parti içinde siyasî mülâhazalarla, oy kaygısıyla çözmek isteyenler var, bu ayıp değil, suç da değil. Ama ulusal ve küresel derin bir güç var ki, her seferinde buna engel oluyor. Başbakan Erdoğan Bu sorunu çözmeye senin gücün yetmez derken belki bunu ima ediyordu. Bilmemiz gerekir ki, bu basit bir yasak değildir, yasağın üçlü ayağı Washington, Brüksel ve Ankara'dır. Bu, küresel bir projenin parçası olan bir yasaktır. Ama bu işe CHP kararlılıkla evet derse, diğer partilerin de desteğiyle bu sorun çözülür.

* Ali Bulaç (Zaman)

Yargı kararları ananas soslu

» Kitapta ilginç bir psikolojik analiz de yapıyorsunuz. Savunmasız bir kadına tecavüz edilmesinin sadece cinsel haz ile açıklanması mümkün değildir (…) Bu, esasen bir iktidar ilişkisidir deyip, bunun yargı ve ordu için de geçerli olduğunu söylüyorsunuz. Sizce neden irade kırmaktan zevk alıyor yargıçlar?

İradenin kırıldığını gördüğünüz anda iktidar olmanın hazzını da yaşıyorsunuz. Bu özellikle yüksek yargı açısından geçerli.

» Neden iktidarını hissetmek ihtiyacı içinde?

Bu sosyal kökenle ve devşiril-meyle ilgili bir mesele. Sosyolojik kökenine baktığınızda yargıçların çoğunun taşra kökenli olduğunu görürsünüz. Son kuşakla birlikte değişiyor ama yüksek yargı hâlâ tamamen öyle. Bu sosyolojik köken bir iktidar hasretine yol açıyor. Bu kişiler sosyolojik olarak en alt sınıftan insanlar. Aileleri ezilmiş, kötü muamele görmüş insanlar. Bu insanlar üst yargıya geldiğinde birden kutsala dokunma şansı elde ediyor. Bir zamanlar kendisinin de mensubu olduğu alt sınıfa ne kadar çok iktidar uygulayabiliyorsa o kadar çok hayattan ya da felekten öcünü almış oluyor.

* Osman CanTuğba Tekerek (Taraf)

Arkadaş, nedir Türk'le derdin

Bakın Ertuğrul Bey kardeşim, siz iyi kötü eğitim almış bir insan olsanız gerek, kafanız da bir miktar çalışıyordur tahminen. Belki anlayabilirsiniz.

Dünyada hiç bir halkın gidecek başka vatanı yoktur.

İnsanlar sadece ekmek derdine düştüğünde hayatını kazanabileceğini umduğu yerlere göç eder. Veya savaştan, eziyetten kurtulmak için hayatını kaybetmeyeceğini umduğu bir yerlere kaçar.

Kimse başka bir vatana gitmez. Ya açlıktan kaçar ya ölümden kaçar.

Kimsenin yedekte bekleyen ikinci bir vatanı yoktur.

* Roni Margulies (Taraf)

Kendisinden özgürleşen ülke

Cumhuriyet, ne yapalım ki, bizim şanlı tarihimizin bir sonucu olarak, militer bir devlet kurdu. Bu kaçınılmazdı, o günkü koşullarda. Sonradan da başına üç büyük felâket geldi. Bir, 30'larda Faşizm dünyaya hakim olunca rejim oraya kaydı. İki, 45 sonrasında demokrasiye geçtik ama Soğuk Savaş egemen yapının devamına yol açtı. Üç, 1990'lardaki iktidarlar Soğuk Savaş'ın bittiğini anlayamadı ve 1989 sonrasında Kürt hareketinin başlamasıyla, bunu kendisine bahane edip, dünyayla ve demokrasiyle zıt düşen korkunç bir rejimi ayağının üstünde tutmayı denedi. Bu üç dönem de, üç model de sonunda dört yanımız düşmanla çevrilidir'der. Düşman söz konusu olunca onunla ben mücadele edemeyeceğim için bu anlayış ordunun, askeriyenin hakimiyetini getirir. Ordu, bu nedenle, bu yüzden rejimin hakimidir. Rejim bu nedenle ne olursa olsun militerdir. Ne yazık ki, sivil siyaset bu gerçeği görmemiştir, tersine bu modelin ayakta kalması için elinden geleni yapmış, bu aleve kucak kucak odun taşımıştır.

* Hasan Bülent Kahraman (Sabah)

Çocuk, bunlar jandarma, polis partisidir!

Türkiye, Cumhuriyet'ten hemen sonra kendi dinamikleri ile kapitalizmi ve onun temel sınıflarını, kurumlarını yaratamadı. CHP bir devlet partisi olarak, M. Kemal'in Soyak'a dediği gibi, Jandarma'nın, polisin, bürokrasinin iktidarını ve buna bağlı yağmacı devlet sermayesini yarattı. Bu kesimin, zorunlu olarak, oligarşi çatısında ticaret sermayesi, eşraf ve feodal beylerle buluşması ancak 1945'ten sonra Amerikan yeni sömürgeciliği dönemiyle oldu. Ama 1945'e kadar olan süreçte, devlet bütün ideolojik çatısını oluşturmuştu. Oligarşi, bu ideolojik Türkçü çatıda kendini koruru ve var etti. 1960'ların başında ordunun ihsanıyla tekelci sanayi sermayesine dönüşen ticaret burjuvazisi, iç pazarı, ulusal sınırları ve faşizme varan baskıyı istiyordu ki, hem enflasyoncu finansla palazlansın hem de dünyaya satamayacağı her malı yüksek fiyattan iç pazarda satsın.

* Cemil Ertem (Taraf)

Şu cemaat meselesi

Şimdi gelelim, Bunlar devlette, poliste, şurada burada örgütleniyor meselesine. Eh, örgütlenir, gücü yeterse. Bu ülkede sigara, tütün tekelleri, silâh tüccarları devlet içinde örgütlenmedi mi? Başbakanlara, bakanlara pazar payları için rüşvet teklif edip, bakanları adamları yapmadılar mı? Kapalı, teokratik-din toplumu mu burası? Sonuçta, kapitalist bir ülke; gücü yeten, her yerde örgütlenir. Sen de örgütlen! Zaten örgütlüydün, ama şimdiye kadar içine ettin ülkenin.

* Cemil Ertem (Taraf)

Galile bombası: Asırlık bir efsanenin sonu

Bombalar Brecht'in beynine düşmüştür sanki. Galile'nin kendileriyle düşünce özgürlüğü için savaşmış olduğu söylenen otoriteler, sakın onu ahlâkî ve toplumsal bağlama çekmeye ve bilim adamının kendisini bu değerlerden koparmasına mani olmaya çalışıyor olmasınlardı? Saf bilim diye bize yutturulan efsane, sakın toplumların, halkların, milletlerin, hatta aydınların kafa ve beden bağımsızlıklarını tehdit eden bir başka iktidarın, toplumdan kopartılmış bir başka baskı rejiminin ürettiği zulüm ideolojilerinin oyuncağı olmasındı? Galile'nin görüşlerinden caydığını söylemesi de bilim adamının zor karşısındaki bir başka kaypaklığı değil miydi? Hay Allah, bunu neden daha önce hiç düşünmemişti? Atom bombasını patlatarak milyonların ölümüne yol açan bilim adamları ile Galile'nin farkı neydi o zaman?

* Mustafa Armağan (Tarihle Birlikte Düşünmek)

Atatürk, Suudi Arabistan'ı ilk kutlayan devlet başkanıydı

Demek ki, 1930'lardan 1990'lara gelene kadar kafalarımız epeyce yıkandı, çitilendi, ütülendi. Baksanıza, Cumhuriyet gazetesi dahi artık Atatürk gibi bakamıyor Suudi Arabistan'a.

O zaman son bir soru: Suudi Arabistan mı değişti, yoksa biz mi değiştik? Ya da şu: Bugün Suudi Arabistan'a husumet duyanlar, Atatürk'ün izinin peşini bırakmış olabilirler mi? İçinizden sanki, Zaten hiç izlememişlerdi ki dediğinizi duyar gibi oluyorum. Öyleyse? Öyleysesi şu: Kolları sıvayıp yakın tarihin içine girecek ve ihtilâllerin beyinlerimizi nasıl yıkadığını deşifre edeceğiz.

Faust öyle demişti değil mi: Dostum, geçmiş bizim için yedi mühürlü bir kitaptır.

* Mustafa Armağan (Tarihle Birlikte Düşünmek)

Cumhuriyet ve Sanat (2)

Türkiye'de yazdıkları yüzünden hapse tıkılan onca yazar varken, hiç bir ressam ya da heykeltraşın eserlerinin ifade ettiği (veya halkta uyardığı) duygu ve düşünceler yüzünden hapse girmesinin pek duyulmuş şey olmaması, belki de sanat dostu resmi ideoloji yanlılarının sanattan anlamamalarıyla ilgilidir. Kimbilir… Eğer Ayn Rand'in sahip çıktığı romantik realist sanat felsefesinin öngördüğü şekilde insanı olduğu gibi değil, olması gerektiği gibi yansıtan bir heykele baktığında ifade edilmek isteneni anlayan ve bu ifade karşısında kendi insanlığından utanan bireylerden müteşekkil bir toplum olsaydık, belki o zaman heykeltraşları da içeri tıkmak gerekecekti.

* Serdar Kaya (Derin Sular)

 

50
Derkenar'da     Google'da   ARA