Patronsuz Medya

Açılım'a destek, buluşma'ya eleştiri

12 Eylül Darbe Anasası'nı değiştirmek için attığınız adımlardan önemli girişimlerinizden oldukça umutlandım. Oldukça diyorum, çünkü ileri doğru atılan her ileri adımdan iki adım geri atıldığını görüyorum. Projenizin sunumunu hayli aceleye getirdiğiniz kanaatindeyim. Farkındayım, hatta biliyorum; darbe anayasalarını madde madde değiştirmek kolay bir iş değil. Sizler bunun güçlüğünü bizzat yaşamaktasınız. Darbe Anayasası'nı bence kökten söküp atmak, bunun sivil (!) TBMM çatısı altında toplumun istek ve özlemlerine yanıt verebilecek şekilde eşitlikçi, demokratik ve bütün dünyadaki değişimlere açık olacak, toplu kıyımların yerine ekonomimizin barışa endeksli paslaşmaların yapıldığı az ama öz maddelerle yaratmak daha sağlıklı bir gidişat olabilir. Belki daha da güç, ama daha sağlıklı. Böyle bir yaklaşım, çok derinlere inmiş bir nasırı sökmeye benzer. Bu işin sonucu ise ağır ağır ve acı çekile çekile alınır.

* Adalet Ağaoğlu (Radikal)

Mareşal Çakmak'ı kimler öldürttü?

1949 yazında İstanbul'a dönen Paşa, soğuk almış, zatürre olmasından korkulurken, prostattan yatağa düşmüştü. Ameliyat olması gerekiyordu. Böylece Teşvikiye Sağlık Yurdu'na yatırılır. Tam ameliyattan bir gün önce, o zamana kadar ortalıkta görünmeyen bir doktor çıkar meydana. Adı, Fevzi Taner'dir. (Paşa'nın Günlükler'inden öğrendiğimize göre asker kökenli bir doktordur.) İlk prostat ameliyatını yapmışsa da, başarısız olmuştur. Basında cayır cayır ameliyatın yanlış yapıldığı yazılmakta ve çeşitli şüpheler ibraz edilmektedir.

Mareşal eve geçer. Bülent Ecevit gibi hastanede bozulan sağlığı, evde düzelmeye başlar. Ancak aynı doktor onları yalnız bırakmamaya kararlıdır. Acayip bir teklifte bulunur. Der ki, hastane masrafı çok fazla olacak, paranız yetecek mi? Fıtnat Hanım'ın cevabı gayet nettir: Gerekirse evimizi satmaya hazırız.

Ancak bu esrarengiz doktor, yakalarını bırakmak niyetinde değildir. Hükümet size istediğiniz yerden bir apartman ve bir miktar para vermek istiyor. deyince kafalar karışır. Bu doktor hangi yetkiyle hükümet adına konuşmaktadır?

* Mustafa Armağan (Zaman)

Cennet nasıl kurtulur?

Batı toplumunun bireyleri özelleştirme rüzgârıyla karşılaştıklarında kurumsal anlamda güvencelere sahiptiler, iyi kötü bu güvenceler halen yürürlükte. Türkiye'de ise korumasızsınız. Bu nedenle, bağımsız ve özgür bir bireyin iktisaden liberalleşen bir Türkiye'de bir yeri, bir sığınağı yok. Grev hakkı, toplu sözleşme yapabilen sendikası olmayan, sosyal yardım kurumları tam anlamıyla oluşmamış bir toplum mebzul miktarda yoksul ve korumasız birey üretir. Bu insanların sığınabilecekleri yerler sosyolojik cemaatleri, hemşehrilik grupları, sülâleri ya da geniş aileleridir. Geleneksel değerlerin, kültürel muhafazakârlığın ekranlarda katlanarak artması tesadüf olabilir mi? Batı TV'lerinde postmodern bir format olarak nitelendirilen reality şovların Türkiye'de pre-modern bir içeriğe sahip olduğunu fark etmemiz lâzım. Cennetlerin hayatını cehenneme çeviren sarmalın ipuçlarını bu şovlarda gözlemleyebiliriz.

* Orhan Tekelioğlu (Radikal)

Batınca devlete ödetirsen, birer işçi alın deyince kızmayacaksın

Başbakan Tayyip Erdoğan statükoyu savunan işadamlarını yine kızdırdı. Başbakan'ın Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)'nin 1 milyon 300 bin üyesi var her biri bir işçi alsa işsizlik üç puan düşer önerisine piyasa ekonomisinde, talep olmadan, işçi alınmaz diyerek işadamları karşı çıktı. İşadamlarına şu soruyu sormak gerekiyor.

Peki, piyasa ekonomisinde zarar edince devlete ödetmek var mı? İçini boşaltarak batırdığınız bankalarınızın 72 milyar dolara ulaşan zararlarını vatandaş hâlâ ödemeye devam ediyor. Batan şirketlerinizi Hazine'ye devredip kaçtığınızda zararlarını yine vatandaş ödüyor. Zararlarınızı vatandaşa ödetirken iyi; birer işçi al önerisine birden gerilip, sinirlenmek pek tutarlı olmuyor.

* Süleyman Yaşar (Taraf)

Küresel ekonomik kriz

Yakın vadede herkesin sorduğu sual şu: Acaba bu piyasa dışı tedbirler -ki tamamı liberal ekonominin söylem düzeyindeki temel varsayımlarına aykırıdır- içinden geçmekte olduğumuz ekonomik krizin aşılmasına yetecek mi? Bu elbette önemli bir soru.

İki açıdan bu tedbirlerin söz konusu krizin aşılmasına yetmeyeceğini düşünüyorum. İlkin, tedbirler palyatifter, krizin gerçek kaynaklarına inilmemektedir. İkincisi piyasaya pompalanan para, her ne kadar yoksul kesimlere aktarılacak gibi görünüyorsa da, belli mekanizmalar, farklı enstrümanlar kullanılarak tekrar krize sebep olan zenginlerin -kapitalist ağa babalırının- kasasına akacaktır.

* Ali Bulaç (Dünya Bülteni)

Gazeteciliğin Çöküşü - Çöküş Gazeteciliği

Mohandas Gandi, 1909 yılında Hind Swaraj'ın ilk sayfasında bunu şu şekilde dile getirmişti:

Gazetenin amaçlarından biri, halkın hissiyatını anlamak ve onu dile getirmektir; bir diğeri, insanlarda arzulanır duygular uyandırmak; üçüncüsü ise halkın kusurlarını korkusuzca ifşa etmektir.

Bu vazifelerin - sıradan insanların hissiyatını anlama ve dile getirme ve sonra ilerlemeci gâyeleri savunma teşebbüsü ve bu esnada kültürdeki problemleri ifşa etmek - bir insanın hayatını kolaylaştırması pek muhtemel değil. Bu duruşu sergileyecek gazeteciler kendilerini, gücün dağılımını değiştirmeye ciddi şekilde ilgi duymayan yönetici seçkinler ile çöküşün zorlu gerçekleriyle yüz yüze gelmek istemeyecek kamuoyu arasında gerilimli bir yerde bulacaklar. Peygamberî bir mevkiden konuşmak, çok az rahat yüzü görmeyi garantilemek demektir. Zorlu zamanlarda doğruyu söylemeye adanmışlığın sonu budur, ki böylesi zorlu zamanlar hiç olmamıştı.

* Robert Jensen (Dünya Bülteni)

Ege'de bahar ne zaman?

Ayrıca askerî gemi ve denizaltı alımları hem Yunanistan'ı hem Türkiye'yi gereksiz kamu harcaması yapmaya zorluyor. Yunan halkını müsriflikle suçlayan ve kesenin ağzını sıkı tutarak Yunanlılara bir ders vermeye çalışan Almanlar, Türkiye'ye altı adet, Yunanistan'a dört adet 214 sınıfı aşırı yan yatan ve su yüzüne çıkarken çok fazla ses çıkartan, üstelik kendilerinin kullanmadıkları denizaltıları satıyorlar. Sıkı durun… İki ülkeye satılan denizaltıların bedeli 3,2 milyar avroyu buluyor. Anlayacağınız açtıkları krediler, denizin altından kendilerine geri dönüyor.

* Süleyman Yaşar (Taraf)

Amerika Irak ve Afganistan'da batakta mı?

Tüm bu belirtilenler, Amerika'nın savaş maceralarının arzulanan hedeflere ulaşmaması durumunda Amerika'nın fiilen batmayacağı anlamına gelmez elbette. Ancak bu başka bir şeydir. Ulus inşası çabalarının başarısız olması, Şii veya Sünnî camiilerinde yahut pazar yerlerinde patlayan bombalar, Afganlı ve Iraklı yetkililerin saldırıya uğramaları hatta 7 CIA ajanının öldürülmesi vb olayların Amerika'yı batıracak bir tarafı yoktur. Amerikalı yetkililer bu savaş maceralarının nesiller boyu sürecek kalıcı savaş olduğunu ilan etmişlerdi. İşgal ve istilâya uğrayan ülke ve bölgelerde yaşanan tedhiş ve kargaşa, savaşın kalıcılığına, kilit bölgelerde Amerikan askeri varlığının devamına hizmet eder. Batakta olanlar, tedhiş ve kargaşanın yaşandığı ülke ve bölgelerdir. Dolayısıyla Afganistan'da dört Amerikan askeri daha öldürüldü gibi manşetler, züğürt tesellisidir.

* Ertuğrul Aydın (Dünya Bülteni)

ABD'li askerler Irak'ta yaşanan vahşeti anlattı

Çocuklara şeker vermemizin onları çok sevmemizden kaynaklandığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çocuklar araçlarımızın yanında olduğu zaman direnişçiler bize ateş açamıyordu. Bu nedenle sürekli şeker dağıtarak çocukları canlı kalkan olarak kullanıyorduk. Bize dağıtılan uyarı metinlerinde insanlara silâhlı olduklarından emin olmadıkça ateş açmamamız öğütleniyordu. Ancak kâğıtların son bölümünde Bu kurallar hayatınızı tehlikeye atmanızı gerektirmiyor notu vardı.

* (Radikal)

Ne mutlu ermeniyim diyene!

Âyîn'in senede bir gün olarak saptanmasını ise şahsen doğrusu biraz ihtiyatsızlık olarak telâkkıy etdim. Böyle her yıl her yıl denince bu Ermeniler şımarır mımarır da başımıza iş açarız. Bunlar sevilirken sevildiklerini bilmezler! Kanaat-i kâmilemce bu iş en fazla iki senede birle sınırlanmalı, hattâ hesablanması kolay olsun diye sâdece artık yıllara inhisâr etdirilmekdedir. Yâni yılın 366 gün, yâni şubatın 29 gün çekdiği seneler bu âyin yapılabilmeli! Zâten böyle olunca mü'minler daha şubatdan yedi ay sevinme fırsatına da nâil olurlar.

* Yağmur Atsız (Star)

Hayvanlar azaldıkça para kazananlar

Rakamlardan gidelim. Verilerin çoğu The Guardian gazetesinden. 1998 ve 2007 yılları arasında dünyada 35 milyon hayvanın ticareti yapılmış. Bunların 30 milyonu vahşi doğadan çalınmış. Avrupa ve Japonya ithalâtçı ülkelerin başında. Interpol raporlarına göre yasadışı vahşi hayvan piyasasının yıllık hacmi yaklaşık 20 milyar dolar. Ticaret için en çok avlanan hayvanlar kaplan, aslan, fil, gergedan, leopar, poligan, kaplumbağa, maymun, köpekbalığı, kutup ayısı ve su samuru… Hangi hayvanın ne şekilde kullanıldığı detaylarına, bilim insanlarının da tercih ettiği üzere, hayvanların doğasına saygı duyarak yer vermedik. Dünyanın her geçen gün bizi taşımakta zorlandığını biliyor, buna fazla katlanmayacağını hissediyoruz. Vahşi hayatta durumun ciddiyeti öyle bir seviyede ki, uzmanlar yeni bir tabir bile geliştirdiler: Boş orman sendromu'. Tarife gerek yok; bilim insanları Güney Asya'daki bazı ormanlarda artık kuş sesi bile duyulmadığından bahsediyor.

* Umut Eroğlu (Radikal)

Halil'e

'Gitme diyemiyordun bana, ama göndermesinler diye tüm yönetimi ikna etmeye çalışacaktın. Bu çabanı duyduğumda nasıl da kızacaktım. Sense bana senden bana kalacak son hatıranı bırakacaktın, Botan'dan getirdiğin bembeyaz taşı avucuma koyacaktın.

Anlıyordum, Sarya'dan sonra benim de yitmemden korkuyordun! Sen benim öldüğümü görmek istemiyordun, ben de senin… Birbirimize Sarya'nın emanetiydik. Önceden bilebilsek birbirimizin yerine ölebilirdik…

* Yüksel Genç (Köxüz)

Yancı

ama, gel zaman, git zaman; bu adını bile bilmediği kişiyle süregiden onurlu dayanışma; yoksul, taşralı, saf üniversite öğrencisinin bütçesini aşmaya; muhabbet de baymaya başladı. birkaç kez söylemeye, uyarmaya uğraştım, arkadaş oralı bile olmadı; içiyor canı çektiği kadar.

hesabı ister-istemez tek başına ödeyeceğini bildiği için, iki kişinin de biralarını sayar, cepteki paraya bölerken yakaladığında kendini riko biraderiniz, hayvanlaştı ister-istemez, haliyle. hani, her yerine, şeyine dokunun; ama, içki parasına asla!

* Kürşat Akyol (Horoz)

Doksanbeş yıllık yalan, kadrolu yalancılar ve kirlenmiş vicdanlar

Elbette sorun sadece Türkiye'yi, Türkleri, Ermenileri angaje etmiyordu, uluslararası siyasetin de odağında yer alıyordu ve başka türlü olması mümkün değildi. Türkiye'nin yalanı ve inkârı sürdürebilmesi, emperyalist devletlerin dahli olmadan mümkün değildi. Emperyalist güçler Ermeni sorununun Türkiye'nin yumuşak karnı olduğunu biliyorlardı ve onu her dönemde politik-ekonomik-jeopolitik-jeostratejik çıkarları için kullandılar ve kullanmaya devam ediyorlar. T.C. rejiminin suç ortağı olmak onlar için son derece kârlı bir şeydi. TC'nin yalanı sürdürmekteki kararlılığı ve yalan tarafından rehin alınmışlığı, emperyalist odakların şantaj yeteneğini artırdı. Dolayısıyla ve maalesef Ermeni sorunu iki tarafın ikiyüzlülüğünün kesişme noktasında bir sorun olarak kalmaya devam etti, ediyor.

* Fikret Başkaya (Özgür Üniversite)

İnönü tehcire karşı çıkmadı

Bütün toplumlarda, devlet ve toplum arasında bir pazarlık vardır. En ceberut devlet bile herkesin kafasına sopa indiremez.

Ne o kadar askeri vardır ne de o kadar parası. Dolayısıyla devletin bir şekilde toplumla pazarlık etmesi gerekir.

Bizde pazarlık yapılıyor mu?

Bizde de bu pazarlık nesillerdir sürüyor. Kemalizm toplumun karşısına belli bir proje getirip koydu. Her nesil farklı insanlar bu projeyle pazarlığa oturdular. 1946'da bu proje, San Francisco Konferansı'yla tek partili sistemden çok partili sisteme geçmek zorunda bırakıldı. Toplumun pazarlık gücü arttı. Çünkü işin içine demokrasi denen şeytan girdi. Ve sandıktan Demokrat Parti çıktı. Sonra başka bir pazarlık derken 27 Mayıs oldu. Askerler defalarca, doğal olarak oluşmakta olan senteze müdahale ettiler. Bizim ömrümüzde üç tane darbe oldu. Sonra Refah sandıktan çıktı. Bu bir geçiş dönemiydi. Ve AKP geldi. Beğenin beğenmeyin, AKP, TC projesinin açık ve net ürünüdür. Kemalist devletin projesiyle toplum arasında 80 yıldır süregelen pazarlığın vardığı en son noktadır AKP.

* Selim DeringilNeşe Düzel (Taraf)

 

45
Derkenar'da     Google'da   ARA