Düşünüyorum da eminim Kürtlerin yayın organlarının paylaştığı Güneydoğu anılarının doğruluğunu bilmez Google. İnsan hakları örgütlerinin paylaştığı işkence fotograflarının aslında fotomontaj olduğunu, başka memleketlere ait resimlerden apartıldığını da. Yolsuzluk, hortum ve sahtekârlıkların paylaşıldığı forumlarla, Atatürk'e hakaret etmek için kurulmuş Youtube ve türevi video paylaşım siteleriyle, Abdullah Öcalan'ın hayran sayfasını utanmadan barındıran ve sürekli yeni hayranlar kazandıran Facebook'la nasıl mücadele edileceğini hiç bilmez.
Düzde kaç asker ölürse siz tek başınıza iktidar olabilirsiniz?
Dağda kaç Kalaşnikoflu öldürülürse şu bölünmez vatanın gidemediğiniz bölgelerinden size oy gelir?
Güneydoğu meselesi kaç köy yakılırsa, kaç şehir boşaltılırsa, kaç aile sürgün edilirse çözüme ulaşır?
Bugüne dek 400 milyar dolar harcanmış, şehit babasının mânâ
bulamadığı ve bulması da imkânsız görünen bu vur-kır, hır-gür için. Daha kaç milyar dolar harcanması gerekiyor söyleyin?
Cami avlusundaki her şehit ailesinin üstü başı biraz daha dökülürken, sofrasındaki ekmek, kâsesindeki yemek biraz daha azalırken birileri besleniyor bu paradan.
Birileri servetine servet katıyor… Birileri çöpleniyor… Birileri ziftleniyor…
Birileri tabut önünde Allahü Ekber
derken, o sabah masasına konulan son anket sonuçlarındaki oy artış oranını düşünüyor…
Doğru; şehit aileleri, bu savaşın ne kadar anlamsız olduğunun farkındalar. Ve onların sesleri yavaş yavaş yükseliyor. Buna rağmen, politikacıların yüreği taşlaşmış! Bu insanların ölmesinde onların çok büyük sorumluluğu var. Çünkü çatışmanın ve akan kanın durmasını engelliyorlar. Hükümetin başlattığı bu süreci desteklemeleri gerekiyordu, destekleselerdi bu çatışmalar çoktan durmuştu, bu insanlar da belki de ölmeyecekti. Bundan sonra da insanlar ölecekse, iki taraftan da kanlar akacaksa bu; savaş yanlısı olan, çözüm ve açılım karşıtı olan çevrelerin sorumluluğunda olacaktır. Bu insanlar, bunu vatan millet edebiyatı eşliğinde yürütüyorlar; Baykal veya Bahçeli.
* (Zaman)
Stalin ve Mao'nun kapitalizme geri dönüş
tehlikesine karşı proletarya diktatörlüğü
nü ebedîleştirme çabaları ile, ulusalcılığın kâh irtica, kâh Kürt ve Ermeni sorunları, kâh Sevr'i canlandırma planı, kâh bin yıllık Haçlı ruhu karşısında Atatürk devrimlerinin kazanımlarını koruma
(yani, vesayet rejimini ya da diktatörlüğün manevî evrenini ebedîleştirme) çabaları arasındaki paralelliğe dikkat çeker; böyle düşmanlık kültürleri
nin demokrasi ve normalite ile bağdaşmazlığını vurgulardım.
Ama neyse ki Atatürkçü düşünce sistemi
tamamen palavra ve Marksizm-Leninizmden farklı olarak Atatürkçülük sert çekirdekli bir teori değil; dolayısıyla devrimci diktatörlüğün
de felsefeden, tarihten, ekonomi politikten, bilimsel sosyalizm
den gelen bir teorileştiriliş biçimi, bir embeddedness'ı yok aslında.
Öyle görünüyor ki toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin gelenek üzerinde söylemleştirilerek kültüre indirgenmesi tekrar tekrar faklı boyutlardaki iktidar ilişkilerin doğallaştırılmasında kullanılan bir figür. O yüzen feministler olarak gelenek üzerinden kurulan her söylemde ataerkil ve sömürgeci iktidar ilişkilerini aramayı, uluslarüstü, ulusal ve yerel düzlemlerde gelenek ve kültür kategorileri üzerinden ne gibi tahakküm ilişkilerinin doğallaştığını araştırmayı öneriyorum. Bunun gelenekler üzerinden bölünerek piyonlaştırılmak yerine hem kadınlar olarak aramızdaki hem de etrafımızdaki farklılık ve eşitsizlikleri anlamaya çalışabileceğimiz bir tartışma alanı açabileceğini umuyorum. Bu tartışmalarla da aramızdaki eşitsizliklerin etkilerini sorgulayan ama bu sorgulama ile bölünmeyen, içinde yaşadığımız ataerkil sömürgeci düzen karşısında dirayetli bir dayanışma içinde uğraşan örgütlenmelere gidebileceğimizi umuyorum.
Ama şaşırmanın artık kimseye faydası yok! Olanları anlamayanlara şu küçük örnek belki fikir verir; Diyarbakır'daki Kürt Çalıştay'ında söz alan Emine Ayna her zamanki üslubuyla bir ülke portresi çiziyordu. Onu dinlerken bir cehennemde yaşadığınızı düşünüp, öfkeye kapılmamanız mümkün değil. Buna alışmıştık zaten. Ama bütün bu öfke ve karamsarlığın altında yatanın onun erken hikâyesi olduğunu öğrenmek çarpıcıydı. Ayna, çocukluğuna ait bir anıyı anlattı o gün; çocukken yakılan evlerini. Kütahya'da işçi olan babasının sırf Kürt olmasından dolayı mahallede dışlanıp evlerinin yakıldığını. Sonrasında aylarca bir kamyonun kasasında yaşamak zorunda kaldıklarını anlatırken, farkında olmadan bugüne taşıdığı öfkenin nedenine işaret ediyordu.
Artık uzun zamandır, hepimiz part time
bir şeyleriz. Kısmi zamanlı laik, kısmi zamanlı dindar ve gene kısmi zamanlı ahlâklı ve şefkatli, kısmi zamanlı vatanseveriz. Aradaki geçişler kayboldu. Baba olan birisi nasıl işkence yapar
sorusu ancak çok zorlayınca aklımıza geliyor; çünkü artık babalığımızı sadece işbölümünün sonucu olarak yaşıyoruz.
Kısmi zamanlı kimliklerimiz var; sınıf, ırk, etnisite, mahalle, kent, din, ulus, modernlik, gelenek, akraba, baba, genç, yaşlı, erkek, kadın, toprak, bölge… hangisi ne zaman işe yararsa, o kimliğin mantığı içinden gerektiği kadarını yapıp, olması gerekeni dile getiriyoruz.
21. yüzyıl dünyası yeni şekilleniyor. Nasıl Türkiye bu yeni duruma göre pozisyon alıyorsa ABD de alacak, Avrupa da. Türkiye'de dar iktidar hesabı yapanlar, mahalle kavgalarına teslim olanlar, ABD ve Avrupa'ya güvenerek terör üzerinden hesaplaşmaya girişenler yarın yapayalnız kalabilirler. Tarih, Türkiye'nin önünü açıyor, açacak da. Bölgesel güçlerin çok daha fazla belirleyici olduğu, yeni ekonomik ve siyasi merkezlerin oluştuğu bir dünyaya yol alıyoruz. Başbakan'ın ABD sonrası gittiği Meksika, bu yüzyılda yıldızı parlayacak ülkelerden biri. Şaşıranlara Meksika üzerine tartışmaları dikkatle izlemelerini öneririm.
Gazi Paşa-… Gazetecilik yapanlara hürriyet-i matbuatın böyle olmadığı divanıharpta sorguya çekilmekle anlatılmalıdır.
Şükrü Kaya- Bayburt ihtilâlinde askerimizi kesenler Nakşibendilerdi. 31 Mart vakasında Vahdeti de Nakşi idi.
Kazım Paşa-… Bozkır isyanını yapanlarda da Nakşıbendiler vardır.
Gazi Paşa- Bunlara müsamaha etmek doğru değildir. Kumandanlar bilmelidir ki bu tarikat yok edilecektir, siyasi tertibat aranacaktır.
Kazım Paşa- Bu tarikat muzır bir yılandır, mahvedilmelidir.
Gazi Paşa- Hiçbir yerde kutup ve kutbülektap bırakılmamalıdır.
İsmet Paşa- Başkumandan'a seferde idam selahiyeti verileceği kanun-ı esasiye girmelidir. Bunda idam cezası meclise aittir.
Gazi Paşa- İdam cezasını meclis tasdik etsin. (Buna karar verildi)
…
Menemen hadisesi 23 Aralık 1930'da oldu; gerek şu esnada tartışılan mevzulara gerekse bir ay sonra başlayacak Menemen müzakerelerine şimdiden katkım olsun istedim.
---
(*) A. Maslow demiş ki, Birinin elinde çekiç varsa, karşılaştığı her meseleyi çivi gibi görmeye başlar.
Kutuplaşma siyasi-ideolojik temelde doğup geliştiği için, olay, olgu ve gelişmeler teknik olarak haber perspektifiyle değerlendirilmiyor.
Doğan grubu meselâ, AKP'yi olumlu, haklı gösteren/çıkartan haberleri ya hiç yayınlamıyor, ya çok kısaca veriyor ya da tahrif ederek veriyor. AKP'ye yakın medya organları da, aynı şekilde, siyasi iktidarın olumsuzluklarını sayfalarına aktarmaktan kaçınıyor.
Bu durum ilk başta yurttaşlara, okurlara zarar veriyor. Çünkü yurttaş, hangi kutbun gazetesini okuyorsa, o kutbun haklılığına inanmak durumunda kalıyor. Böylelikle siyasal ve medyatik alandaki kutuplaşma, toplumsal düzeyi de etkilemiş oluyor.
Bu olumsuz durum keza, her iki kutbun medya organlarının güvenirliğini ve inandırıcılığını büyük ölçüde zedeliyor. Çünkü, meraklı ve bilinçli yurttaş, kendi gazetesinin vermediği haberleri, bir şekilde başka medya organlarından öğrendiği gibi, gizlenen ya da tahrif edilen hiç bir gelişme ilelebet gizli ve tahrifli kalmıyor.
Yüzde 74'ü sivillerin elinde bulunan dünyadaki 640 milyon hafif silâhın tahrip gücü, ortak güvenliğimiz için öncelikli tehditlerden biri. Yaşamları şiddet yüzünden zarar gören ya da sona eren milyonlar için hiç bir seçenek yok. Geriye kalanımızın ise bahanesi yok. Bu anlaşmanın başladığı yolculuğu sonlandırmasını temin etmeliyiz. Tabii, silâh akışını düzenlemek mücadelemizin sadece bir parçası. Daha büyük bir sorunu da ele almalıyız: Bütün dünyada, kaynakların kıt olduğu bölgelerde bile, orduya yapılan aşırı harcama. Bunun için benim hükümetim, Kosta Rika Sözleşmesi'ni sundu. Bu girişim, borçların affını sağlamak için mekanizmalar üretecek ve silâhlar ve askerlerden çok eğitim, sağlık, barınma ve çevresel önlemler üzerine yatırım yapan gelişmekte olan ülkelere ilâve yardım sağlayacak.
Gelişmiş uluslar, çocuklarını eğitmek yerine askerlerini teçhizatlandırmak isteyenlerin kararlarına artık destek veremez. Halkının gerçek ihtiyaçlarını göz ardı eden liderlerin yanında duramayız.
Kürt intifadası'nın eşiğinde
Kürt açılımı gündeme geldiğinde, bölünmeyi konuşmak
gerektiğini yazdığım için, süreci sabote etmek'le suçlandım. Oysa, amacım, çok net ve açıktı. İktidarın açılımdan beklediği ile, Kürtlerin veya onlar adına siyaset yapanların beklentileri arasındaki muazzam farkı görmezden gelerek yol almanın imkânsız olduğunu düşünüyordum. Geldiğimiz noktada, bu husus fazlasıyla ortaya çıktı. Kürtler adına siyaset yapanlarla, hedefledikleri kolektif hakları hatta bölünmeyi, bunların hepimiz için getiri ve maliyetlerini konuşmayı reddettiğimiz sürece yol alamayacağız.
Silahlı siyasal mücadele
konusunda ciddi bir tartışma yapmadığımız sürece de aynı şey olacak. Aslında doğrusu, tüm bu tartışmaları çok daha önce yapmamız idi.
Japonya'nın Kyoto Üniversitesi'nden Prof. Dr. Takamitsu Sawa, taşınabilir ve taşınamaz değerler borsalarıyla, Amerika'yı izleyen Japonya'yı, Köpük Ekonomisi
olarak nitelendirir. Günün fiyatlarıyla, Japonya'nın arsa değeri Amerika'nın toplam değerinin dört katına ulaşıyormuş. Amerika'nın toprakları, Japonya'nın yirmibeş katı büyüklükte olduğuna göre, Japonya'da her metrekare toprağın değeri, Amerika'daki toprağın değerinin yüz katı olmaktadır.
Artık, gezegenin tabiatının çizdiği ve sentetik kurguların önüne dayandırdığı hattın kenarına gelindi. Ve bununla birlikte insanın vücut kapasitesinin de çizdiği sınır noktasına ulaşıldı. Haliyle, sentetik olgular tabiat ile yüzleşmekteler günümüzde. Ve, tüm bu gelişmeler, artık küresel arenada devletlerce dikte edile gelen pradigmalardan, gezegenimizin doğasının ve insan vücudunun doğasının birlikte dikte edeceği paradigmalara geçişin birer göstergesi olmaktadır. Türkiye nezdinde, hepimizin malûmu, insan doğasının bilinç sınırlarını, benliğini, vicdanî değerlerini ve öz gerçekliğini taciz eden toplum mühendisliği ürünü sentetik kimlik zorlamaları kuşaklardır çelişkileri had safhalara ulaştırdı. Lâkin, bu çelişki ortamı, bireylerin tabiat ile çelişen diğer arenalara yönelik bilinç ile algılayabilme kapasitelerini de köreltti. Gerek ekolojiye yönelik olsun, gerek gıda tüketimini da kapsayan genel tüketim kültüründe olsun, bilinçten yoksun, tabiata karşı vurdumduymaz, ötekine, yani insana karşı nefret içerikli tavırları içselleştirmiş hale gelindi. 21. yüzyıla dönük Türkiye'nin hazırlıksız yakalandığı en önemli alan nedir diye sorulacak olursa,böylesine bir yabancılaşmayı içselleştirmiş olan insan malzemesidir denebilir belki de.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.